Bu bir “ham çarık kıl çorap” muhabbetidir şairin deyimiyle.
Bir de uzay çağında yaşıyormuşuz.
“Şahmurat Suyu kan akar “
Ve “namus işçileri” yola düşer.
Kağnılarla yol almak umuda peşrev çekmek gibi bir şeydir.
Çünkü ben de bir işçiyim.
Ne Ferhat’ın gürzünde ne de kuantum fiziğinde gözüm yok.
“Ben yolumu nasıl olsa bulurum”
* * *
Bir açılımdır gidiyor.
Kürt açılımı, demokrasi açılımı, insan hakları açılımı…
Hükümet bu sefer çok farklı bir yol izleyerek milletin karşısına geçmiş.
Ortaya paket koymuş içine hiçbir şey koymamış.
İsim ortada; manası yok…
Kelimeyi yazmış; karşılığını koymamış.
İçini doldurmak isteyen kendini denesin.
Buyurun hodri meydan.
* * *
Her şeyden önce bazı sorular sormak gerekiyor.
Ve en başta şu soruyu sormak gerekiyor:
Neden Kürtler bu hale geldiler?
Kürtleri bu kadar uyumsuzlaştıran etkenler nelerdir?
Gerçekten Kürtler bu kadar çekilmez midir?
Bu taş neden yerinden onadı? Kim oynattı?
Bin yıllardır uyum içinde yaşayan bu halklar (Türkler ve Kürtler) neden son yüzyılda bu kadar düşman kesildiler?
Evet, bence bu sorular cevaplanırsa her şey çorap söküğü gibi çözülür.
Zira bu soruların altında Deccalizm ve Bediüzzaman gerçeği yatmaktadır.
Biraz daha özelleştirirsek;
“Ulus devlet” anlayışı ve buna karşı “ümmet millet” mefkûresi çatışması var.
Bence gerçek çözüm aranıyorsa herkes direk cumhuriyetimizin kuruluş zamanına ve o zamanın temel felsefesine gitmeli.
Yeni devlet kurulduktan sonra güdülen siyaset ne idi?
Görünen resmi siyasetin ötesinde görünmeyen siyaset ne idi?
Osmanlının toplumsal harcı ne idi? Onun yerine ikame edilen ulusçuluk kavramında ana harç ne idi?
Bana göre her şey Lozan antlaşmasında Lord Gürzon’un ve Haim Naum’un telkinlerinden sonra Türkiye’nin aldığı karar doğrultusunda yaşananlarla başladı.
Zira inanılan şey; yeni devletin “çağdaş muasır medeniyetler seviyesine” gelmesi için dinden uzaklaştırılması gerekmektedir.
Ve işte bunun için tüm yollar mubah kabul edildi.
Ülkenin belirli yerlerinde yapılacak olan icraatlara karşı çıkılması muhtemel kaç çeşit güç varsa hepsinin imha edilmesi gerekmekteydi ve son surat icraatlara başlandı.
Trakya’da irticai faaliyetler adında harekete geçildi ve ne kadar âlim ve fazıl insan varsa idam edildi. (1989 da bir Trakya gezimde Tekirdağ’da misafir olduğum evin sahibi pencerenin ötesindeki bahçenin ağaçlarını göstererek:”bir sabah kalktık ki bu ağaçların her birisinde bir âlim asılmış” demişti)
Egede malum Menemen hadisesi gerçekleştirildi.
Ve doğuda ise Şeyh Said ayaklanması tertip edildi.
İşte Kürt meselesi ne olduysa bu noktadan sonra oluştu.
Dine ve dindarlara yönelik bir hareket Alevileri de içine alarak doğuyu bir bütün olarak etkileyip tüm Kürtleri de içine aldı.
* * *
Bu noktada isterseniz meseleye şöyle bir kuş bakışı bakalım.
Ortada; kimisine göre ulusçuluk, kimisine göre Kemalizm kimisine göre Deccalizm diye bir devlet anlayışı hâkim.
Ve bu anlayış Osmanlının tüm değerlerine savaş açmış.
İslamiyet’i dini ve imanı gericilik olarak telakki etmiş, baş kaldırabilecek beyin takımını imha etmiş böylece tüm dindarları kızdırmış.
Dersim diye bir olay meydana getirmiş binlerce Alevi’yi öldürmüş geri kalanı sürmüş ve Alevileri yaralamış.
Doğuda Kürt diye kimseyi kabul etmemiş, görmezlikten gelmiş asimile politikası gütmüş asla sönmeyen bir ateş yakmış.
Diğer taraftan ülkenin genelinde kamusal alanla özel alanlar arsında sürekli bir ikilem yaşanmış.
İnsanlarımız evinde ayrı, iş yerinde ayrı, resmi makamlarda ayrı kişiliklere bürünmüş.
Velhasıl işte böyle kuşbakışı baktığımızda hiç kimse hayatında memnun gözükmüyor.
İşin en kötü tarafı meydana getirilen bütün bu anaforların hepsi istismara açık dış ve iç güçlerin işini kolaylaştıracak ve ülkeyi her zaman çıkmazlara sokacak zeminlere müsait olmasıdır.
Nitekim son yüzyılda başımızda hiçbir zaman duman eksik olmadı.
* * *
Şimdi “ham çarık kıl çorap” muhabbetine dönecek olursak; bence asıl mesele sadece “Kürt açılımı” olmamalı.
Asıl mesele Türkiye cumhuriyetinin “Sılayı Rahim” etmesidir.
Türkiye demokrasiye sırtını dayamış dedesi Osmanlının elini öpmüş, tüm Osmanlı torunlarına (*) kucak açmış kardeşlik türküsü eşliğinde geleceğe doğru yol almalıdır.
“Ulusçuluk” denemesinin tam bir felaket olduğunu yakın tarihimize bakarak iğrenç bulmalı, yeniden her şey gözden geçirilmelidir.
Yani bu benim görüşümdür.
* Osmanlı torunları: Türk, Kürt, Çerkez, Laz, Alevi, Sünni…