Almanya İkinci Dünya savaşında büyük zayiat görmüş bir ülke… Bu savaşta en çok tahrip olan şehirlerden biri de Aşağı Saksonya Eyaletinin başkenti: Hannover... Hannover, 1852 yıl geriye uzanan geçmişi ile Almaya’nın tarihi şehirlerinden biri...
Almanya‘nın Hannover kentinde bir sivil toplum kuruluşu olarak hizmet vermeye devam eden, ‘‘İslamische Gemeinschaft Jama'at-un Nur’un“ nazik daveti üzerine yıllık izinimi bu şehirde geçirmek nasip oldu. Bu vesileyle Diyanet İşleri Başkanlığı ve bazı sivil toplum kuruluşların camilerini ve çalışmalarını da yakından görme imkanı buldum.
‘‘İslamische Gemeinschaft Jama'at-un Nur’un“ Çalışmalarını Gerçekleştiren Topluluktan Bir Kare
Bu dernek; Hannover ve Niedersachsen Eyaletinde 1996’dan beri yapmış olduğu verimli çalışmaları ve iyi ilişkileriyle kapılarını diğer din mensuplarına da açarak, okul ve sınıf ziyaretlerini başlatmış, karşılıklı dostluk köprüleri kurmayı başarmış, altmış Alman derneği arasında tek Müslüman dernek olarak, din dersinin okullarda verilmesine katkı sağlamış ve bu örnek çalışmalarından dolayı Büyükşehir Belediye Başkanı Stephan Weil‘in aldığı bir karar ile Hannover (Stadtplakkette) Liyakat Nişanı almış bir sivil toplum kuruluşudur. Dernek çalışmaları, yönetimde yer alan ve kurum kültürü oluşturmuş bir ekip tarafınca halen devam ettirilmektedir. Bu çalışmaları yakından takib etme imkanım oldu. Gayretlerinden dolayı kendilerini, birlikte çalıştıkları yönetimi ve ekib arkadaşlarını tebrik ediyorum. Allah gayretlerini arttırsın.
Ahmet Wolf Dieter Aries’in Halen İkamet Ettiği Binanın Girişi
Bu kuruluşta ve çalışmalarda asıl emeği geçen oradaki Müslüman Türklerdir. Fakat, aralarında İslam Dinini seçmiş ve kendilerinden biri olarak gördükleri, köklü bir Alman ailsine mensup, Ahmet Wolf Dieter Aries de yer almaktadır. Ahmet Bey‘le zaman zaman görüşmelerimiz oldu. Son derece nazik olan Ahmet Bey, bir gün bizzat gelerek bizi evinde misafir etmek üzere kaldığımız yerden aldı, yol arkadaşlığı ve tecümanlık yapmak için de bize refakat eden İsmail Erdem Ağabey ile birlikte evlerine götürdü. Tarihi eşyalarla süslü ve zengin kütüphanesiyle göz dolduran evini gezdirdi, ikramlarda bulundu. Ayrıca Cuma günleri Cuma namazlarında birlikte olduk. Sohbeti tatlı mütebessim yüzlü 75 yaşlarında gerçek bir beyefendi olarak hafızamızda yer eden Ahmet Bey’in yüzünde, imanın verdiği huzuru ve güzelliği görebilmek mümkündü.
Ahmet Wolf Dieter Aries’i Kütüphanesi
Ahmet Wolf Dieter Aries; Aristokrat bir Alman ailesinde çocukların alması gereken eğitimlerin tamamını almış. At binmiş, müzik dersleri almış, sosyal ve özel aktivitelerde bulunmuş. Taitllerinin bir çoğunu İngiltere’de geçirmiş. Lâik, Lutherci bir hayat ortamında yetişmiş. Liseden sonra askerlik eğitimini almış, teğmen olmuş ve sonra yedek subay olarak askerliğini yapmış. Askerliliğini bitirince yeniden psikoloji okumuş. Hannover′de bir pedagojik projede asistanlık yapmış. Araştırma enstitüsünde değişik çalışmalarda bulunmuş. Ve halen Hannover’de bu çalışmalarını sürdürüyor. Yetişkinlerin eğitimi ile ilgili Halk Eğitim Merkezlerinde 20 yıl kadar çalışmış. Bu konuda Almanca ve İngilizce olmak üzere elliden fazla eser yayınlamış.
Ahmet Aries‘in geçmişi köklü bir Alman ailesine dayanmaktadır. İsterseniz bundan sonraki hayat öyküsünü kendisinden dinleyelim:
Ahmet Wolf Dieter Aries‘in Çalışma Odası
“Alman asıllı aristokrat bir aileyiz. Dedelerim; 19. yüzyılda Almanya’nın değişik şehirlerinde yaşamış ve son olarak Saksonya’ya yerleşmişler. Dedem II. Abdülhamid döneminde bir müddet İstanbul’da yaşamış ve orada inşaat işleriyle uğraşmış. Alman devletinin belirli kademelerinde çalışmış. Babam I. Dünya Savaşı’ndan önce hukuk eğitimini almış. Ailemizde askeri görevlerde çalışmak bir gelenek haline geldiği için babam da bu geleneği bozmayarak yedek subay olarak askerliğini yaptı. Daha sonra bir bankada hukuk müşaviri olarak çalıştı. Annem ise ev hanımıydı.
II. Abdülhamid’in Bir Fotografı
Ben aristokrat bir aile ortamında yetiştim. Böyle bir ortamda yetişmem hayatımı ve hayata bakış açımı oldukça etkiledi. Çünkü eğitimim de böyle bir ortamda devam etti. Dini yaşantımız, Prusyalı Alman teolog Martin Luther′in kurmuş olduğu Luthercilik mezhebi üzereine devam ediyordu.
İkinci Dünya Savaşının başlamasıyla birlikte Berlin’i terk ederek akrabalarımızın yanına Pomerine’ye gitmek zorunda kaldık. Orada ana okulunu okudum ve ilkokula başladım. Savaşın bitmesiyle birlikte tekrar Berlin’e döndük ve böylece ilkokulu da Berlin‘de tamamlamış oldum“.
On Dört Yaşındayken Müslüman Oldum
“Müslüman oluşumun hikayesi oldukça ilginçtir. On dört yaşında ergenlik çağında bir genç iken İslâm’ı seçtim. Bazı insanlar bunu anlamakta güçlük çektiklerinden Müslüman olmama bir neden arıyorlar. Halbuki ben bunu yaratılışımın bir gereği ve özüne bir dönüş olarak görüyorum. Çünkü "Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar. " Buyuruyor, Kainatın Efendisi (asm). Yüce Allah da; “O halde (Habibim) sen yüzünü bir muvahhid olarak dine yönelt. Allah’ın insanları yaratmasında esas aldığı o fıtrata (yaratılışa) uygun hareket et. ” Buyurmaktadır, Rum Suresi 30. Ayette.
Evet; yaşım ilerledikçe ruhumda ve iç alemimde bir şeyler oluyordu. O zaman Berlin‘de yaşıyordum. Bir Yaz günüydü, henüz 14 yaşlarındaydım, yürüyüş yapıyordum. Tam o sırada, birden “La İlahe İllallah” yani “Allah birdir” dedim. İşte benim Müslüman olmam bu şekilde oldu. İslâm Dini hakkında babamın kütüphanesinden kalma okuduğum kitaplardan bir kaç şeyin dışında başka bir şey bilmiyordum. Bildiğim bir tek şey vardı o da Allah’ın sadece tek ve bir olabileceğiydi. “Allah Sadece tek ve bir ise, Hz. Muhammed’in dedikleri de doğru olmalı” dedim. Akıl yürüterek bu şekilde Müslüman oldum Elhamdülillah. Psikolojik açıdan bakıldığında aslında bu normal bir gelişmedir. Çünkü o yaştaki herkes hayatı ve kendini sorgular ve “Allah var mı, yok mu?” diye kendine sorular sorar. Ben de kendimi sorguladım ve Rabbim bana doğru yolu gösterdi. O zamanlar birisi bana 60 yıl sonra aktif bir şekilde İslâm’ı anlatacağımı ve bu konuda dersler vereceğimi söyleseydi, belki ona gülerdim. “
Müslümanlık Hayatımın Bir Parçasıdır
“Ben Müslüman olarak okudum, ama bana kimse sormadıkça Müslüman olduğumu söylemiyordum. Dini kendi içimde yaşamaya çalşıyordum. Daha sonra bunun yeterli olmadığını ve sünnetin de ne derece önemli olduğunu öğrendim. Liseden mezun olduktan sonra Hz. Muhammed (asm) ve sünnetiyle tanıştım. Onun hayatını ve hadislerini okudukça öğrendiğim bilgiler, beni çok etkiliyordu. Bu da hayatımda önemli değişiklikleri beraberinde getiriyordu. Tabiî bu normaldi. Çünkü yaşadığım hayat çok farklıydı. Ama şunu söylemem gerekiyor ki; ne üniversite, ne de askerlik hayatımda, hiç bir zaman Müslüman olduğumu saklamadım. Biri sorduğunda çekinmeden Müslüman olduğumu söylüyordum. Çünkü Dinim hakkındaki inancım net ve kesindir. Nasıl saçımın kahverengi olduğunu biliyor ve inanıyor isem, dinimin de İslâm olduğuna öyle inanıyorum. Müslüman’ım demek benim için bir şereftir. Çünkü o, benim hayatımın bir parçasıdır. “
Kişiliğimin Oluşumundaki Temel Unsur İslâmdır
“İslâm benim kişiliğimin çok önemli bir parçası ve kesinlikle alternatifi olmayan bir değerdir. Çünkü kişiliğimin oluşumundaki temel unsur İslâmiyettir. Ama ibadetle tanışmam çok yavaş gelişti. Benim için ilk adım Allah’ı bulmaktı, ikinci adımım ise İslâm’ı yaşamaktı. Bu bende zamanla oluştu. Tabi bunu Müslümanlara anlatmak biraz zor. Yetişkin olarak İslâm’ı seçen insanlar İslâm’ı hemen yaşamaya başlıyorlar. Yıllar sonra benim gibi ergenlik çağında Müslüman olan kişilerle tanıştım, nasıl Müslüman olduklarını sordum. Onlar da benim gibi İslâm’ı daha sonra yaşamaya başladıklarını söylediler. Biz ilk etapta tek Allah inancını ve Kur’ân-ı Kerim’i ve Hz. Muhammed’i seçtik. Daha sonra sünneti ve ibadeti öğrendik. Ama bu yol benim dine olan inancımı daha çok güçlendirdi. Ben İslâm’ı 14 yaşından itibaren seçtikten sonra onu hep korudum ve bu güne kadar hiçbir geri adım atmadım. Zaten hâlen 75 yaşımda Müslüman olarak kalmam da bunun bir göstergesidir. Çünkü benim dinî hayatım benimle büyüdü ve kişiliğimin temelini oluşturdu. Müslüman ülkelerde yaşayanların bizim yaşadığımız şeyleri anlamaları çok zor.
Size Türkiye’de yaşadığım bir olayı anlatayım: Türkiye’de otelde eşim vefat ettiği zaman, otel görevlileri benim için ne yapabileceklerini sordular. Ben onlardan bir seccade istedim. Daha sonra da Kıblenin ne tarafta olduğunu sordum. Oradaki Türkler şaşırdılar. Benim hanımım vefat etmiş ve ben namaz kılmak istiyorum. Bu benim için çok tabiî bir şey. Çünkü o anda benim daha çok namaza ve İslâm’a ihtiyacım vardı.
Tabiî ki ilk namazımla şu an kıldığım namaz arasında çok büyük bir fark var. 60 yıl içerisinde nasıl kendim ve dinimi geliştirdiysem, namazım ve diğer ibadetlerim de öyle gelişti. Bu süreç içerisinde namazı daha da iyi yorumlayabiliyorum. Çünkü Müslümanlık, bir çocuğun gelişmesi gibidir. Hayatı boyunca devam eden bir süreçtir.
Meselâ Fatiha Sûresi benim için ilk günle bugünü kıyaslarsak aynı anlamı taşımıyor. Hayatta çektiğim sıkıntılar, problemler, 30 yıllık evliliğim, çocuklarım ve onların eğitimi ve iş hayatım bana Fatiha Sûresini başka bir gözle bakmamı sağladı. Şimdi Fatiha’yı okuduğum zaman daha derin ve içten okuyorum. 14 yaşında buna sahip değildim. İnsan dinini korumak istiyorsa, bunu tamamen benimsemesi ve kişiliğinin bir parçası olarak görmesi gerekiyor. Nasıl insan zaman içerisinde olgunlaşıyorsa, dinî hayatı da bu şekilde olgunlaşmalıdır. “
Kur′an Hayatımızın Herşeyidir
“Kur’ân Allah tarafından vahiy yoluyla gönderilen bir kitap. Bunda hiçbir şüphe yok. Hayatımda yaşadıklarım Kur’ân’ı farklı görmemi sağladı. Ayrıca ben bir Avrupalı olarak Kur’ân’ı, meselâ Türkler ve Araplardan farklı okuyorum. Kur’ân’ın tercümeleri günümüzde birer Kur’ân yorumlaması... Ben değişik Kur’ân meallerini toplattım. Üniversitede ders verirken öğrencilerime aynı metnin değişik meallerini veriyordum. Bu şekilde onlara aynı metnin nasıl farklı okunduğunu ve anlaşıldığını göstermeye çalışıyordum. Sorun şu ki, bir çok Avrupalı olmayan Müslüman, bu çeşitli meallerin ve yorumların farkında değil veya buna anlam veremiyorlar. 1963’den 2009’a kadar olan mealleri ele alırsak bunların hepsinin aynı metin olmalarına rağmen, farklı yorumların olduğu anlamına geliyor. Burada önemli olan şey ise, Kur’ân-ı Kerim’in aslı olan Arapçasının bozulmadığı ve bozulmayacağıdır. Bizim görevimiz bunu anlamaktır. Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerim’i düşünenlerin anlayacağını söylüyor. Bu hitaba Avrupa’daki Müslümanlar da dahildir. Yani günümüzde Avrupa’da da Kur’ân’ı tam anlamıyla yaşayabiliriz. Bunun için de sürekli Kur’ân-ı Kerimi okumalı ve yaşamaya çalışmalıyız. Hatta Kur’ân-ı Kerim’i çantamıza koyup gittiğimiz her yerde okumalıyız. O bizim hayatımızın bir parçası, hatta her şeyi olmalı. “
İslâm En Üstün Bir Sistemdir
“Ben Almanya’da ve iş hayatımda bir Müslüman olarak çok farklı tecrübeler elde ettim. Çoğu insanlar benim Müslüman olduğumu anlamadılar. Bazı iş arkadaşlarım bile şu an Müslüman olduğumu hâlâ bilmiyordur. Askerlikteyken de zaten hiç söz konusu değildi. Bir çok kez bazı insanlar benim yanıma gelip bana dikkatli bir şekilde Müslüman olup olmadığımı sordular. Ben daha soruyu sormadan bu kast ettiklerini anlayıp “Evet Müslüman’ım” diyordum. Bir Alman olarak Müslüman olmamda hiçbir problemim yok. İnsanlar çok şaşırıyordu. Bazı Türk arkadaşlarım bile benim Müslüman olduğumu sonradan anladılar. Ve değişik tepkiler verdiler. Bazı Türk arkadaşlarım beni deli sandılar, diğer Müslüman Türk arkadaşlarım da benim Müslüman olmamdan çok mutluydular. Ama bir bakımdan da hep bir soru işareti oldu insanlarda. Meselâ koleje müdür olarak atanacağım zaman insanlar “Bir Müslüman’ı müdür yapabilir miyiz ki?” diye düşündüler. O zaman benim partiden arkadaşlarım “Olur tabiî, niye olmasın?” dediler. Ve ben müdür oldum. Ondan sonra hiçbir zaman birisi bana “Sen Müslüman mısın?” diye sormadı. Bazı zamanlar dışlandığım da oldu tabiî, ama bu daha çok Hıristiyan temeli olan kişiler tarafından oldu.
Bir takım insanlar bana şaşkınlık içerisinde nasıl Müslüman olabildiğimi sordular. Bu insanları benim normal bir şekilde yaşayışım etkilemiş olabilir. Günlük hayatta da sorun yaşadığım oluyordu. Özellikle aşırı fundamentalist veya aşırı ateist insanlarla karşılaştığımda bunların Türk veya Alman olması fark etmiyordu. Böyle durumlarda çok sıkıntılı anlar yaşayabiliyordum. Bu fiziksel bir saldırı yaşadığım anlamına gelmiyor tabiî ki... Genellikle çok ağır sözlü saldırılar oluyordu. Dinini yaşamayan Türk ve Arap Müslümanlar bana, “İslâmiyet’in ne olduğunu bilmediğimi, onun için İslâm’ı seçtiğimi” söylüyorlardı. Çünkü onlara göre İslâmiyet’in bir değeri yoktu. Ama ben onları İslâmiyet’in Alman toplumunda dahi var olabilecek üstün bir sistem olduğunu anlatıyor, ikna etmeye çalışıyordum.
İslâm adına aktif olarak çalıştım ve halen çalışmaktayım. Örnek olarak İslâm Dünya Kongresi’nde Almanya’da yaşayan ve çalışan Müslümanlar için bir şeyler yapmaya çalıştım. Çalışmalarımın ilk sonucunu 1974 yılında aldım. Bu ilk çalışmam Müslüman Derneği için hazırlanan bir tüzük idi. Almanya’ya işçi olarak gelen Türkler ibadet edebilmek için bir bina kiralamışlardı. Biz onlara bu başvuruyu kişi olarak mı, yoksa dernek olarak mı yaptıklarını sorduk. Bu binayı kişi olarak kiralamaları onlar için bazı sorumluluk, haklarında sorun teşkil edebilirdi. Bu konuda kendilerine gerekli bilgileri hazırladım. Onların bunu dernek adına yapmadıklarını duyunca, benim ricam üzerine bir arkadaşım dernek tüzüğü hazırladı. Bu tüzükten zaman içerisinde ileride cami tüzüğü oluştu. Ve Almanya’nın birçok yerinde aynı usûl uygulandı. Elhamdülillah, bu Almanya’da Müslümanlar için faydalar çok sağladı. O zamanlar sayımız az da olsa biz “Alman Müslümanlar” işlerimizde çalışıyor, Almanya’daki siyasî partilerle ilgileniyor ve hepimiz birçok dernekte görev alıyorduk. Yani tipik bir Alman hayatı yaşayarak topluma uyum sağlıyorduk. Ama bu toplumda Müslüman olarak hareket ediyorduk. Ve bu şekilde Müslümanlara hizmet ediyorduk, halen ediyoruz ve etmeye devam edeceğiz inşallah. “
Evlilik Hayatına Gelince
Ahmet Wolf Dieter Aries’in Bir Aile Fotografı
Aile fertleri olarak yüksek okullarda okuduk ve üniversite eğitimi gördük. Hepimiz tipik Alman ailelerindendik. Ve hepimiz iş hayatımızda başarılıydık.
“1969 yılında Hannover’de Müslüman olmayan bir doktorun kızı ile evlendim. Eşim babasının yanında hem hemşire olarak çalışıyordu, kayınvalidem yıllar önce öldüğü için hem de babasına ev işlerinde yardımcı oluyordu. Bu yardımseverliği ve sorumluluk duygusunu taşımasından dolayı onunla evlendim. Çok mutlu bir evliliğimiz vardı. Daha sonraki yıllarda iki oğlumuz dünyaya geldi. Onlar artık büyüdü üniversiteyi bitirdiler. Birisi bilgisayar bilimleri, diğeri ise coğrafya okudu ve iş hayatında çok başarılı oldular. Günterloh’da çok mutlu bir yaşantımız vardı. Oğullarım orada büyüdü. Türkiye’de geçirdiğim uzun tatil dönemlerimiz oldu. Fakat son Türkiye tatilimiz de eşimi kaybettim. Said Nursî’nin kongresine gitmek istiyorduk ve bunu bir tatille birleştirmiştik. İşte bu tatilde eşimi kaybettim. Onun ölümünden sonra Hannover’e taşındım. Eşimin ölümünden sonra emekli oldum ve iş hayatımdan çekildim.“
***
Ahmet Bey, Türkiye‘yi çok seviyor. Onun için burada geçirdiği uzun tatil dönemleri olmuş. Eşiyle birlikte gerçekleştirdikleri son Türkiye ziyaretlerini de özellikle, İstanbul’da Bediüzzaman hakkında yapılacak bir kongreye katılacak şekilde planlamışlar. İstanbul‘da tatilini geçirirken eşini kaybetmiş. Eşinin ölümünden sonra iş hayatına son vererek emekli olmuş ve halen Hannover’de hayatını sürdürmktedir. Allah hayırlı ve uzun ömürler versin.
* Yazının hazırlanmasında 24 Temmuz 2012 tarihli Yeni Asya Gazetesi’nde Mustafa Ablak tarafından yayımlanan otobiyografiden istifade edilmiştir.