بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
1987-1991 yıllarında 3 öğretim yılı E tipi kapalı cezaevinde Medeniyet Tarihi dersleri verdim!
Cezaevi koğuşuna tam kilitli 7 kapıdan geçerek ulaşıyorduk.
Mahkumların ortasında kapı kilitli ve korumasız olarak ders anlatıyordum.
Benim gibi 5-6 öğretmen daha çeşitli derslere giriyordu; din dersi ve ahlak, felsefe ve mantık vb.
Görevli olduğumuz okullarda çalışırken bir program dahilinde ücretli olarak cezaevi derslerine de giriyorduk.
Bu az ücretli çok rizikolu dersleri çok az öğretmen tercih ediyor ve öğretmen bulmakta sıkıntı çekiliyordu.
Bu E tipi cezaevinde sayısız acayiplikler gördüm.
Benim için en acayip ve acıtıcı olanı ise Türkiye çapında tanınmış bir nur talebesinin oğlunun da burada olmasıydı.
Zengin babasıyla geçinemiyor ve çeşitli suçlara bulaşıp hapishaneye girip çıkıyordu.
Karşılaştığımızdaki suçu ise; babasının parasını çalıp gazino kapatması üzerine babasının şikayetiyle tutuklanmasıydı.
***
Adeta her ay yeni bir hapishane yapılacak duruma gelmişiz!
Türkiye'deki hapishaneler kapasitesinin çok üstünde doluluğa sahip olup adeta her ay yeni bir hapishane yapılacak hale gelmişiz.
Ayrıca ve özellikle 2005’e kadar her bin fertten 1 tutuklu ve mahkumken bugün 278 kişiden 1’e düşmüştür.
Hapishanelerdeki tutuklu sayısı 2019 yılı resmi rakamlarına göre 287 binin üzerine çıkmış!
Tarih boyunca suçsuz bir toplum olmamış.
Çünkü nefis:
“Alabildiğine kötülüğü emreden (nefs-i emmâre (Yûsuf 12/53) ve kişiyi günaha yöneltmek için fısıltılar halinde sürekli telkinde bulunan” (Kāf 50/16; Necm 53/23) bir güçtür.
Nefis şeytandan daha tehlikelidir. Çünkü şeytan çok defa nefsi alet ederek insanı suça bulaştırır.
Bu gerçeği Hz. Peygamber (asm) şöyle ifade etmiştir:
“Eğer siz günah işlemeseniz, Allah günah işleyip tövbe eden bir toplum yaratırdı, onlar bağışlanma diler, Allah da onları bağışlardı.” (Müslim, Tevbe, 9-11)
Üstad Said Nursi ise; başta Meyve Risalesi'nde bu konuyu yoğun ve özgün bir şekilde 6 boyutuyla işler!
"Kader tokatı yiyip hapse düşen mahkumlar..." ifadesini kullanır.
Modern kriminoloji verilerine göre sağlıklı toplum azami 10 binde 1’i suça karışmış toplummuş!
Bir kısım suçluların kayıtlara giremediğini düşünürsek bu oranın az olmadığını anlarız!
Türkiye bu rakamlara göre Amerika ve Rusya'nın ardından en yüksek tutukluya sahip üçüncü ülkeymiş.
Türkiye’de 19-25 yaş grubu, suçluluğun zirvesinde olan yaşlar.
- Cezası infaz edilip de cezaevinden çıkan hükümlülerin yüzde 28,2’si, 22-29 yaş grubu.
- Yüzde 34,4’ü ise 30-39 yaş grubu. (Bu yaşlar cezaevinden tahliye yaşıdır, suç işleme yaşı çok aşağılardadır.)
-25-35 yaş arasında suçta hız oranı düşüyor."
Peki neden böyle?
“Çünkü gereksiz yere cezaevine koyduğumuz insanlar var.”
Örneğin, cezaevi nüfusunun en kalabalık grubu uyuşturucu madde suçlarından tutuklu ve hükümlüler.
Bunlar 80 bin kişi civarında ve tahminen yarısından fazlası kullanıcı.
“Şayet kullanıcıları hapse atmak yerine kanunun ilk şeklinde olduğu gibi tedavi ve terapi uygulasak, yarın 40-50 bin kişi çıkar.”
Diğer bir örnek:
“Tutuklamaları azaltsak, etkili adli kontrol yöntemi uygulasak 30-40 bin kişi daha çıkar.”
“Ceza adaletinde esas sorun kanunlarımızda değil.”
“Sorun, hukuka uygun etkin uygulama yapma iradesinin olmaması.”
“Yetkili makamlar bu iradeyi ortaya koyduğu gün, tutuklama, ifade özgürlüğü ve adil yargılanma gibi alanlarda yaşanan sorunların büyük çoğunluğu çözüm bulur.”
Gazetelerde yer alan görüşleriyle:
Kaynak 1- Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin Ceza Hukuku ve Hukuk Tarihi Hocalarından Prof. Dr. Mustafa Avcı.
Kaynak 2- Prof. Adem Sözüer. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku anabilim dalı başkanıdır. Bu konularda yayımlanmış çok sayıda akademik eser ve makalesi bulunuyor.
***
Manevi çözüm için cihat ve sorumluluk!
-Türkiye'nin mapushane gerçeği bu merkezde ise müsbet hareketi şiar edinen, imani yaraları tedaviyle görevli, milyonlarca nur talebesi ne iş yapmaktadır?
-1935’ten 1985’e kadar -70 sene- hemen hemen kesintisiz ve yoğun şekilde hapse düşen Nur talebeleri bu sorun hakkında ne düşünmekte ve hangi çözümleri üretip projelendirmişlerdir?
Çünkü damdan düşenin halini yine damdan düşen anlar!
İnsanların duyu eşik ve duvarları olduğu gibi; toplumlarında acı ve duyu eşikleri vardır. Fakat toplumsal eşikler genellikle aşıldıktan sonra görülür ve anlaşılır! Çünkü bu acı ve sınırları keşfedecek bir reseptör henüz keşfedilmemiştir.
Aynı zamanda acı ve ızdırap bir çizgiden sonra hissedilmez hale gelir ve yok sayılır. İşte tehlikenin başladığı nokta burasıdır.
Bu mesele vatan millet meselesi olduğundan; suçlu suçsuz hak eden etmeyen Nurcunun ilgi ve görev alanında değildir!
Nurcunun görevi, toplumsal itfaiye ve iyileştirme olmalı!
Resmi kurum ve kuruluşlarla iş birliği içinde manevi görevini mazeret üretmeden yerine getirmelidir!
Bildiğim kadar İzmir'de bir grup fedakâr insan 15 yıldır bu görevi yerine getirmek için çırpınıyor!
Türkiye hapishanelerine Risale-i Nur ve bu nuru yansıtan yayınlarla; Hapishanelerimize nur ve ışık saçıp; hapishanelere güneş doğdurmaya çalışıyorlar!
-Başka sistemli iş yapanlar varsa lütfen kamuoyunu haberdar edip umut verelim!
1943 yılında haksız ve mesnetsiz iddialarla talebeleriyle birlikte Denizli hapsine konulan Bediüzzaman tam da bu sorulara odaklanarak Meyve Risalesi’ni yazar.
Meyve Risalesi, hayatını karartmış insanların nasıl yeniden hayatlarını kurabileceklerine, sönmüş umutlarının nasıl canlanabileceğine dair nurlarla doludur.
Meyve Risalesi ve diğer nur risaleleri ne zaman mahkumlara ulaşacak?
- Ne gün bu yaralar sarılacak?
- Neyi bekliyoruz niye bekliyoruz!
- İş işten geçince genellikle olduğu gibi; demiştim, yapmıştım hamasetleri mi satacağız?