Mehmet Paksu’nun yazısı
İsra suresinin 32. ayetinde Cenab-ı Hak, "Sakın zinaya yaklaşmayın!" buyuruyor. Buradaki "yaklaşmayın" emrinden hareketle İslam fıkıh alimleri insanı zinaya götürebilecek her türlü amelin yasak olduğunu ifade etmişlerdir. Müstehcen resim veya görüntülere bakmayı da bu kategori içinde mütalaa edebiliriz. Bu sebeple bu tür resimlere bakmak caiz değildir.
Çünkü bir hocamızın ifadesiyle bütün günahlar ve ahlâkî bozulmalar müstehcene bakışla başlar, bakışın ısrarıyla gelişir, sonra fiilî günaha dönüşür. Üstelik gözler baktıklarının resimlerini de çeker, hayal arşivinde depo eder. Nereye gitse, nerede olsa artık çektiği bu resimler, hayal âleminde gözlerinin önündedir.
Böyle bir bakışın içine nefsani duygular karışacağı için bakmak caiz değildir.
“Hem Kur’ân merhameten kadınların hürmetini muhafaza için hayâ perdesini takmasını emreder. Tâ hevesât-ı rezîlenin ayağı altında o şefkat madenleri zillet çekmesinler. Âlet-i hevesât ehemmiyetsiz bir metâ hükmüne geçmesinler. Medeniyet ise kadınları yuvalarından çıkarıp perdelerini yırtıp beşeri de baştan çıkarmıştır.” (Sözler, s. 381)
Toplumun bozulmasını netice veren sebeplerden birisi bu sözlerde ifade edildiği gibi, kadınların yuvalarından çıkıp ölçüsüz bir şekilde topluma karışarak, hürmete lâyık bir varlık iken ehemmiyetsiz bir eşya hâline gelmesidir. Bu durumdan kadınlar kendilerine olan hürmeti kaybettikleri gibi, toplum fertlerinin de bozulmasına sebep olmuşlardır.
Açık saçıklığın başını alıp yürüdüğü, hayâ perdesinin ayaklar altına alındığı bir zamanda, Müslümanın vazifesi daha da ağırlaşmakta, imanını muhafaza için daha çok titiz davranması gerekmektedir. Çünkü artık toplumumuzda kadının girmediği yer kalmamış gibidir. Çarşıda, pazarda, otobüste, vapurda, resmî dairelerde çoklukla bulunmaktadır. Bu vaziyet karşısında Müslümanın kendisini toplumdan ayrı ve uzak tutması, her şeyden el etek çekmesi düşünülemez. Fakat inancının icabı bazı prensiplere uymak durumundadır.
İnsanın kendisine yabancı olan kadınla, kadının da kendisine yabancı olan erkekle münasebeti sınırlıdır; belli ölçülere tâbidir. Rabbimiz mü’min erkek ve kadınlara şöyle buyurur:
“Mü’min erkeklere söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, mahrem yerlerini korusunlar. Bu onların arınmasını daha iyi sağlar. Allah yaptıklarınızdan şüphesiz haberdardır. Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar...” (Nur Sûresi, 24/30-31)
Bu âyetlerde açık bir şekilde, mü’min erkeklerin kendilerine yabancı olan nâmahrem kadınlara, kendilerine nikâhları düşen hanımlara; kadınların da kendilerine yabancı olan erkeklere bakmamaları bildirilmektedir.
Yasaklanan bu bakışın sınırı ve mahiyeti nedir, nasıl olacaktır?
Âyette geçen “gözleri kapamaktan” maksat, gözleri kapatıp başı yere eğerek yürümek, dolaşmak değildir. Zaten bu şekilde davranmak da mümkün değildir. Bir insan tâbiî olarak karşılaştığı erkeği ve kadını görür, bakar. Ancak burada anlatılmak istenen husus, karşı cinse şehvetle, cinsî bir duygu besleyerek bakmaktır. Şehvetle bakmanın ölçüsü de, devamlı olarak birkaç sefer bakıp durmaktır. Bu ölçüyü de Resul-i Ekrem Efendimizden (a.s.m.) öğrenmekteyiz. Bu hususta Hz. Ali’ye şöyle buyurmuşlardır:
“Yâ Ali, arka arkaya bakma! Birinci bakış hakkındır, fakat ikinci bakışta hakkın yoktur.” (Ebû Davud, Nikâh: 43; Tirmizi, Edeb: 28)
Karşı cins insanın gözüne iliştiği zaman, gözlerini ayırmadan bakıp durmamalı, başını çevirmeli. Böylece şehvetle bakma sınırına da yaklaşmamış olur. Çünkü umumiyetle fuhşun kapısı önce bakışla aralanır. Daha sonra diğer kapılar birbirini açar. Bu sebepten zinaya açılan ilk kapı böylece kapanmış sayılır.
Fahrüddin Râzi, tefsirinde Tevrat’tan şu cümleyi nakletmektedir:
“Harama bakış kalbe şehvet tohumunu eker. Her şehvet de insanda derin hüzünler doğurur.”
Kalbe düşen her günah tohumu, müsait zemin bulup yeşerirse insanın mânevî hayatını tehlikeye sokar. Bir mâneviyat büyüğü olan Zünnün Mısrî’nin dediği gibi, “Gözleri günahlara kapamak korunmanın en güzel yoludur.”
Kendisini haramdan muhafazaya çalışan Müslümanın durumunu da Peygamber Efendimiz (asm) şöyle anlatmaktadır:
“Bir kadının güzelliği bir Müslümanın gözüne çarpar da ondan gözünü çevirirse, Cenab-ı Hak o Müslümana lezzetini kalbinde duyacağı bir ibadet bahşeder.” (Müsned, V/264)
Bilindiği gibi erkeğin erkeğe ve yabancı kadınlara avret sayılan, göstermesi haram olan yerleri, müçtehidlerin ekserisinin görüşüne göre diz ile göbek arasıdır. Kadının da kendi mahremleri dışındaki erkeklere karşı avret sayılan, caiz olmayan yerleri el ve yüzün dışında kalan vücudunun tamamıdır.
Buna göre kadının, bir erkeğin vücudunun, göbekle dizi arası dışında kalan yerlerine şehvetsiz olarak ve tekrar edilmeden bakması caizdir. Erkeğin de, kadının el ve yüzüne şehvet hissi olmadığı takdirde bakması helâldir. Ancak cinsî bir zevk duyarak erkeğin veya kadının birbirlerinin bu kısımlarına bakmaları yasak sınırına girer.
İnsan, gerek iş hayatında, gerekse bazı zaruret hallerinde, kendisine yabancı olan kadına bakabilmektedir. Yukarıda, mealini verdiğimiz âyetin tefsirinde Tefsir-i Kebir sahibi Fahrüddin Râzi, bu zaruretleri şu şekilde tasnif etmektedir:
İnsan, evlenmeye niyet ettiği kadının yüzüne ve ellerine bakabilir. Nitekim bir defasında Ebû Hüreyre, Peygamberimizin yanında bulunurken bir adam gelerek, Ensar kadınlarından birisiyle evlenmek istediğini söyler. Peygamberimiz, “O kadına baktın mı?” diye sorunca, o zat, “Hayır!..” der. Peygamberimiz tekrar, “Öyleyse git, ona bak, çünkü Ensar'ın gözlerinde bir şey vardır” (Müslim, Nikâh: 74) buyurur. Bu hususta şehvetle de olsa bakılabileceği kaydı zikredilmektedir.
Mahkeme huzurunda, hâkimin veya şahitlerin kadını tanımaları için bakmaları, caizdir. Çünkü burada bir haksızlığın giderilmesi ve bir hakkın yerine gelmesi bahis mevzuudur. (et-Tefsîrü’l-Kebîr, XXIII/203
Fetevâ-yi Hindiye’de şu cümleleri görmek mümkündür:
“Fitne ve şehvetten korkulmadığı takdirde, kadının eline ve yüzüne bakmak mubahtır.” (Fetevâ-yı Hindiyye, V/329
Yine el-Mühezzeb isimli eserde, “Zaruret olduğu takdirde bir tüccar, yüzü açık bir kadına bakabilir. Kötü bir niyet olmazsa Allah indinde mes’ul olmaz.”(el-Mühezze, II/34) denilmektedir.