Kâinatta görünen hareketlerin mütenevvi lezzetlere, mahlûkatta müşahede edilen faaliyetlerin çeşitli zevklere medar olduğu nurlu eserlerde bildirilmektedir. Çeşitli zevklerin ve mütenevvi lezzetlerin sadece faaliyetlerin neticelerinde değil, harekâtın bizzat içine de dercedildiği bilinmektedir. O halde lezzeti ve saadeti hareket ve faaliyetin bizzat kendisinde aramak gerekmektedir...
Nurlu külliyatta bu mana şöyle ifade edilmektedir:
“Ey sa’y ve ameldeki lezzet ve saadeti bilmeyen tenbel insan! Bil ki: Cenab-ı Hak, kemal-i kereminden, hizmetin mükâfatını, hizmet içinde dercetmiştir. Amelin ücretini, nefs-i amel içine koymuştur. İşte bu sır içindir ki, mevcudat hattâ bir nokta-i nazarda camidat dahi, evamir-i tekviniye tabir edilen hususî vazifelerinde, kemal-i şevk ile ve bir çeşit lezzet ile evamir-i Rabbaniyeyi imtisal ederler. Arıdan, sinekten, tavuktan tut; tâ Şems ve Kamer’e kadar her şey kemal-i lezzetle vazifesine çalışıyorlar.” (Lem’alar, 123)
Evet, kâinatta nihayet derecede büyük cirimler ile küçük cisimlerin daimi bir surette hareket ettikleri ilmin dürbünü ile görülmektedir. Kudret-i ilahiye ile şemsin kendi merkezindeki hareketi ve bu hareketten tevellüd eden kuvve-i cazibe olmasaydı seyyareler namütenahi feza-yı mutlakta düşeceklerdi. Atomun çekirdeğinde proton ve nötronlar hareket ettirilmeseydi madde sukut edecek, belki de kıyamet gerçekleşecekti...
Hayat-ı insaniyenin sıhhat içinde devamı için hüceyrata sürekli kan sevkiyatı gerekmektedir. Deveran-ı kan kalbin sükûtu ile dursaydı, yani kalp faaliyetini durdursaydı, insan hayatı sona erecek mevt vukua gelecekti. Akyuvarlar, bedene giren mikropları öldürmek için sürekli hareket etmektedir. Demek hareketsizlik; cemadatta sukutu, hayvaniyet ve beşeriyette mevti netice vermektedir. Ve Hâkeza...
Aynen öylede; dide-i ekvan, misafir-i Rahman insanın manevi hayatının kemal içinde saadet ve lezzeti de akli, kalbi ve ruhi harekâtı iktiza etmektedir. Yani; insanın hikmet-i hilkatini tahakkuk ettirebilmesi, arş-ı kemalata erişebilmesi için aklın tefekkür ile kalbin tezekkür ile harekete geçmesi, ruhun inkişaf ve inbisatının temin edilmesi gerekmektedir...
Nurlu eserlerde geçen; “harekât-ı fikrîye, seyahat-i kalbiye, inkişafat-ı ruhiye” gibi ifadeler bu manayı teyit etmektedir. Evet insanın manen terakkisi, latife ve cihazlarının hareketine vabeste olduğu görülmektedir. Dünya ve uhra adına değişmez hakikat; hareket ve faaliyetin olmadığı yerde önce yalpalama, sonra kayma, sonra sapmalar vukua gelmektedir...
Bir müminin hamiyeti, gayreti ve hakka davette ciddiyeti sahip olduğu ilim, irade ve himmeti nispetinde tahakkuk etmektedir. Ahiret adına tedarik faaliyetine ibadet ve hasenat ismi verilmektedir. Tefekkür, bişuur mahlûkatla şuurane tanışma faaliyeti olarak isimlendirilmektedir...
Maneviyat ve kemalat adına insanda iki hareketin daimi olması gerekmektedir. Birincisi içe dönük mahfi hareket, diğeri dışa yönelik harici faaliyettir. Birinci hareket ile nefsin tasaffi ve terbiyesi, ikinci hareket ile akıl ve kalbin inkişafı gerçekleşmektedir. Bu iki hareket ile ruhu tehdit eden nefis ve enaniyetin zararları bertaraf edilmekte, harici tehditler engellenmektedir...
İman hizmetine dair vazifeler mevzuunda mazeret üretenler, tembellik edenler, binbir bağlarla mukayyed kimseler birinci tabaka-ı hayatta..
İman hizmeti adına her yere gidenler, her işe yetişenler Hızırvari bir hayat tabakasında..
Rıza-yı Rahman'ı tahsil namına Kur’an hizmetinde her fedakârlığı çekinmeden ifa edenler, bu uğurda can û cananı feda edenler manen şüheda hayatı gibi bir makama terakki etmektedir.
Dini ve davası için yapılması gereken hizmetleri yerine getirmeyenler, manen cemadat derecesine dehalet ile ömürlerini tüketmektedir...
Elhasıl; duranlar devrilmeyi manen kabul etmektedir. Hareketin inkıtaı insanı kemale değil, zevale götürmektedir. İmanımızdaki kesinlik ideallerimizi, ideallerimiz hedeflerimizi, hedeflerimiz hareketimizdeki istikametimizi tayin etmektedir...
Muhammed (A.S.M) Ümmetini sahil-i selamete çıkarmakla vazifeli bulunduğumuz, Kur’an adına azim bir mes’uliyete muhatap olduğumuz bildirildiği halde, hizmet-i iman mevzuunda ağır ve aksak, taksim’ul a’mal yapılmadan plansız harekâtımızın cehalet ve gaflet haricinde izahı mümkün görünmemektedir...