Lemaat ekseninde duygu çağrışımları(42)
Hareket halinde olmayan hiçbir şey yok. Kâinattaki tüm maddenin kimyasal ve fiziksel niteliklerini taşıyan en küçük yapıtaşı olan atom, elektronlar ileproton ve nötronlardan oluşan çekirdeğin hareket alanıdır. Anlayacağımız durağan, hareketsiz etrafımızda bir varlık gösteremeyiz.
Bunca varlıkların baş döndürücü hareketlerine rağmen baştanbaşa kâinata hâkim olansa büyüleyici sessizlik ve uyumdur. “Rahmanın yaratışında bir düzensizlik göremezsin (Mülk:3)”ayetiyle de Allah, insanoğlunun dikkatlice gözlemleyerek bizzat buna şahit olmasını ister.
Azami hareket halinde sessizlik ve uyum! Bu varoluşun esrarlı oluşumlarının en muhteşemidir. Hareket, varlık âleminde olmazsa olmaz bir gerekliliktir.
Kâinatın atomdan ta galaksilere kadar her varlığın müthiş hareketine Bediüzzaman da “Evet, güneş bir meyvedardır; silkinir, tâ düşmesin seyyar olan yemişleri/Eğer sükûtuyla sükûnet eylese, cezbe kaçar, ağlar fezâda muntazam meczubları.” diye şiirsel bir yaklaşımla, hareket bir an dursa fezada olan bütün yıldız kümelerinin uyum içinde olan birlik ve beraberliklerinin bozulacağına işaret eder. Onlar için “ağlar” deyimini kullanması anlamlıdır; her birinin bir kanunla ayakta durduklarına parmak basarak onları adeta kişiselleştiriyor. Öyledir de; her bir oluşumda bir müekkel melek görevlenmiş. Hareket kesilse cezbe de sona erer; yani hareketsizlik, yani atalet gökyüzünün ölümüdür.
Hareket ve canlılık kâinat için böyleyse, onun küçük bir örneği olan insan için ne olacağını kestirmek zor değildir. Akıl ve duygularını bir kenara bıraksak bile madde olarak daha büyüğü olan kâinata uyum sağlamak zorundadır ve zaten sürekli değişim halindedir. İnsan madde olarak kevnî/kozmik kanunun dışına çıkamaz. Ama insan maddi görünümünden daha başka bir anlam ifade eder. O, akıl, kalp ve duygularıyla bambaşka bir âlemdir. Onun manevi dünyası çok daha kıvraktır. Bir anda atmosferin dışına çıkıp hayaliyle güneş sisteminde bir seyahate çıkıp dönebilir. Dünyanın her yeriyle telekomünikasyon sayesinde birebir iletişim kurabilir. İnsan iç dünyasıyla o denli büyüktür ki, “büyük âlemin içinde gizlendiği küçük bir âlem” ismine layık görülmüştür.
İnsanın hareketi kâinattaki nesnelerin hareketinden bir farkla ayrılır. İnsan aklını kullanır, bilinçlidir; nesneler dünyasıysa “sunnetullah” denen kanunlar altında hareket eder. Hareketlerini bir amaca göre yaptığında en küçük hareketi bile bir anlama kavuşur. Böyle olunca insan, hayatının bir kesitinde bile olsa amaçtan yoksun hareketsiz kalamaz ve kalmamalı. Amaçsızlık ve hareketsizlik hasta olmasına, dış dünyadan kesilmesine fazlasıyla yeterdir. Adeta ceset hapishanesinde tıkanır kalır; varoluşsal yalnızlık onu sıkar da sonunda derin bir sıkıntıya dönüşür. Sıkıntı bir kurt gibi içten yer bitirir insanı. Var olan enerjiyi kullanamama hastalığıdır bu; hastalıkların en acımasızı.
Amaçsız bir hayat olan işsizlik, dünyanın gündeminiher zaman işgal eder. Devletler insanlarını bu yıkıcı hareketsizlikten kurtarmayı önceliklerinin birinci sırasına koyar.İşsizlikten kurtulmak için çareler aranır. Hatta ülkeleri kara kara düşündürür. İşsizlikten hoşlanansa, işsizliği sömürü aracı saydığı için insan fıtratıyla bağdaşmayan ve Karl Marx’ın da “İşsizlik kapitalizmin yol arkadaşıdır.” diye niteleyip temel öğe saydığı ancak kapitalizm olabilir.
Bediüzzaman, insan için amaçlı canlılığın son derece önemli olduğunu açıklama bağlamında, musibet ve türlü belaların bile insana musallat olmasını işsizliğin verdiği bunalımın yanında çok hafif kaldığını görür; her çeşit bela ve kargaşayı bir terzinin elbise ısmarlayanın üzerinde uyguladığı provasına benzetir. Güzel bir elbise giymek isteyen, kendini oturup kaldırarak verdiği rahatsızlıktan ötürü terzi ustasına şikayette bulunamaz. Zahmetsiz ve emeksiz bir şey yapılamaz. Bir süreç olmadan insan amacına ulaşamaz. Tam bu aşamada Bediüzzaman, hareketsizliğin insan için bir yıkım ve hatta bir tür ölüm olduğunu vurgulayarak, “Zaten sükûn ve sükûnet, atalet, yeknesaklık, tevakkuf, bir nevi ademdir, zarardır. Hareket ve tebeddül vücuttur, hayırdır.” demek suretiyle, hayatın ancak hareketle kıvama gelebileceğine dikkat çeker.
Demek biz istemezsek de hareketimize sebep olan olayları yaratıcının bize verdiği ihsan ve güzellikler olarak değerlendirmemiz gerekir. Hele bizim sebep olmadığımız afet gibi olayların hikmet yanını görmezlikten gelemeyiz.
İşsizlik başlı başına sıkıntı kaynağıdır. Uzun zaman işsiz kalanın, daha önceden hiç beğenmediği ve hatta kişiliğiyle hiç de bağdaşmayan bir işe hayati nefeslerini orada alacakmış gibi balıklamasına atlaması, işsizliğin çok yönlü bir stres kaynağı olduğunu fazlasıyla gösterir.Yine Bediüzzaman Lemaat’ta“En bedbaht, en muztarip, en sıkıntılı, işsiz olan adamdır. Zira ki atalet, vücut içinde adem, hayat içinde mevttir. Sa’y ise, vücudun hayatı, hem hayatın yakazasıdır elbet.” diye, işsiz bir insanın ilacının çalışmak olduğuna ilişkin özlü ifadeyi haklı olarak söyler.Bediüzzaman ataleti, yani işsizliği, yani amaçsızlığı ademin, yani yokluğun “biraderzadesi” olarak görür. Yokluksa ölümden beterdir.
Bin bir çeşit duygularla donanmış insana hiç yaraşmayan tembelliktir. Çünkü tembellikte öldürücü bir zehir vardır; hayata karşı direnci kıran, yaşama isteğini yok eden bir uyuşturucu.
Madde, biz görmesek de atomlarının hareketliliğiyle sürekli hareket halindedir. Hayvanları da hareketsiz göremezsiniz. Karıncanın yerinde durduğu bir anı var mı? Arı kovanında her an hareket halindedir. Eşyada sürekli değişme var; değişim olmazsa, gelecekleri kararır ve bir tür yokluk halinegirerler. Yokluk ise, büyük biracıdır ve kötü olanın ta kendisidir. Hiçbir varlık yok olmayı istemez. İnsan olsun hayvan olsun yok olmaktan adeta titrer.
Buna karşılık çalışmaktaysa büyük bir haz var. İşi olanın ya da bir şekilde çalışanın şikâyeti yok gibidir, olsa da bu şükretmemesinin ve hırslı olmasının bir sonucudur.
Hiç bir varlık yokluktan şikâyet edemez. Bunun delili de her varlığa bir hareket kabiliyetinin verilmiş olması. Bediüzzaman Muhakemat’ta “Zira, kudret-i İlahiye her şeyi hay ve müteharrik kılmıştır ve sükûn-i mutlak ile hiçbir şeyi mahkûm etmemiştir. Mevtin biraderi ve ademin ammizadesi olan atalet-imutlakla, rahmeti bırakmamış ki, kaybedilsin.” diye de bu gerçeğe başka açıdan vurgu yapar. Güneş hareketiyle özgürdür. Ama yaratıcısının emrinde olduğu için başkasının özgürlük sınırına hiç girmiyor. Onun ölümü ise yukarıda değinildiği gibi bir an hareketsiz kalmasıdır.
Ne olursa olsun çalışmak kâinata, varoluşa, kozmik yasaya uyumdur. Tembellik ise bütün bunlara isyandır ya da duyarsız kalmaktır. Bu ise fıtrata zıttır. Bu anlamdaki bilinçsizlik insanın başına bir bunalımı, çekilmez bir acıyı getirmiş olması işten değil. İnsan bu halde zindandadır.
İşsizlik kaçınılmaz bir şey midir? Hayır, bu tamamen insanın elindedir. Çünkü onun aklı ve iradesi var; etrafında ibret alacağı bir yığın oluşumlar da. Bir bunalıma girerek ölüm sınırına yaklaşması kendi duyarsızlığının sonucu… O halde ne yapması gerekir?
Önce gerçekçi olmak; yani sahip olduğumuz zenginliklerin farkında olmak. Aklımız ve irademiz varsa, kendimize yetecek bir iş bulabiliriz. En azından işsizlikten kurtarmak için bir düşüncenin içine mi giremeyiz? Diyelim ki irademizin dışında hapishanedeyiz; ama irademize ve diğer duygularımıza hiç kimse asla ipotek koyamaz. Zindanlarda oldukları halde bizim ve başkalarının tarihinde kitaplarını yazanlar az mı?
Düşünme de bir faaliyet ve harekettir. Ümit hayattır. Belli bir projeyi tasarlamak ise işin içinde olmaktır. Bir idealle yaşamak, yaşlanmayı geciktirir ve birçok hastalıkların da önünü alır.
Nerede olursa olsun insan istedikten sonra kendine iş bulur. Oturup kalkamaz ve uzun süre oturduğu yeri değiştiremez mi? Odasına ya da ofisine yeni bir şekil veremez mi? Nitekim zaman zaman bürosuna yeni dizayn veren aksiyon adamları az değil.
Özetle, hareket ve faaliyet, hem kozmik ve hem de Kur’an’ın gösterdiği yola uymaktır. Atalet, tembellik, popüler adıyla işsizlik, ümitsizliğin en koyusudur, bir tür ölümdür.