Hasan Nevruz Ağabey; 1932 doğumlu, hafızlığını Konya'da tamamlamış, oraya yerleşmiş ve imamlıktan emekli olmuş.
Üstadın adını duymuş ve görmeyi arzu etmiş. Abdülmuhsin Ağabeyden Risale-i Nurları tanımış, gece gündüz, gençlerle ve cemaata bu Kur'âni ve imanî hakikatları var gücüyle okumuş ve kendisini yetiştirmeye çalışmış. Eşref Edip Fergan Beyin neşretmiş olduğu küçük Tarihçe-i Hayat'ı okudukça Hz. Üstada hayranlığı ve sevgisi artmış.
Nur Külliyatının tamamını temin edip görünce bir deryaya düştüğünü hissetmiş. Kitapları birbirinden ayırt edememiş. 'Acaba hangisini evvel okuyayım?' diye bir çıkmaza girmiş. Bir gece Hz. Üstadı rüyasında görmüş. Sarık ve cübbesiyle kütüphaneli odasına girmiş ve haşmetle; 'Kardeşim acele etme!' demiş. Böylelikle daha düzenli okumaya başlamış.
Konya'da Nur talebeleriyle, Dr. Sadullah Nutku, Said Gecegezen, Rifat Filizer, Yorgancı Parlayan gibi kahramanlarla tanışmış.
1960 yılının ilk günlerinde Üstadı ziyaret etme şansına erişenlerden. Bu ziyaretini kendi lisanından dinleyelim:
"Bu sıralarda Hz. Üstad bir lâhika mektubu neşrederek Risale-i Nurun merkezleri olan İstanbul, Ankara ve Konya'yı ziyaret etmek istediğini belirtiyor ve ima ediyordu. Biz de arkadaşlarla karar aldık, Hz. Üstadı Konya'ya davet edelim diye. O gün Sadullah Nutku Ağabey eskimez yazı ile bir mektup yazarak beni trenle Isparta'ya gönderdi.
“Isparta'ya vardım. Rüştü Çakın Ağabeyi gördüm. Dedi: 'Hz. Üstad Emirdağ'dadır.' Geceyi orada geçirdim, Mustafa Sungur ve Bayram Yüksel Ağabeyler Hz. Üstadın cübbesini bana giydirerek imamlık yaptırdılar. O ağabeylerin oradaki hal ve tavırları beni çok duygulandırdı.
“Ertesi sabah Mustafa Sungur Ağabey ile Nuri Benli'nin oteline gittik. Oradan Emirdağ'a Hamza Emek Ağabeye telefon ettik ve durumu bildirdik. Cevaben, 'Hz. Üstad buradadır' dediler. Ben de hemen Emirdağ'a hareket ettim. O günkü vasıta zorluklarıyla Emirdağ Çarşı Camiine vardım. Camide bir zata Mehmet Çalışkan'ın dükkânının sordum. Meğer sorduğum kişi Ceylan Çalışkan Ağabeymiş. Ceylan Ağabey beni bir camiye gönderdi. 'Oradaki imamı bul, o seni Üstada götürür' dedi. Nihayet o zat ile buluştuk, durumu anlattım. O da, Komisyoncu Ahmet isminde bir zatı, Hz. Üstada gönderdi. Durumu arz etmişler. Hz. Üstad, 'Gelsin' demiş.
"Ben hemen koşarak gittim. Kapıda Zübeyir Ağabey bekliyordu. Beni karşıladı. Kucakladı ve 'Kardaşım iyi ki geldin. Bir haftadır Konya'dan haber alamıyorduk' dedi. Zübeyir Ağabeyle Hz. Üstadın yanına çıkıyorduk, fakat inanın hayatımın en zor anlarını yaşıyordum. Çünkü dizlerimde bir titreme ve içimde bir heyecan başlamışta.
"Odanın kapısını Zübeyir Ağabey açınca gördüğüm manzara şuydu: Karşıda bağdaş kurmuş, dizlerine yorgan örtmüş, başında sarık, boynunu sağa hafif eğmiş ve çok mahviyetkâr ve mütevazılık içinde oturmuş olan Üstad, bir projektörü andıran ateşîn gözlerini bana çevirdi. Yanına gittim, ellerini öptüm. Ve selâmdan sonra durumu kendilerine arzettim.
"Kardeşler, ağabeyler sizi Konya'ya davet ediyorlar, beni bunun için gönderdiler' dedim ve mektubu verdim.
"O sırada Hz. Üstad, 'Otur kardaşım' dedi. Zübeyir Ağabey ile beraber oradaki küçük minderlere oturduk. Hz. Üstad gözlüğünü çıkardı ve mektubu okumaya başladı. 'Konya camilerinde Risale-i Nur Külliyatını okuyoruz' ibaresi geçince karyoladan doğrularak ve sağ elini kaldırarak, 'Maşaallah' dedi. 'Size ilişmiyorlar mı?' diye sordu.
"Ben de, 'Üstadım, bugüne kadar size iliştiler de ne yaptılar? Biraz da bize ilişsinler ne çıkar?' dedim ve ağladım. Hz. Üstad tekrar, 'Maşaallah' dedi ve 'Gel bakalım' dedi. O sırada Üstad, zindeleşerek beni kucakladı, iki gözümden öptü, başımı okşadı ve 'Hadi otur yerine' dedi. Annemin, babamın adlarını ve aslen nereli olduğumu sordu ve hitamında dedi ki: 'Sen benim hemşehrimsin, ben seni talebeliğe kabul ettim ve seni daire içine aldım."
Kaynak:
Son Şahitler 3.Cild s. 360