”Cemiyetteki tesanüd, durgun şeyleri harekete geçirmek için yaratılmış bir vasıtadır. Cemaatteki karşılıklı hased ise , harekette olanları durdurmaya yarayan bir vasıtadır.” (Hakikat çekirdekleri, 72)
Bir önceki yazımda yukarıdaki cümleyi tesanüd kavramı etrafında açıklamaya çalışmıştım. Bu yazımda da hased kavramından anladıklarımı yazmaya çalışacağım.
Müslüman topluluklarında, ayrılıklar, parçalanmalar, birbirine kinlenip intikam duyguları besleyip düşmanlık etmek, birbirinin fikrine hürmet etmeyip, inatla yalnız kendi fikrine taraftar olmak gibi, kıskançlık ve hasette her türlü yönden çirkin bir huy-karakter özelliği taşır ve topluluklar, cemaatler için büyük zararları olan, istenmeyen ve kabul edilemeyen birer davranıştır. Bunu Üstad Said Nursi, 22. mektubun başında çok güzel özetlemektedir; “Mü'minlerde nifak ve şikak, kin ve adâvete sebebiyet veren tarafgirlik ve inat ve haset, hakikatçe ve hikmetçe ve insaniyet-i kübrâ olan İslâmiyetçe ve hayat-ı şahsiyece ve hayat-ı içtimaiyece ve hayat-ı mâneviyece çirkin ve merduttur, muzır ve zulümdür ve hayat-ı beşeriye için zehirdir. (Mektubat, yeni tanzim, 442)
Peki, bu şekilde kötü sonuçlar doğurma ihtimali olan ve gerçekten de bazı kötü sonuçlara sebeb olan hasetleşme konusunda Müslümanlar neden adeta birbiriyle yarışmaktadırlar? Bunun giderilmesi için veya en az zararla atlatılması için ne yapmak gerekir? Bunu incelemeye çalışalım.
Yazımın başına aldığım 72 nolu Hakikat çekirdeğinde, Üstad’ın da belirttiği gibi müslüman ve mü’min bir topluluk arasında karşılıklı hasetleşme, önce harekette olanları, yani şevk içinde hizmette olanların şevkleri kırmakta ve sonuçta hizmetleri, kişiler birbirlerinin hizmetlerini kıskanıp onları yaptırmamaya ve engellemeye çalıştıkları için, durgunluğa düşürmektedir. Böylece bu ahir zamanda, en büyük bir iman ve Kur’an hizmetinde bulunan Nur talebelerinin yürüyen hizmeti akamete uğramaktadır.
Bediüzzaman Said Nursi, Hutbe-i Şamiye eserinin birinci kelimesini açıklarken, âlem-i İslâmın şahs-ı manevîsinin kalbinde, gayet kuvvetli ve kırılmaz "beş kuvvet" içtima ve imtizaç edip yerleştiğini söyleyip bunlardan üçüncüsünde, hürriyet-i şer’iyeden bahsetmektedir. Hürriyet-i şer’iyye (yani şeriata, dini kaidelere uygun olarak kullanılan ve herkesin meşru hareketlerinde tam serbest olması) ile istibdatlar yok edilebilir demektedir. Bunun da nasıl gerçekleştiği şu cümle ile açıklanmaktadır.“Yüksek şeylere müsabaka suretinde beşere yüksek maksatları ders veren ve o yolda çalıştıran ve istibdâdâtı parça parça eden ve ulvî hisleri heyecana getiren ve gıpta ve hased ve kıskançlık ve rekabetle ve tam uyanmakla ve müsabaka şevkiyle ve teceddüd meyliyle ve temeddün meyelânıyla …“
Hutbe-i Şamiyeden aldığım bu cümlede, “.. gıpta, hased, kıskançlık, rekabet ve tam uyanmak ve müsabaka şevki..” kelimeleri kullanılmaktadır. Biraz dikkatle bakıldığında anlamları birbirine yakın olan veya birbirini çağrıştırabilen kelimeler olduğu görülecektir. Bunların hepsinin aynı yere vurgu yapabilmesi, yani, tam bir hürriyet sağlayıp istibdatı ortadan kaldırması ancak , “ … teceddüd meyliyle ve temeddün meyelânıyla.." olacaktır. Yani, bir yenilik meydana çıkarmak ve medenileşme amaçlı bir hürriyeti getirmek için insanlar, şuurlu ve birbiriyle müsabaka edercesine inatlaşma ve tarafgirlik yapabilirler.
Aslında, özellikle, mü’minler arasında gıpta görünümlü yapılan hased tamamen kötü sonuçlar doğurur. Çünkü; “Hâsid hased ettiği zaman bütün şerdir. Bazıyete (bir kısmı ile değil tamamen) lüzum yoktur.” (11. Şua, İhtar.)
Peki bu şekilde yapılan hasedin çaresi nedir ve ne yapılmalıdır ki kötüye giden sonuçlar iyi şeylere tebdil edilebilsin? Üstad Bediüzzaman, bunun da formulünü vermiş bizlere; “Hâsid adam, haset ettiği şeylerin âkıbetini düşünsün. Tâ anlasın ki, rakibinde olan dünyevî hüsün ve kuvvet ve mertebe ve servet, fânidir, muvakkattir. Faydası az, zahmeti çoktur. Eğer uhrevî meziyetler ise, zaten onlarda haset olamaz. Eğer onlarda dahi haset yapsa, ya kendisi riyakârdır; âhiret malını dünyada mahvetmek ister. Veyahut mahsûdu riyakâr zanneder, haksızlık eder, zulmeder. (22. Mektup, dördüncü düstur)
Hased, topluluklardaki hareketi, faaliyeti durdurmaya sebebiyet verdiği gibi, hased eden kişi hakkında da bir çok zararları vardır. Yirmi Sekizinci Lem'a, Birinci nüktede,“…haset ve kıskançlıkta öyle bir muaccel cezâ var ki, o haset, haset edeni yakar.” diyerek bu zararlardan birini işaret ediyor. Aynı konuyu teyiden bir hadisi buraya almak istiyorum. ”Hasetten sakınınız. Çünkü haset, ateşin odunu yemesi gibi iyilikleri yer.”
Hased yapan kişilerin en büyük uğradığı zararlardan biri de gıybet günahına uğramaktır. Bunu Üstad Bediüzzaman yine eserlerinden Mektubat’ın 22. mektubunda gıybetin anlatıldığı kısımda;“Gıybet, ehl-i adâvet ve haset ve inadın en çok istimal ettikleri alçak bir silâhtır.”
29. Mektup enaniyetin, benliğin işlendiği beşinci desise-i şeytaniyedeki verilen örnekte, bir vücutta nasıl ki azalar birbirini kıskanmadığını, hep beraber hareket ettiklerini söylemekte, eğer vücud azalarının birbirini kıskanıp diğerinin görevlerini engellemeye kalkıştıklarında o vücudun normal işleyişini sürdüremeyeceği söyleyip, aynen bunun gibi de; “Kardeşlerim, enâniyetin işimizde en tehlikeli ciheti kıskançlıktır.” diyerek, son noktayı koyuyor, “…bu heyetimizin(yani cemaatimizin) şahs-ı mânevîsinde, her biriniz bir duygu, bir âzâ hükmündesiniz. Birbirinize karşı rekabet değil, bilâkis birbirinizin meziyetiyle iftihar etmek, mütelezziz olmak bir vazife-i vicdaniyenizdir.”
20. lem’a birinci ihlâs risalesinin yedinci işaretinde ise” Umûr-u diniye ve uhreviyede rekabet, gıpta, haset ve kıskançlık olmamalı.” diyor ve zaten gerçekten de olmaması gerektiğini söylüyor. Niçin olmaması gerektiğini de şu şekilde açıklıyor; “Çünkü kıskançlık ve hasedin sebebi: Birtek şeye çok eller uzanmasından ve birtek makama çok gözler dikilmesinden ve birtek ekmeği çok mideler istemesindendir…”halbuki, “…âhirette tek bir adama beş yüz sene mesafelik bir cennet ihsan edilmesi ve yetmiş bin kasır ve huriler verilmesi ve ehl-i Cennetten herkes kendi hissesinden kemâl-i rıza ile memnun olması işaretiyle gösteriliyor ki, âhirette medar-ı rekabet birşey yoktur ve rekabet de olamaz. Öyleyse, âhirete ait olan a'mâl-i salihada dahi rekabet olamaz; kıskançlık yeri değildir. Kıskançlık eden ya riyâkârdır; a'mâl-i saliha suretiyle dünyevî neticeleri arıyor. Veyahut sadık cahildir ki, a'mâl-i saliha nereye baktığını bilmiyor ve a'mâl-i salihanın ruhu, esası, ihlâs olduğunu derk etmiyor. Rekabet suretiyle evliyaullaha karşı bir nevi adâvet taşımakla, vüs'at-i rahmet-i İlâhiyeyi itham ediyor.”
İnsan toplulukları arasında huzur, emniyet ve asayişin sağlanabilmesi için, gerek ekonomik gerekse sosyal farlılıkların olmaması gerekir. Yani zengin ve aydın kesim ile ekonomik yönden düşük seviyede olan kısım arasında fark çok büyük olmaması gerekir. Bunun da iki şartı olduğunu Üstad hazretleri İşârâtü'l-İ'câz - Bakara Sûresi 3 ve 4. âyetlerini tefsir ederken bunların”… vücub-u zekât ile hurmet-i ribaya müraat etmemek…” olduğunu söylüyor. Yani, cemiyette zekatın yerleştirilmesi ve yaygınlaştırılması ile faizin kaldırılmasının gerektiğini söylüyor. Bu yapılmadığında da; “…aşağı tabakadan yukarı tabakaya ihtiram, itaat, muhabbet yerine ihtilâl sadâları, haset bağırtıları, kin ve nefret vâveylâları yükseleceğini..” bunun da, cemiyetin düzenini bozacağını söylüyor. Bu tür hasetli seslendirmelerin de ne kadar zararlı oldukları yukarıdaki paragraflarda birazı anlatılmıştı, sanırım.