Haşhaşiler ile muhabbet fadaileri

Mustafa ÖZCAN

Başbakan Erdoğan’ın olayların odağındaki camia ile ilgili Haşhaşiler benzetmesinin yankıları devam ediyor. Camia da kendisini,  Bediüzzaman’ın da, kendisini yargılayan hakimler veya yargıçlar tarafından aynı isnatla karşılaştığını söyleyerek savunuyor. Bediüzzaman, ‘Şualar’ isimli eserinde kendisinin de Haşhaşilere benzetildiğini anlatıyor. Afyonkarahisar savcısının Üstad hakkındaki iddiasında, “Hasan Sabbah Ehl-i Sünnete karşı giriştiği siyasi faaliyetiyle nasıl sarsıntıya yol açmışsa Bediüzzaman da benzer bir siyasi sarsıntı meydana getirmek istemektedir.” ifadeleri yer alıyor. Savcının bu asılsız iddialarına karşılık Bediüzzaman Hazretleri mahkemeye verdiği savunmasında 81 maddede savcının yanlışlarını ortaya koyuyor.

Gerçek bu benzetmelerin neresinde?  Bu benzetme her iki taraf için de aynı oranda geçersiz mi yoksa taraflardan biri için geçersiz diğeri için külli veya kısmi olarak geçerli midir? Afyonkarahisar savcısının yargısının hilafına Kanadalı gazeteci ve yazar Fred A. Reed de konuyu irdeler ve kendisine göre bir sonuca varır. Anadolu Kavşağı’nda bu meseleyi ele alır. Fred A. Reed adeta çağdaş bir Selman Farisi’dir. Hakikat yolcusudur. Anadolu’nun derinliklerinde ruhunun ateşini dindirecek hakikati aramış ve Bediüzzaman ve derin Türkiye’yi tanımak için yollara düşmüştür. İran’da Alamut Kalesinde Hasan Sabbah’ın geride kalan izlerini takip etmiş ve Suriye’de yine kadim Hıristiyanlığın ve Batinilerin (Nizariler) izlerini sürmüş ve kimi mukayeselerini de Anadolu Kavşağı üzerinden yapmıştır.

*

Fred A. Reed, Barla ile Alamut arasında bir mukayese yapmakta ve benzerlikleri ve farkları ortaya koymaktadır. Barla’nın engebeli yollarını aşındırırken buraların kendisine Alamut Kalesine hatırlattığını söylüyor ve şu gözlemini aktarıyor: ”Hasan Sabbah’ın talebeleri Nurcular gibi halis niyetliydi. Kaderin ilginç cilvesi ki, hepsi de benzer akıbeti paylaşmışlardı. Aralarında bir fark vardı ki Hasan Sabbah manevi arınma namına, siyasi cinayet sanatını yüceltmişti. Said Nursi ise (tam aksine), siyasi hayattan çekilip mesaisini tek kurtuluş yolu olarak iman hizmetine adamıştı. Maksatları için şiddeti meşru gören bozulmuş devlet yöneticileri ile kavga etmekten kaçınmıştı. Modern Türk İslam toplumunun mozaiğinde Sabbah’ın fikrinin takipçileri bulunabilir. Ancak yalnızca iyiliği tebliğ etmeyi kendisine şiar edinen Bediüzzaman’ın takipçileri arasında bu tarz kişilere rastlamak mümkün değildir. Bu metodun, pratik olmakla birlikte uzun dönemde daha etkili olduğu kuşkusuzdur… (Anadolu Kavşagı, Karakalem, s:306-307)”

Hasan Sabbah’ın daileri veya suikastçı timleri, fedaileri yani Haşhaşiler ile Bediüzzaman arasındaki mekan benzerliği dışındaki farkı bir iki satırla özetlemek mümkündür. Bediüzzanman’ın amacı iman hizmetidir ve müspet harekete dayanmaktadır. Hasan el Benna gibi kendilerinin muhabbet fedaileri olduğunu ifade etmiştir. (Hasan el Benna nükatilu bilhub ifadesini kullanmıştır.) Hasan Sabbah ise aksine batini bir harekettir ve yöntemi yıkıcılık üzerine müessestir. Merkezinde iman ve Kur’an değil, kayıp ve gizli imam vardır.

*

Fred A. Reed  bir savcı tarafından kurulan benzerliği kitabında reddetmiş ve nakzetmiş oluyor. Peki! Hizmet ekolüyle alakalı olarak da aynı netlikte benzerliği reddedebilir miyiz? Bunu aslında Fred A. Reed’in kendisine sormalıyız. Lakin Anadolu Kavşağında belki biraz da sansüre uğrayan bir konuşma var. Fethullah Gülen ile bir konuşması var. Biz de Reed gibi tekellüflü san ve sıfatları bir tarafa bırakarak ‘hocaefendi’ yerine Fethullah Gülen diyoruz. Zira Ferid A. Reed konuşma sırasında ‘Fethullah Gülen Hocaefendi’ şeklinde hitap edecek oluyor Gülen sözünü kesiyor ve kendisine Mr. Gülen şeklinde hitap edilmesini istiyor (S:103). Zaten sorun burada başlıyor. Kendisi ‘hocaefendi’ lakabına karşı çıkıyor lakin çevresi bu ifadeyi dilinden düşürmüyor. Gülen hareketinde belirlenmiş kurallar yerine mecraya ve akışa göre hareket var. 1994 yılı sonlarında aynı gün Sabah ve Hürriyet gazetesine verdiği mülakatta kendisini dışarıya açmasının temel nedenlerinden birisi olarak, talebeleri üzerinden birçok farklı algının oluşmasını, yayılmasını gösteriyor. Bu algıları teke indirmek ve düzenlemek için basına kendisini açıyor. Algı kurbanı olmamak için kendisini doğrudan ifade etme yolunu seçiyor. Bununla birlikte umulan amaç sağlanmış mıdır? Algı farklılıkları veya çelişikler izale edilebilmiş midir?  Sözgelimi etrafında toplanan kalabalıklar nasıl tanımlanıyor? Cemaat mı, cemiyet mi, camia mı yoksa hareket mi? Kendisi de bazen hareket deyimini kabul ediyor lakin bazı çekince ve kayd-i ihtirazilerle birlikte. Sürekli güvenli liman arayışı aslında kavram kargaşasını da beraberinde getiriyor.

Fred A. Reed, ABD’ye gitmesinden 1 yıl kadar evvel gerçekleştirilen mülakatta (1998) kendisinden Bediüzzaman’la ilişkisini tanımlamasını istiyor. Muğlak ve kapalı cevaplar alıyor. Kendisinin önemsiz biri olduğunu ve ona talebelik iddiasının boyunu aşan bir iddia olacağını söylüyor. İçtihat meselesinde de Fethullah Gülen müçtehit olduğunu kabullenmiyor ama çevresi daima böyle bir hava veriyor ve kendisi de çevresinin algısını kıracak bir hamlede bulunmuyor. Sözgelimi Faruk Beşer hocanın ‘Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Fıkhını Anlamak’ kitabında böyle zımni bir yükleme var. Gülen ve çevresinin buna itiraz ettiği görülmemiştir. Burada şunu da söylemek gerekir ki, Bediüzzaman’ın hizmet tarzı tamamen azami ihlas ve uhuvvet üzerine kuruludur.  Gülen hareketinde ise bunun yerine kullanma ve hiyerarşiyi görmekteyiz. Risale-i Nur’da şeyh-mürit ilişkisine mukabil uhuvvet düsturları vardır. Gülen hareketinde ise bunun yerine kullanma ve hiyerarşinin aldığını görebiliyoruz. Sözgelimi Faruk Beşer ve Hayrettin Karaman ve Ali Bulaç gibi isimlerle cemaatin veya hareketin ilişkisi inişli çıkışlı olmuştur. Bunun nedeni ilişkilerin bir şekilde geçici ve kullanma amaçlı olmasıyla izah edilebilir. Bu kişilerle ilgili hususiyle böyle bir amacın gözetilmediği söylenebilir, lakin yöntemin esası buna dayanıyor. Yani otomatik olarak ilişikler bu mecrada seyrediyor. Fazladan zorlamaya gerek yok.  Profesyonelleşme olduğu için körleşme oluyor.

Fethullah Gülen, Fred A. Reed’e hareket ve organize bir hareket olmadığını ve bunun bidatı çağrıştıran bir yöntemi akla getireceğini söylüyor. Reed bu cevap karşısında tebessüm ettiğini yazıyor. (Anadolu Kavşağı, s: 104)!  Demekki hareket ve önderi hep bir inandırıcılık sorunuyla malul. Bediüzzaman’ın talebesi olamayacak kadar mütevazi olmasına rağmen dünyayı kucaklama hedeflerinden bahsetmektedir. İslami iktidar talebinin doğru olmadığını ve bu açıdan Erbakan gibi İslam’ı politize edenlerle mücadele edilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Burada durumdan vazife çıkartılıyor. Elbette burada Hocanın konuşması Bediüzzaman’ın ‘bu memlekette dört parti vardır’ şeklindeki yaklaşımıyla paralel de okunabilir. Lakin Gülen bu hususlarda fikri zeminde kalmıyor. Daima  zikzak ilişkiler içinde olmuştur. Demirel ve Erbakan’la yolları kesiştiği gibi Özal’la da kesişmiştir. Başbakan Erdoğan ile ilişkileri de böyle olmuştur. Yeni Asya’ya karşı çıkarken Erbakan’ın lehindedir. Erbakan’a karşı çıktığında ise Özal’ın yanındadır. Erdoğan’a karşı çıktığında ise kimilerine göre Mustafa Sarıgül ve yeni adresiyle birliktedir. Burada haddi aşan unsurlar var. Doğrunun bir parçasıyla doğrunun tamamına hakim olma dürtüsü var. İmam Şatibi bunu şöyle ifade eder: Kimileri İslam’ın kumaşını sırtlarına veya ... yama yapmışlar ve bunlar bu yama ve parça üzerinden İslam’ın kendisinde olduğunu söylemektedir.

Bitirirken,  Fred A. Reed’den bir iki satır ve tespit aktarmak istiyorum:
* Diğer taraftan, onun dünyevi işleriyle ilgili bazı şüphelerim vardı. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı gibi organizasyonlar güçlünün yanında olmaya çalışıyor ve harekete veya cemaate kamusal meşruiyet sağlamaya yönelik yüksek bir profil çizmeye gayret ediyorlar.

* Said Nursi’nin takipçileri lider kavramının yerine metnin öncülüğünü koydukları halde, Mr. Gülen’in takipçileri yalnızca manevi işlerinde değil, dünyevi işlerinde bile onu rehber olarak görüyorlardı…

Herkesin de hemfikir olduğu gibi, Gülen hareketi kural merkezli değil şahıs merkezlidir.
Anadolu Kavşağında 28 Şubat sürecinde Erbakan’ın indirildiği günlerde Amerikalı Yahudi yazar Daniel Pipes’a da atıf var. Erbakan’ı İsrail karşıtı olarak gören ve devrilmesi için çalışan Daniel Pipes aynı dönemde Türkiye’de iki grubu ılımlı İslam olarak göklere çıkarmıştır. Bu gruplardan ikisi de nurcu olarak anılmakta ve reformcu olarak bilinmektedir.

Kısaca Nur fedailerinin nar fedaileriyle bir ilişkisi olamaz. Nurcular suikast değil, hakikat ve muhabbet fedaileridir. Husumete vakitleri yoktur.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (17)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.