İnsan, yaşadığı hayatın anlamıyla ilgili olduğu kadar, yaşayacağına emin olduğu ölüme ve ardındakilere dair bir merakın da sahibi yegâne canlıdır herhalde. Said Nursî’nin “mahiyet-i insaniyedeki merak ve taleb-i hakikat“(1) diye de işaret ettiği böylesi insanî özellikler; -düşünebilen- her insanda bulunan varoluşsal sorgulamaların yine bizzat “insan fıtratının” bir gereği olduğunu da ortaya koyarlar aslında.
Nitekim “Düşünüyorum, o halde varım!” önermesiyle sembolize edilen meşhur varoluş farkındalığının da, kişiyi farklı bilinç düzeylerindeki halleriyle önce “Neden varım?” sorusuna; devamında ise, “Ne olacağım, nerede ‘devam edeceğim’?” türünden sorgulamalara yöneltmesi beklenir. Öyle ki, ölüm ve sonrasına yönelen bu insanî merak, o haklı şöhretiyle, insanların ve insanlığın tarihinde yer edinmiş en temel-en yaygın soru(n)lardan birisi olarak da tarif edile gelmiştir hep.
Bununla birlikte, insanın mahiyetindeki o güçlü “merak ve taleb-i hakikat” özelliğine hitap etme muradındandır ki; “soru sormak” eylemi, onun en temel davası olan “varlığa ve akıbetine dair meselelerin” izahı için sıklıkla kullanılan anlatım metotlarından birisi olmuştur.
Konumuzla ilgili olması bakımından özellikle de “varlığın akıbetine dair izah ve örneklendirmelerin sorularla ifadesini” ele alacak olursak; ahiretle ilgili böyle bir anlatım tarzının, -aşağıdaki bazı ayet-i kerîmelerde de görülebileceği üzere- en başta Kur’ân-ı Kerîm’de beyan ve takdir buyrulmuş bir anlatım metodu olarak öne çıktığını söyleyebiliriz:
“Kendi yaratılışını unutup bize karşı misal getirmeye kalkışıyor ve diyor: “Şu çürümüş, dağılmış kemikleri kim diriltecek?.. ” (2)
“... âyetlerimizi inkar ettiler ve dediler ki: ‘Biz bir takım kemikler ve parçalanmış nesneler olduğumuz vakit mi, biz mi, yeni bir yaratılmış olarak diriltileceğiz?’.. ” (3)
“Onlar görmediler mi ki, gökleri ve yeri yaratmış olan Allah, elbette ki onların mislini yaratmaya da kâdirdir?. ” (4)
“Ey insan! Çürüyüp toprak olduktan sonra tekrar dirilmeyi nasıl inkâr eder ve onu uzak görürsün?.. ” (5)
“Sizi tekrar yaratması mı zor, yoksa semayı yaratmak mı?.. ” (6)
“Biz ilk yaratışta acz mi gösterdik ki, ikinci yaratışta acze düşelim?.. ” (7)
“Şimdi Allah'ın rahmetinin eserlerine bak; ölümünden sonra yeryüzünü nasıl diriltmektedir?.. ” (8)
Bununla birlikte, hakikatlerin aktarılması yolunda etkili bir telkin ve öğretim metodu olan “düşünen akıllara soru düşürme yönteminin” önemine de dikkat çeken bu anlatım tarzı, İlahî kelamın en büyük muhatabı ve müfessiri olan Hz. Peygamber aleyhisselatü vesselamın hitabında da kendini yer yer belli eden bir anlatım metodu olmuştur. Nitekim o rahmet Peygamberinin, Zât-ı Alîlerine ahiret hakkında: “Ey Allah'ın Resulü, Allah mahlukatı yeniden nasıl diriltir?, bunun dünyadaki örneği nedir?” diye soran bir mümine (Ebu Rezin el-Ukaylî R. anh’a) öncelikle yine bir soruyla cevap vermesi, konumuz açısından da hayli hikmetli ve düşündürücü örneklerden biridir:
(Hz. Resulullah aleyhisselatü vesselam): “Sen dedi, hiç kavminin yaşadığı vadiden kurak mevsimde geçmedin mi? Sonra bir kere de her tarafın yemyeşile büründüğü münbit mevsimde uğramadın mı?”.
Ben, “Elbette!” deyince:
“İşte bu, (yeniden) yaratmasına Allah'ın delilidir. Allah, ölüleri de böyle diriltecektir!” buyurdular. ”(9)
“Soru sormanın”, haşir ve ahiret hakikatlerine dair Kur’ân-ı Kerîm’de ve Hadis-i Şerîflerde tercih buyrulan anlatım metotlarından biri olmasıyla birlikte; bu metodun, söz konusu hakikatleri yine bu kudsî kaynaklar rehberliğinde izah ederek, “gurûb etmiş güneşin sabahleyin yeniden tülu’ edeceği derecesinde bir katiyetle” gösterme iddiasında (10) bulunan bir eserde tercih edilmemesi ise, bu esere büyük bir eksiklik getirmiş olurdu muhakkak.
Fakat aksine, tam da böyle bir iddia ve derinliğin sahibi olarak Haşir Risalesi’nde de sorular hitaba etkin bir şekilde dahil edilmiş; ve gerek ima olarak, gerekse de direkt şekildeki kullanımlarıyla haşrin izah ve ispatında oldukça yaygın bir şekilde kullanılmışlardır.
Şu da var ki, Haşir Risalesi’nin telif nedenlerinden biri olduğuna inanılan ve haşir inancıyla mücadele amacıyla o dönemde uygulamaya konulmuş olan bir inkar çalışmasını da burada hatırlamak yerinde olacaktır. Zira ilgili çalışmada muhataplara: “Ahirete inanıyor musunuz?” başlığı altında düzenlenmiş bir anket aracılığıyla sorular yöneltilmesi, dolayısıyla toplumdaki ahiret inancının yine “sorularla” yıkılmaya çalışılması oldukça manidardır:
“Resimli Ay Mecmuası adlı aylık derginin 1927 yılı Nisan sayısında, biyolojik materyalizmin meşhur savunucusu ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında Batılılaşma konusundaki fikirleri oldukça etkili olan Abdullah Cevdet ve Abdülhak Hamit gibi isimlerin de dâhil olduğu simalarla yapılan mülakatlar yer almıştı. Bu mülakata katılanlar "Ahirete inanıyor musunuz?" başlıklı bir anketin sorularına cevap veriyorlardı. Ankette nüfusunun büyük çoğunluğu samimî Müslüman olan bir ülkede, hakikaten tahrik edici sorular vardı. Çoğu, direkt bir cevap vermekten kaçınmasına rağmen, Abdullah Cevdet, Allah'a imanın "büyük bir safdillik" olduğunu ve bu inancın "insanı nâkabil-i tedavi bir mantıksızlığa sevk" ettiğini söylemek suretiyle, ahiret hayatını açıkça inkâr etmiştir”. (11)
Ne var ki, duyulan ihtiyacın yanında, “sorularla” yıkılmaya çalışılan bir iman rüknünün müdafaası için füyûzât-ı Rabbanî ile yine “soruların” hizmete koşturulmaları, haşir akidesinin tebliği ve talimindeki bu gayreti de çok daha hikmetli ve manidar bir çaba olarak ön plana çıkarmış olacaktır. (12)
O hikmetli sorulara ve “mahiyetimizdeki merak ve taleb-i hakikate” ciddi muhatap olabilmek duasıyla.. (*)
__________________________
- Sözler, Envâr Neşr. , İst. 1996, s. 662.
- Yasin S. 36/78.
- İsra S. 17/98.
- İsra S. 17/99.
- Hac S. 22/5.
- Naziât S. , 79/27.
- İsra S. , 17/49.
- Rum S. 30/50.
- Kütüb-ü Sitte, “Kıyametle ilgili meseleler”, Hadis no: 5054.
- (Osmanlıca basım) Sözler, Envâr Neşr. , İst. 2011, s. 710.
- Mary Weld, Bediüzzaman Said Nursi'nin Entelektüel Biyografisi (Çev. : Celil Taşkın), Etkileşim Yayınları, İst. 2011, s. 291-292; Necmeddin Şahiner, Haşir Risalesi Nasıl Yazıldı?, Zafer Yay. , İst. 1997, s. 31-32; aynı olay, talebesi Tahirî Mutlu’nun hatıralarında ise şöyle geçmektedir: “.. Meğer o sırada Ankara’da Milli Eğitim komisyonlarında, haşir akidesini çürütmek için bir çalışma başlatılmış. Üstad bunu manen keşfediyor ve ilk defa Barla’da Haşir Risalesi’yle telife başlıyor. ” İhsan Atasoy, Kulluğu İçinde Bir Sultan: Tahirî Mutlu, Nesil Yayınları, İst. 2006, s. 242.
- Haşir Risalesi’nin yazılış sebebini sadece bahsi geçen Eğitim Komisyonunun ahiret inancı aleyhindeki çalışmalarına bir karşılık ve bir ‘antitez’ olarak, dönemsel ve tekli bir sebeple belletebilecek ilgili anılardaki bu yanlış/yetersiz algı ihtimaline karşı, bir başka anıyı daha zikretmekte fayda var: “(Said Nursî): Kardeşim! Maarif Şûrası’nın böyle bir karar aldığından benim haberim yoktu. Onların kararına göre Cenab-ı Hak Haşir Risalesi’nin yazılmasını bana ihsan etmiş. Yoksa ben kendi arzum ve hevesimle yazmış değilim, ihtiyaca binaen yazdırıldı. ” (N. Şahiner, Son Şahitler IV, s. 158’den atfen M. Weld, aynı yer). Zira eserin konu edindiği hakikat, ‘imanın beş rüknünün birden bütün delilleriyle, açılmasına delalet edip istedikleri ve şehadet edip talep ettikleri’ “haşir ve neşrin ve de dâr-ı âhiretin vükuu, vücudu ve açılması” gibi, her devirde her insanı alakadar eden bir iman hakikatidir. (bkz: Asâ-yı Musa, Envâr N. , İst. 2007, s. 224).
Bununla birlikte, Bediüzzaman Hz. daha sonraları Risale-i Nur’un değişik yerlerinde Haşir Risalesi’nin önemine değinirken, bu olaydan şöylece söz edecektir:
“Evet, Onuncu Söz, çok ehemmiyetli bir belâyı def etti. Hürriyet-i efkâr serbestiyeti ve harb-i umumî sarsıntısı vaktinde haşri inkâr eden münafıklar, fırsat bulup çok yerlerde zehirli fikirlerini izhara başladıkları bir zamanda Onuncu Söz çıktı ve tab edildi. Bin nüshası etrafa yayıldı, onu gören herkes kemâl-i iştiyak ve merakla okudu. Zındıkların kâfirâne fikirlerini tam kırdı ve onları susturdu. ” (Şuâlar, Envar Neşr. , İst. 2006, s. 732).
“Onuncu Söz, Kur'an'ın bir sülüsünü inkâr etmek niyetiyle, haşr-i cismanîyi resmen millet içinde inkâr etmek fikrinde bulunan zındıkları susturmakla, hârika bir şu'le-i i'caz-ı Kur'anîyi gösterdiği gibi; daha müteaddid emareler ile, manevî i'caz-ı Kur'an hesabına fevkalâde bir mahiyeti bulunduğunu icmalen hissetmiştik. ” (Barla Lahikası, Envâr Neşr. , İst. 1996, s. 313).
* Esasen, haşri izah ve ispat etme iddiasındaki o derinlikli eserle ilgili bir anlama arayışının meyvesi olan ve kısaca “Soruları perspektifinden bir Haşir Risalesi okuması” diye de tarif edilebilecek müstakil çalışmamızda, “Haşir hakikatinin soru cümleleriyle izahını” ana ivme olarak konu edinmeye çalışmıştık. Bu yazı ise, söz konusu çalışmaya dair kısa bir iktibas ve bir değinidir.. (M. H. Kurt).