Sanırım Haşir Risalesi üzerine beşinci yazımız. Daha pek çok beşi geride bırakacak gibi görünüyor.
Haşir Risalesinin daha iyi anlaşılabilmesi için bazı noktaların tesbitine ihtiyaç vardır.
Üstad Bediüzzaman (r.a) Haşir Risalesinde üç hakikatı isbat ediyor:
1.Öncelikle kâinattaki eserleri nazara verip muntazam fiilleri isbat ediyor. Fiil failsiz olmadığından, elbette bu hârika işlerin failini (yaratıcı ve yapıcısını) anlatarak vücûbunun vücûdunu ve vahdetini isbat ediyor. Vâhid ismi vahdâniyyet sıfatından gelmektedir. Vâhidiyyet; Cenâb-ı Hakk’ın fiilleri, isimleri ve sıfatındaki birliğidir.
Ehadiyyet ise; Zâtının birliğidir. Demek ki Vâhid; Ef’âl, esmâ ve sıfatında bir olan demektir. Ehad ise, zâtında bir olan demektir.
Cenâb-ı Hakk’ın Zâtında ortağı olmadığı gibi; ef’âl, esmâ, sıfat ve şuûnatında dahi şerîki, nazîri, niddi, zıddı, misli, misâli ve mesîli yoktur.
Demek tevhîd beş mertebede ortaya çıkar:
a)Cenâb-ı Hakk’ın Zâtında şerîki yoktur.
b)Şuûnâtında şerîki yoktur.
c)Sıfatında şerîki yoktur.
d)Esmâsında şerîki yoktur.
e)Fiillerinde şerîki yoktur.
2.O muntazam fiillerin kaynağı olan İlâhî isimleri nazara verip onları isbat ediyor.
3.O Esmâ üzerine cismânî haşri koyarak isbat ediyor.
Bu hususun açıklamasını Barla Lâhikasında şöyle ifade ediyor: “Her bir hakîkat, üç şeyi birden isbat ediyor; hem Vâcibü’l-Vücûdun vücûdunu, hem esmâ ve sıfatını, sonra haşri onlara bina edip, isbat ediyor. En muannid münkirden, tâ en hâlis bir mü’mine kadar herkes, her hakîkatten hissesini alabilir. Çünkü, hakîkatlerde, mevcûdâta, âsâra nazarı çeviriyor…”
Bir başka nokta ise; Haşir Risalesinde geçen sûret ve hakîkatlerde, öncelikle kâinatta cereyan eden tekvînî kanunlara dikkat çekiliyor. Teklîfi kanunlar üzerinde durulmadığı (tayyedildiği) için isbatı görünmese de, sonuçta onların isbâtı ve hakikatı da ortaya çıkmış oluyor. Çünkü teklif olmazsa haşrin olmasının da bir anlamı olmaz. Her şeye hakkını vermek, bir ölçü çerçevesinde yaratmak, her şekilde (istidat, ihtiyaç, ıztırar lisaniyle) yapılan tüm duâlara cevap vermek, haksız olanların hakkından gelmek, bir adaletin varlığını gösterir. Öyle ise, tüm varlıkların reisi ve efendisi olan insan için Allah ve kul haklarının korunmasını temin edecek bir kanuna ihtiyaç vardır. Bu ise, peygamberler aracılığıyla insanlığa tebliğ edilen teklîfî kanunlardır. Yani Şerîat-ı garrâdır.
Madem insanlığın bir kısmı, hukûkullah ve hukûkul ibâddan ibaret olan ‘adâlet’e uymakla imân, sâlih amel ve takvâ dâiresinde hareket ettikleri gibi; bir kısmı da, inkâr veya isyan bayrağını açarak adalete sırt çevirip küfür, şirk ve isyan yolunu tercih ediyorlar. Öyle ise, zâlim izzetinde, mazlum zilletinde kalarak ölüm gerçeğiyle eşit ve aynı seviyede yaptıklarıyla baş başa bırakılmış oluyorlar. Mutlak adalet sahibi olan Allah, zulüm ve haksızlık yapmaktan münezzeh ve beridir. Öyle ise, gerçek adaletin ve ayrışmanın gerçekleşmesi için bir haşre ve neşre ihtiyaç vardır. İyiler için ödül, kötüler için bir cezanın ön görülmesi, adaletin tam ve mükemmel olarak te’sis edileceği büyük bir mahkemenin kurulmasıyla mümkün olabilir. Onun yeri de âhiret yurdu ve mahşer meydanıdır.
Çok önemli bir başka nokta da; Haşir Risalesi okunurken, baştaki sûretler, hakîkatlerle birlikte okunmalıdır. Bir sûret, bir hakîkat şeklinde takip edilmelidir.
Başta şu kâinatı hiç yoktan var eden ve idare eden Vâcibü’l-Vücûd, bin bir ismiyle haşri isbat eder.
Resûl-i Ekrem (a.s.m) başta olmak üzere tüm peygamberler, mu’cizelerine dayanarak haşri isbat ederler. Ulûhiyyet risâletsiz olmaz. Zât-ı Ekrem (s.a.v) hem tekvînen, hem de teklîfen en mükemmel kuldur. Tekvînen ve teklîfen bütün mevcûdâtın ibâdet ve isteklerini İlâhî dergâha sunmuş, Rabbü’l-Âlemînin istek ve arzularını da eklîfen alıp beşere getirmiştir. Risâlet-i Muhammediye, haşrin en büyük ve en güçlü delilidir.
Öyle ise, “Lâ ilâhe illallah” cümlesi, “Muahhammedün Resûlullah” sız olamaz. Bütün esmâ-i İlâhiyyenin tasdîk ve ikrarı ancak bu iki cümleyi birlikte söylemek ve tasdîk etmekle mümkündür. Kemâl sıfatı ve Kâmil ismi “Muhammedün Resûlullah” sız olamadığı gibi, umûm sıfat ve esmâ da “Muahammedün Resûlullah”sız olamaz. Çünkü onları ruh aynasında en mükemmel biçimde yansıtan Muhammedî hakîkattır. Bu hakîkatın hâricinde nur ve kurtuluş arayanlar beyhûde bir arayış içindedirler.
Tek bir sıfat veya esmâyı inkâr, haşri inkâr olduğu gibi, bir tek peygamberi inkâr da haşri inkâr anlamına gelmektedir.
Başta Kur’ân olmak üzere bütün semâvî kitaplar ve suhûflar haşri isbat ederler.
Bütün evliyâ kerâmetlerine, asfiyâ ise hüccet ve delillere dayanarak haşri isbat ederler.
İnsanaki bekâ aşkı ve ebedÎ yaşama şevki haşri açıkça isbat eder.
Öyle ise haşir ve neşir haktır. Haşre inandık ve iman ettik. Madem haşir meydanına gidilecek. Öyle ise, her insan; söz, fiil ve davranışlarından sorumlu tutulacak. İlâhî rıza dairesinde bir hayat sürmekten başka çare yoktur.
Kıyâmet gününde sual ve cevaplar; Arş-ı A’zamdan gönderilen Kur’âna, onun müfessiri olan hadîse, Kur’ân ve hadîsin de müfessiri olan icmâ-i ümmete ve kıyâs-ı fukahâya göre olacakır.
Şayet amellerimiz edille-i şer’iyye dairesinde ise korkmamalı, aksi ise korkmalı ve titremeliyiz.
Şayet iman selâmeti ve sağlam akidemiz varsa, Üstad Bediüzzaman’ın ifadesiyle;
“El mevtü yevmü nevrûzina= Ölüm, nevrûz günümüzdür“
(Devam edecek…)