Bediüzzaman, Haşir Risalesi’ni şahısları aralarındaki kabul-red çekişmesini yönetmek için bir arabulucu, zaman zaman da aralarına giren bir anlatıcı rolünü üstlenir. Ama eserin şahıs örgüsü bunlarla sınırlı değildir. Bediüzzaman bütün manaları ya olaylara, ya insanlara, ya da tabiat unsurlarına dayanarak anlatır. Onda boş ve serseri nesneler eserde dolaşmaz. Kurmaca yapılardaki fon şahıslar, olay örgüsünün orasından burasından geçerler, görevleri sadece görünmektir. Ama Bediüzzaman eserinde görünen her şahıs veya şahıs gurubunu bir manada istihdam eder.
İkinci surette koca bir dünyayı olaylar ve insanlarla eler ve onlara kurmaca mana üretim görevleri verir. İnsana gidişat ve icraata bakmayı salık verir. En fakir, en zaif, herkes insan gruplarıdır, bunların sayısı sonsuzdur. Bunlara erzak veriliyor, hem mükemmel hem de mükellef özenilmiş erzaklar. Gözün önünde canlandırır. Mükemmel ve mükellef rızıklarını yiyen insanlar veya başka canlılar... Hastalar sınıfı yine insanlar topluluğudur, onlara güzel bakılır. Kimsesiz hastalar sadece insanlar değil tabii. Sonra nesneler sıraya girer onlar da anlatımda şahıs görevi yaparlar. Gayet kıymettar, şahane taamlar, kaplar, murassa nişanlar, müzeyyen elbiseler, muhteşem ziyafetler. Bütün bunları gözden geçirir manalara merdiven yapar. Sonra herkes şahıs gurupları olarak görülür, o herkes vazifelerine dikkat ederler. Öyle ki o herkesin içinde kimse vazifesini yapmamazlık etmez. “Kimse” kelimesini kullanır o da şahısları temsil eder. O kimseler ki vazifelerine dikkat ederler. Haddini aşmazlar. Bizde haddini aşana kimse haddini aşıyorsun demez, yapanın yanına kalır. Her ne kadar haklı güçlüdür ama güçlü haklıdır bunun aksi yok. Bütün bunlar kerem ve rahmeti anlatmak için seçilmiş sayısız şahıs ve şahıs özelliği kazanmış nesne gruplarıdır. Bediüzzaman bunları saymadan da Allah’ın kerem ve rahmet sahibi olduğunu söylerdi, işte o zaman skolastik olurdu.
Üçüncü surette “saltanatın cenahı himayesine iltica eden mülteciler…” ifadesi yer alır. Bunlar kimler? Kimler değil ki? Zulme uğrayıp himaye edilmek istenenler. Biz bu tür insanlara çözüm değil en kolayından “sabırlı ol, gururlu olma, kin duyma” deriz. Adamın anası ağlar elini aslana kaptırmıştır biz ona yardım değil sabır tavsiye ederiz. Sizin de niyetiniz onun elini kaptırmaksa en kolay ilaç ona sabır tavsiye etmektir. Sabır mazlumun sabrı olarak ortaya, zalim zulmüne sabır için sabır dersi verir. Zulmüne itiraz edersen, o zaman ikinci bir zulüm gelir. Uygulama bu teori o başka.
Dördüncüde “Ziyafetten telezzüz edenler…” geçer. Bunlar da sayısızdır. Ziyafetlerinin sürekli olmasını isterler. Yeni bir grup dellallardır. Onlar padişahın antika sanatlarını teşkil ve teşhir ediyorlar. Bu dellallar kitaplara sığmaz vazifeli nesneler, canlılar ve insanlardır. Bütün ağaçlar ve hayvanlar dellallar, insanlar da dellallardır. Güzelliklerini gösterirler. Peygamberimize de (asm) dellal der Bediüzzaman. O da Allah’ın güzelliklerini insanlara sergiler, hem efali hem her şeyi ile. Bütün sahabeler de dellal. O günün şartlarında ilahi malları satmak için ta Erzurum’a gelmişler, malı satmış yanında yatmışlar. Hey Allah‘ım hey!
Bediüzzaman‘ın kendi de dellaldır. Bak malını bütün dünyaya satıyor, herkes hayran o mallara, malı alanların da çoğu dellal oluyor. Öyle ya mal güzel olunca alan da başkasına satar, Nur talebeliği de bu değil mi?
Şahıs gruplarından yeni bir kısım göründü. “Takdir edici, istihsan edici, Maşaallah deyip müşahade edenler…” Bediüzzaman’ın şahıs ve nesne örgüsü adama hayretin ötesinde çıldıracak bir hayret verir. Büyük romancıların nesneleri garip nesnelerdir, işte öylesine “Hep O Şarkı” romanında bir konağın büyük odasındaki lamba bir nesnedir, manalı fonksiyonel bir nesnedir. Bütün o odada gelen geçenleri gören onların macerasına katılan nesne. Bediüzzaman’ın Isparta‘daki evinde bulunan eski eşyalar nedir? İnsanlar gelir onlara bakar, onlara bakarken Bediüzzaman’a bakarlar. Bediüzzaman o odada sanki meskundur, öyledir ya. Büyük adamların nesnesine de nesne denir mi? Şimdi Bediüzzaman ve nesnelerine olaylarına insanlarına bak, Allah’ım o nasıl göz ve nasıl muhayyile?
“Müştak seyirci mütehayyir istihsan ediciler…” Kim bunlar? Bunlar bir sanat galerisindeki sanat eserlerini sanat sever duygularla, hayret ederek beğenen insanlar. Böyle insanlar var mı. E var tabii. “Dönmemek üzere zevale mahkum olan seyirci…” Bu şahsı nasıl anlatalım? Şefkati anlatırken icad ettiği şahıslara bak. İmdadına koşulan her müsibetzede, sual ve matlub ile ortaya çıkanlar, en edna bir riayetten görünen hacet, bir çoban bir koyun, ayağı incinen koyun, ona koşan baytar ve merhem. Burada baytardan da bahseder. Merhemden de o nesne ama şahıs olmuş nesne, Bediüzzaman’ın cübbesi gibi.
Beşinci suret o kadar zengin ki şahıslar yönünden. Anlatıcı bir adaya götürür arkadaşını, huysuz arkadaşını. İyiki de huysuz, çünkü huylu olsa idi, bu kadar sorun çözülmezdi. Hastalar insanlığa sağ insanlardan çok hizmet vermiştir. Şu kadavralar bile. Yaveri Ekrem nutuk okuyor, çevresindekileri anlatır Bediüzzaman; “gel gidelim, şu adada büyük bir ictima var. Bütün memleket eşrafı orada toplanmışlar. Bak pek büyük bir nişanı taşıyan bir Yaver-i Ekrem bir nutuk okuyor, o şefkatli padişahtan bir şeyler istiyor. Bütün ahali ‘Evet evet biz de istiyoruz’ diyorlar. Onu tasdik ve teyid ediyorlar.”
Bediüzzaman bunlara “kinaiyyat kabilinden” der. Ne demek? Kinayeyi ve uygulamasını bilmek oldukça edebiyat sanatı bilmeyi gerektirir. Kinayeli konuşmaktır. Özellikle şu suretler ve giriş. Risale-i Nur çok ciddi edebiyat sanat bilgisi gerektirir. Bediüzzaman her gün bildiğimiz olaylara tarihi olaylara öyle kinaye perdeleri geçirir ki onu ancak o yapar. Kinaye kullanmak zor şey. Şimdi sahabe asrını anlatırken yukarıda kişisini alıp dünyadan Barla‘dan birden Arap yarımadasına götürür. Nasıl bir perde? Ne diyeyim? Yoksa bir uçağa bindiler saatlerce gittiler ve Mekke’de indiler mi deseydi? Köylü hasan ağa da böyle anlatır. Anlatım sanatında Bediüzzaman rakipsizdir, öyle değil mi ? Onun anlatımı karşısında çoğumuz köylü Hasan ağayız ya, darılanlar bana bıraksın.
Memleket eşrafı, verilen nutuk, adadaki büyük ictima, bütün ahali, biz de istiyoruz demek. Bunlar sayısız şahıslar, onun muhayyilesine girer nasıl kinayeli manalar olurlar. Bu suretlerin kinayeleri o kadar harika ki ne söyleyeyim. Cidden onun güzelliklerini anlatmaya benim estetik lügatim yetmiyor. Allah’ım bana yardım et!
Suretlerin sonunda bir cümle var onun sanatının mahiyetini anlatır. Bir cümle, bir dünya hatta bir alem hatta bir kainat. Kendi dünyası biz ne diyelim? ”İşte Haşir ve ahiretten kinaye ve ibaret olan şu hikaye-i temsiliye…” Naslar ve ehadisten, tarihten, haşir ile ilgili şüphelerden oluşan dünya kadar malzemeyi bir kinaye şeklinde, bir de tiyatro ve sinema veya hikaye biçiminde şahıslara dağıtıp anlatmak.
Ferhat’ın dağı delmesine mi benzer? Karıncının dağı aşmak istemesine mi? Eflani Mevlidi için geldiğimde Karabük Öğretmen Evi’nde uyuyamadım. Gece saat bir buçuk, gündüz otobüste elimdeki bir Haşir Risalesi’nden edindiğim izlenimleri kağıda döktüm, felekten bir gece çaldım, onu yere çaldım.
“Ben şişeyi taşa çaldım namusu arı neylerim” demiş büyük Yunus. Allah’ım bana yardım et!