Burada yine dünyanın Allah’ın saltanatının haşmetini ve sermedi hakimiyetini gerçekleştiremeyecek bir karaktere sahip olmadığı anlatılıyor. Saltanatın haşmeti ve sermedi hakimiyet var ama dünyadaki beşeri fiillerin nitelikleri bu saltanatın haşmetini ve sermediyetin hakimiyetini engelliyor. İnsanın kainatın intizamını rencide eden eylemleri fiilleri var. Mesela Attilla’nın, Cengiz’in, Timur’un, Hitler’in, Musollini’nin daha birçok haris cihangirlerin yaptıkları saltanatın haşmeti ve sermedi hakimiyetten gereken cevabı alamıyor çünkü dünyada eylemleri, fiilleri belirleyen Allah’ın hikmetidir, onlar cezalarını göreceklerdir ama burada değil. Aynı şekilde bu saydığımız kişilerin yaptığı işler kainatın intizamını, adalet ve dengesini, cemalinin güzelliğini bozuyor ama imtihan dünyasının gereği olarak gerekli mukabeleyi görmüyorlar, bunların yeri ahirettir.
“Sultan-ı Ezelînin haşmet-i saltanatı ve sermediyet-i hâkimiyeti yerleşemiyor; ve nev-i insanda vuku bulan ve kâinatın intizamına ve adâlet ve muvâzenelerine ve hüsn-ü cemâline münâfi ve muhâlif…“
Bu bahis Haşrin altıncı hakikatının başka yönlü bir izahıdır, orada kayıtlar düşülmemiş, genel kural anlatılmış.
Haşmet aynı zamanda Allah’ın kelamının etkileyiciliğidir, bütün kainatı Yaratanın o kainattaki insanların ve nesnelerin fiillerini bir şekilde bir kurallar topluluğu ile denetlemesi ve onlara yol göstermesi gerekir. Kur’an da bir çok sure bu haşmet ile insanlara sunulur.
“ElhamdülillahiRabbil alemin”, ”Maliki Yevmiddin”, “Elif lam mim zalikel kitabu leraybe fihüdenlil müttakin”, “Halakatsemavati vel ardi fisitteti eyyam”, “Mahalkuküm velabasikum illake nefsin vahide.“ Bütün insanların yaratılması ve ve tekrar yaratılması bir nefsin yaratılması kadar bana kolaydır” Buradaki haşmete bak. Bütün insanların hayatlarının hesabını vermek için başları önlerinde elleri bağlı haklarındaki hükmü beklemeleri ne kadar haşmetli. Böyle sayısız ayetler var mukaddes kitabımızda. Bu yüzden o “Allah‘ın haşmetini izhar eden bir ulvi fermandır.”
Cebrail haşmetli bir melekti, bir kanadı göğü kaplayacak kadardı. Cebrâil aleyhisselâm her şekle girebilirdi. Peygamber Efendimize (asm) aslî şekliyle, biri Hira Dağında ve diğeri Mîrac esnâsında Sidret-ül-müntehâda olmak üzere iki defâ görünmüştür. Cebrâil aleyhisselâm ekseriyâ Eshâb-ı kirâmdan Dıhye-i Kelbî sûretinde gelmiştir. Cebrâil aleyhisselâm yirmi üç yıla yakın bir sürede Kur’ân-ı Kerîm âyetlerini peyderpey ve çeşitli şekil ve sûretlere girerek getirmiş, Peygamber Efendimizin (asm) mübârek kalbine ulaştırmıştır. Bu husûsta Allahü teâlâ buyurdu ki:
“Ey Resûlüm söyle! Her kim Cibrîl’e düşman ise, kininden helâk olsun. Gerçekten Cibrîl daha önce indirilen kitapları tasdîk etmekte olan Kur’ân’ı kerîmi Allah’ın izniyle senin kalbine indirdi ve Kur’ân-ı kerîm doğru yolu gösterici, müminlere derecelerle kurtuluşu müjdeleyicidir.” (Bakara sûresi: 97)
Cebrâil aleyhisselâm her sene bir kere gelip o âna kadar inmiş olan Kur’ân-ı kerîmi Levh-il-Mahfûz’daki sırasına göre okur, Peygamber Efendimiz (asm) de dinler ve tekrar ederdi. Peygamber Efendimiz (asm) âhirete teşrif edeceği sene, iki kere gelip tamâmını okumuştur. Âdem aleyhisselâma on iki kere, Nuh aleyhisselâma elli kere, İbrâhim aleyhisselâma kırk kere, Mûsâ aleyhisselâma dört yüz kere, Îsâ aleyhisselâma on kere, Hz. Muhammed’e (asm) yirmi dört bin kere gelmiştir.
Hz. Cebrail in hızı
Peygamber (aleyhissalatü vesselam) Efendimiz Cebrail aleyhisselama sordu:
-“Ey Cebrail hiç yedi kat semadan yeryüzüne korku ve dehşet içinde hızlıca indin mi?
Cebrail :
-“Evet, ey Muhammed üç kez dediğin şekilde indim.”
Bunun üzerine Peygamberimiz sordu :
-“Nasıl oldu anlat?
-“Birincisi İbrahim peygamber ateşe atılırken Allah (celle celalüh) bana dediki :
“Sor bakalım İbrahim’in bizden bir isteği var mıdır?
O esnada İbrahim ateşe mancınıkla atılmış havada ilerliyordu. Hemen süratle yeryüzüne indim ve İbrahim’e sordum:
-“Var mıdır Rabbinden istediğin birşey?
İbrahim Peygamber dedi:
-“Çekil çekil… Rabbimden gelen başımın üstüne.”
Bunun üzerine Yaradan ateşe;
“Ey ateş İbrahim için serin ve selamet” dedi.
Peygamber aleyhisselatü vesselam Efendimiz:
-“Ya ikincisi?” diye Cebrail’e sordu. Cebrail (a.s):
-“İbrahim, oğlu İsmail’i kurban edeceği zaman, bıçağın keskin yerini değil sırt tarafını İsmail’in boğazına sürtüyordu. Tam farkına varıp bıçağı ters çevirip İsmail’in boğazına bıçağı süreceği sırada Rabbim bana emretti:
-“Yetiş ey Cebrail al şu iki koçu, İbrahim bunları kurban etsin” dedi. İşte o sırada “yetişemeyeceğim” diye çok korktum ama şükürler olsun Rabbime ki, yetiştim” dedi.
Peygamberimiz aleyhisselatü vesselam Efendimiz tekrar Cebrail aleyhisselama sordu:
-“Ey Cebrail, ya üçüncüsü? Onu da anlat bize. ”Cebrail (a.s):
-”Ya Rasulallah onu ne sen sor ne ben söyleyeyim. Rabbime en yakın olduğum yerdeydim (manen). Kendi mekanımda ve yedi kat semanın en tepesi denebilir. Sen Uhud Savaşındaydın ve savaş sırasında darbe aldın. Darbe alınca miğferinin demiri yanağına battı. Ashab geldi yanına ve onlardan birisi, sana olan terbiyesinden o demiri eliyle değil, ağzıyla yanağından hafifçe çekti çıkardı. İşte tam o sırada yanağından süzülen bir damla kan yere düştü düşecek… Alemlerin Rabbi şöyle hitab etti:
-“Yetiş ey Cebrail. Eğer Rasulümün kanı yere düşerse, andolsunki yerde ve gökte birtek canlı bırakmam.”
Cebrail:
-“İşte o anda tüm gücümle yeryüzüne, Uhud’a yöneldim. O kadar hızla indim ki yanağından süzülen kan tam yere damlamak üzereyken yetiştim. O an, Azrail bile bir an işini bırakıp bana dönüp baktı ve kanı kanadımın üzerine düşürdüm… Rabbime hamd olsun” der.
Dua
Sevdiği bir kulu dua ettiğinde, Allah Azze ve Celle Cebrail aleyhisselama:
-“Ya Cebrail bu kulumun istediğini hemen yerine getirme, zira ben onun sesinden hoşlanır ve bana yalvarmasını severim” buyurur.
Fakat Allahu Tealanın sevmediği bir kul dua edince, Allah Celle Celaluhü Cebrail’e:
-“Ya Cebrail ben o kulun sesinden hoşlanmam, ne isterse ver de çekip gitsin” diye buyurur.
Emr-i Ma’rufu Terk Eden bir Toplumun Ahvali
Enes bin Malikin bir rivayetinde Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurdu:
Allahu Teala Cebrail’e:
-“Ey Cebrail, yere in ve falan beldeyi altını üstüne getir” diye emreder. Yeryüzüne inen Cebrail bu belde de dörtbin kişinin ibadet ettiğini görünce:
-“Ey Rabbim! Bu beldede sana ibadet eden dört bin âbid kulun var. Bunları da mı birlikte helak edeyim? Bunlar burada sana gece gündüz kulluk yapan abid kullarındır” der.
Allahu Teala:
-“Sen onların namazlarına bakma, çünkü onlar aralarında iyiliği emredip kötülükten sakındırmazlar, birbirlerine göz yumarlar. Bunu için amellerini yüzlerine çarpıp, onlarla birlikte hepsini helak et” diye buyurur.”
İşte bu Cebrail aleyhisselam haşmetli kanatlarıyla Arş-ı Âzamın önünde secdeye gider. Hem, o anda hesapsız yerlerde bulunur, evâmir-i İlâhiyeyi tebliğ ederdi. Bir iş, bir işe mâni olmazdı. Peygamberin habercisi ve ilişkiler ağının önemli bir şahsı böyle ise kendisi nasıldır, onun bütün ahvali, ibadeti ve dolaştığı kainat aynen öyle haşmetli ve azametlidir.
Bu kainatın haşmetli Mâlikinin, elbette cezası da dehşetlidir. O zât ne kadar kudretli, haşmetli bir zât olduğunu şununla anlayınız ki, şu koca âlemi bir saray gibi tanzim ediyor. İnsan da bu haşmetli kâinatın dikkatli bir seyircisidir. Bu haşmeti seyreden ve onu hissseden ve ürperen insandır. Namaz o haşmete mukabelenin şekli hassıdır. Her rüknü haşmet karşısında mukabil davranan bir varlığı gösterir. Başlamak, ayakta durmak, sonra eğilmek, sonra secdeye kapanmak hep onu kuşatan haşmetin karşısında tavır almaktır. Alışılmış ama maverayi bir tutumdur, dünya ile ilişkinin kesildiği varlık ötesine huzuru ilahiye gitmek tekrar bu bulaşık dünyaya dönmektir.
Allah‘ın kainatının bütün görüntüleri haşmetli olduğu gibi, icraatı da öyledir, haşmetlidir. Bulutların semayı tedricen işgali, sonra rahmetin nüzulü, varlıkların su ile ilişkileri daha neler neler. İşte O‘nun haşmetnümâ icraatında ayrı ayrı, fakat birbirine benzer temsil ve cilveleri; ve kudretinin tasarrufâtında başka başka, fakat birbirini ihsâs eder ünvanları vardır.
Peygamberimiz (asm) haşmetli şecere-i tûbânın bir çekirdeğidir. Bütün bu kainat bütün haşmetiyle o çekirdekten çıkmıştır. O haşmetli şecerenin halinde, mazisinde geleceğinde dolaşmak onun hakkıdır, bihakkın dolaşmıştır. Ve ümmetine anlatmıştır. Miraç o haşmetli seyahattir işte.
İşte Efendimiz (asm) Miraçta Allah’ın haşmet-i hâkimiyetini müşâhede ederek, o Zâtın marziyâtı ne olduğunu anlamış ve O’nun saltanatına dellâl olmuş, alâküllihâl, o tabakàt ve dairelerde seyr ü süluku olmuştur.
Allah gösterdiği âsâr-ı haşmetle, bir Sultan-ı Zülcelâldir. Hem gösterdiği ihsanât ile gayet Rahîm bir Rabdir, hem izhâr ettiği güzel san’atlarıyla san’atperver ve sanatını çok sever bir Sâni’dir.
Allah‘ın haşmetli ve hikmetli ve şefkatli bir rubûbiyet-i mutlakası vardır ve görünüyor. Elbette o rububiyetin haşmetini sukuttan ve hikmetini abesiyetten ve şefkatini gadirden kurtaran ebediyettir, ebedi bir hayatı bu seyirci kullarına vermektir. Yoksa bu haşmetli kainat böyle bir sonuçla sonuçlanmasa sukut eder. Bu yüzden yer yer haşmetine medar olan dâr-ı âhireti ve ondaki Cenneti ihtar edip delâlet ve işaret eder.
Melekler kainattaki bu haşmete tavırları ile mukabele ederler. Allah’ın Rububiyetinin haşmetini onlar evvel görür ve tutum ve tavır alırlar. Evet, kâinatın her tarafında, cüz’î ve küllî herşeyde, her nevide, kendini tanıttırmak ve sevdirmek içinde merhametkârane bir haşmet-i rububiyet, elbette o haşmete, o merhamete, o tanıttırmaya, o sevdirmeye karşı şükür ve takdis içinde bir geniş ve ihatalı ve şuurkârâne bir ubudiyetle mukabele etmesi lâzım ve kat’îdir. Ve şuursuz cemâdat ve erkân-ı azîme-i kâinat hesabına o vazifeyi ancak hadsiz melekler görebilir ve o saltanat-ı rubûbiyetin her tarafta, serâda, Süreyya’da, zeminin temelinde, dışında hakîmâne ve haşmetkârâne icraatını onlar temsil edebilirler. Melekler bütün bu saltanat ve haşmete tavır alırlar ve temsil ederler. Bir kar ve yağmur yağışında bütün meleklerin o azim olayları denetlemesi her kar tanesi ve yağmur tanesi ile semadan yere tenezzülleri ne harika bir manzaradır. Görebilene nasıl bir sinema-yı kainattır.
İşte Bediüzzaman haşmetli kainatı ve onu Yaratan ve yöneten haşmetli İlahını haşmetli olan bütün efalini görmüş ve anlatmıştır. Türk edebiyatında bu haşmeti ve azameti anlatan çok adam yok, Şeyh Galip, Abdülhak Hamit ve Yahya Kemal kısmen onlara temas etmişlerdir. Tanzimattan sonra dini tahassüsümüze bu kadar katkısı olan bir insanı her hallükarda tebcil etmek gerekirken, kör ve sağır olmak garip bir tutumdur.
Kant’ın Alman tahassüsüne getirdikleri bütün dünyanın kabul ettiği bir hakikattir. Bir zaman Muğla’da uluslararası Kant sempozyumuna katılmış Yahya Kemal ve Kant’ta Yüce’yi anlatmıştım. Türk edebiyatında bir Yüce, Haşmet ve Azamet sempozyumu olsa neler olmaz da kim bu konuda konuşabilir o da ayrı bir konu. Saf sanat insanların, ulemanın dikkatini çekmiyor. Muğla’da dünyanın bütün üniversitelerinden ünvanlı adamlar Kant’ı incelemişler, bütün dünyanın ilgisini çeken ve çekmekte devam eden bir insanı şevkle anlattılar. Bu topraklardan böyle bir adam çıkmış ondan habersiz yaşamak bir tarafa gereksiz eleştiriler perde arkasında onu yüz yıldır çekemeyen bir ihanet şebekesini göstermektedir. Eleştirinin tarif-i icmalisine bile girmeyen alay ve küfür bu sözde insanların ağzından düşmemektedir. Ama adamın büyüklüğü karşısında gözleri kamaşıyor, engel olamayınca en adi yapılanı yapıyorlar.