“Bir şeyi bir yerden, mekândan ve meskenden çıkararak bir araya getirip toplamak ve bir yere sevk etmek” anlamına gelen haşr kelimesi dini terim olarak yüce Allah’ın ölülerin cesetlerini yeniden yerden çıkararak ruhlarını iade edip hesaba çekmek üzere toplaması ve hesaba çekmek üzere toplanma yerine sevk etmesine denmektedir. İnsanların toplanacak olan yere de “Mahşer” adı verilir. Yüce Allah “Sizi yaratıp yer yüzüne yayan Allah tekrar huzuruna toplayacaktır” (Mülk, 68:24) buyurur.
Yüce Allah Kur’ân-ı kerimde “Sizleri topraktan yarattık, tekrar toprağa döndüreceğiz ve sizi tekrar oradan çıkaracağız” (Taha, 20:59) buyurarak ölülerin yeniden dirileceğini açık ve kesin bir dil ile ifade etmiştir. “Diriden ölüyü, ölüden diriyi çıkaran yüce Allah kışın ölümünden sonra yeryüzünü baharda tekrar dirilttiği gibi insanları da topraktan öyle çıkarıp dirilteceğini” (Rum, 30:19, 50; Bakara, 2:259, 260) yüzlerce ayeti ile belirtir.
Dünyanın kıyametin kopması ile harap olmasından sonra yüce Allah dünyayı ahrete tebdil eder ve bu dünyanın zerratından ahiretin âlemlerini yeninde inşa eder. Sonra insanların ve hayvanların tamamını yeryüzünden ve topraktan yeniden diriltir. Adaletini tam tecelli ettirerek her hak sahibinin hakkını alır ihkak-ı hak ederek adaletini tam olarak tecelli ettirir. Bu dehşetli ve azametli güne ayrıca Kur’ân-ı kerim “Din günü” adını verir. (Fatiha, 1:3) Din günü “ceza günü” anlamına gelir ve “ceza” kelimesi “mükafatı hak edene mükafatın, azabı hak edene de azabın verilmesi” demektir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim “Allah herkesi kazandığının karşılığını vermek üzere diriltecektir. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir” (İbrahim, 14:51) buyurarak buna işaret eder.
Kur’ân-ı Kerim kıyametin dehşetini ve haşrin sebebini ifade etmek için “O gün amelleri kendilerin gösterilmek için diriltilecektir. Zerre kadar hayır işleyen mükafatını, zerre kadar şer işleyen de cezasını görecektir” (Zilzal, 99:6-8) “Yüce Allah insanları kendisinden korkmaları ve günahlardan kaçınmaları için cehennem azabı ile uyarır. Allah iman edip Salih amel işleyerek ibadet eden kullarına çok merhametlidir” (Âl-i İmran, 3:30) buyurur.
Peygamberimiz (sav) “Mü’min kıyamet gününde Rabbine yaklaştırılır. Rabbi onu mahşer ehlinden saklayarak kendisi ile özel konuşur ve bütün günahlarını ikrar ettirir. ‘İşlediğin şu günahı biliyor musun?’ der. O kul da ‘Evet, Ya Rabbi bilirim ve itiraf ederim ki bu günahları nefsime uyarak işledim’ der. Sonunda yüce Allah buyurur. ‘Şüphesiz ben senin işlediğin bu günahları dünyada senin için örttüm ve ifşa etmedim. Bu gün de senin bu günahlarını imanın ve itaatin için mağfiret ediyorum’ buyurur.” (Müslim, Tevbe, 52; İbn-i Mâce, Mukaddime, 13)
Yüce Allah ahirette mü’min ve muvahhit olarak vefat etmiş bulunan kullarının küçük günahlarını affederek kendisine rahmeti ile muamele edecektir. Ancak büyük günahları işleyen mü’minleri cezalandırdıktan sonra imanından dolayı rahmeti ile muamele ederek cehenneminden kurtarıp yine ebedî kalmak üzere cennetine alacaktır. Nitekim peygamberimiz (sav) “Müflis kimdir bilir misiniz?” buyurdular. Sahabeler “Bizim yanımızda müflis malı ve parası olmayan kimsedir” diye cevap verdiler. Peygamberimiz (sav) buyurdular “Gerçek müflis o kimsedir ki, kıyamet günü namazı, orucu, zekâtı ile Allah’ın huzuruna gelmiştir; ancak şunun malını yemiş, bunun kanını dökmüş, başkasını dövmüş, bir başkasına iftirada bulunmuş ve zulmetmiş olarak gelir. Bütün hasenatını hak sahiplerine verdikten sonra elinde hiçbir şeyi kalmayan üstelik hakkını yediği insanların da günahlarını yüklenmek durumunda kalan ve cehenneme atılan kimsedir” (Müslim, Birr, 59) buyurmuşlardır.
Günahkâr mü’minin durumu bu olunca küfür ve şirk üzere ölen, bununla beraber zulüm ve haksızlık yapan, yeryüzünde fitne ve fesat çıkartan insanların durumunun ne olacağı kendiliğinden anlaşılmalıdır. Kur’ân-ı Kerim onların durumlarını şöyle haber verir: “Şüphe yok ki onların dönüşleri bizedir. Onların hesaba çekecek olan da biziz. (Gâşiye, 88:25-26) “Doğrusu Allah yolundan sapanlara hesap gününde çetin bir azap vardır. (Sâd, 38:26) “Kimin mizanda tartısı ağır basarsa, o kurtuluşa erer; kimin de hafif gelirse kendilerine yazık etmişlerdir; onlar ebediyen cehennemdedirler.” (Mü’minûn, 23:102-103) Bu konuda yüzlerce ayet vardır.
Bütün bunlardan anladığımız ve peygamberimizin (sav) bize haber verdiği husus şudur ki; öldükten sonra bedenen dirilmek ve aynı bedeni ve sureti almamız haktır ve vaki olacaktır. İhkâk-ı hak için herkesin birbirini tanıması vaki olacaktır. Amellerin mizanda tartılması haktır ve vaki olacaktır. (A’raf, 7:8) Amel defterlerinin verilmesi haktır ve mü’minlerin önden ve sağdan, kâfirlerin arkadan ve soldan amel defterleri ellerine verilecek ve orada dünyada yaptıkları her şey yazılı olacaktır. (Hakka, 69:25-26; İnşikak, 84:10; İsra, 17:13) Bütün yaptıklarından hesaba, sorgu ve suale çekilmesi haktır ve vaki olacaktır. (A’raf, 7:6; İbrahim, 14:51; Âl-i İmran, 3:30; Buhari, Mezâlim, 2; Müslim, Tövbe, 52)
Öldükten sonra diriltme konusunda Kur’ân-ı Kerim aklı ve kalbi, hissiyatımızı tatmin etmek için misaller verir. Aklı ikna, kalbi tatmin eder ve hissiyatımızı şahit gösterir. “Hiç yoktan kendi yaratılışını unutup da çürümüş kemikleri kim diriltecek diye bize misal getirdi. Ey Habibim, sen de ki, onu yoktan yaratan diriltecektir. O her şeyi bilerek yapar ve yaratır.” (Yasin, 36:78-79) “Yeryüzünde Allah’ın yarattığı rahmet eserlerine bakmaz mısınız? Bakınız Allah ölmüş olan yeryüzünü kışın ölümünden sonra baharın nasıl yeniden diriltiyor? Sizlerin öldükten sonra diriltilmeniz de böyledir. O Allah her şeye kadirdir.” (Rum, 30:50)
İnsan acizdir ve hiçbir şeyi vardan yok edemez, yoktan da var edemez. Allah ise kadirdir ve Allah’ın işi yoktan yaratmak, varı yok etmek ve yoğu var etmektir. Bu sebeple Allah’ın işleri insanların işlerine, Allah’ın kudreti insanların gücüne kıyas edilemez. İnsan’a Allah’ın güç ve kudret vermesi, eşya üzerinde tasarrufa yetkili kılması, kendi varlığını, kudretini ve yaratıcılığını anlaması içindir. “Allah bir şeyin olmasını dilerse, ‘Ol!’ der o da anında oluverir.” (Yasin, 36:82) Yoğu var etmek, varı yok etmek Allah’ın işi ve adetidir. Allah ilim, irade ve kudreti ile her şeyi yaratır. Hiçbir şey Allah’a ağır ve zor gelmez. Allah’ın kudreti karşısında atom ile kâinat müsavidir, aynıdır.
Haşr, dediğimiz öldükten sonra dirilmek cismanidir. Yani bedenler maddi olarak dirileceklerdir. Yoksa ruh zaten bakidir. Yani Allah ruhu ölümsüz olarak yaratmıştır. Ölüm dediğimiz hadise, ruhun bedenden çıkması ve dünyadan ahrete, bir başka âleme geçmesidir. Yüce Allah bedenin ruhu taşıyamayacak hale gelmesi sebebi ile veya ecelinin gelmiş olması ile ruhu bedenden alır ve Azrail’e (as) teslim eder. O da kıyametin kopması ve bedenlerin yeniden dirilmesine kadar bu emanet ruhları muhafaza eder. Haşirde bedenlerin yeniden inşası ile ruhlarını aldığı aynı bedene iade eder. Bu bakımdan ölümü yaratan ve ruhumuzu bedenden ayıran Allah’tır. Azrail (as) ise ruhlarımızın koruyucusu ve muhafızıdır. Bu bakımdan en değerli varlığımızı ve bizi biz yapan ruhumuzu her türlü tehlikeden ve kâinatta kaybolmaktan muhafaza eden Azrail’i (as) sevmeliyiz.
İslam bilginleri Kur’an-ı Kerimin yüzlerce ayeti ve peygamberimizin (sav) yüzlerce hadisine dayanarak kabir hayatının ruhani, kabirde sorgu ve sualin ruha olacağını, kıyametten sonra haşrin cismani, yani maddi ve bedensel olacağını, ruhun bedenlere yeniden iadesi ile, amellerinden dolayı hesaba çekilmesinin ruh-beden beraberliği ile aynen şu andaki hayatımız gibi olacağını söylemektedirler. Çünkü madem dünyada beden ruha arkadaş olmuş, iyilikleri de kötülükleri de beraber yapmışlardır. Elbette ceza ve mükâfatı da beraber olacaktır. Bedensen zevklerden dolayı işlenen günahlardan dolayı sadece ruhun ceza görmesi veya bedenin çektiği zahmetli ibadetlerden dolayı sadece ruhun mükâfat görmesi adil değildir. Allah ise adildir. Adaleti gereği ruh ve bedeni beraber cezalandırır ve beraber mükâfatlandırır. Bunun için cennet ve cehennem hayatı bedensel, cismani ve maddidir. Bu sebeple haşre “Haşr-i Cismânî” adı verilir.
Haşrin keyfiyetini Kur’ân-ı Kerim ve peygamberimiz (sav) çok detaylı, açık ve net ifadelerle anlatır. Şöyle ki, “Yeryüzü yarıla¬cak, insanlar süratle kabirlerinden çıka¬rak çekirgeler gibi kendilerini çağırana doğru koşacaklar.” (Kâf 50:44; Kamer 54:7-8) “Herkesin yanında biri ameline şahitlik etmek, diğeri de onu mahşere götürmekle görevli iki melek bulunacak¬tır.” (Kâf 50:21) İlâhî buyruklara isyan et¬mekten sakınan muttakiler, rahmanın huzuruna süvari elçiler ve konuklar gibi yüzleri parlak ve sevinçli durumda haşredilirken kâfirler, zalimler ve Kur’an’dan yüz çeviren mücrimler gözleri korku¬dan göğermiş, zincire vurulup katrandan gömlek giydirilmiş, kederli ve kara yüzle¬rini ateş bürümüş olarak kör, sağır ve yüzükoyun bir şekilde cehennem yoluna sevkedilecekler, hesap vermeleri için ce¬hennemin etrafında diz çöktürülmüş bir halde bekletilecekler, sonunda da cehen¬neme atılacaklardır.” (İbrahim 14:49-50; İsrâ, 17:97-98; Meryem 19:68, 85-86; Tâ-hâ 20:102, 124-126; Furkân, 25:34; Abe¬se 80:38-42)
Kıyametin kopmasından sonra diriltilecek yaratıkların kabirlerinden çık¬ması ile gerçekleşecek olan haşirdir. İlgili hadislerde haber verildiğine göre insan¬lar, üzerinde dağ. Taş gibi yol gösterici hiçbir alâmetin bulunmadığı, kepeksiz un gibi bembeyaz ve dümdüz bir alanda haşredilecektir. (Buhârî, Rikak, 44) Kabirden ilk defa Resûl-i Ekrem çıkacak, onu Ebû Bekir ve Ömer takip edecek, daha sonra Medine ve Mekke'de bulu¬nanlar Peygamberle birlikte mahşer yerine varacaklardır. (İbn Kesîr, I, 262)
Haşir esnasında insanlar yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olacak, fakat o günün deh¬şetinden erkekler ve kadınlar birbirlerine bakamayacak, izdihamdan ve yaklaştırı¬lan güneşin hararetinden Ötürü dökülen terler ağızlara ve kulaklara kadar yükse¬lecektir. (Buhârî, Enbiyâ, 1, 8; Zekât, 52) Cennet elbiselerinden ilk defa Hz. İb¬rahim İle Hz. Peygamber’e, ardından diğer peygamberlere ve müminlere giydi¬rilecek ve bunlar haşrin zorluklarından kurtulacaktır. (Kurtubî, s.237) İnsanlar inançlarına ve amellerine göre çeşitli şe¬killerde hasredilir. Kötülüklerden sakınan¬lar eğerleri altından olan emsalsiz binek¬ler üzerinde haşredilir ve müstakbel ha¬yatlarını özlerler. Bazıları ikişer, üçer, dör¬der, onar kişilik gruplar halinde develer üzerinde mahşer yerine götürülür. Ba¬zıları da kavurucu güneş altında yaya ola¬rak haşrolunur. Kâfirlere gelince bunla¬rın liderleri yüzükoyun, diğerleri yürüye¬rek mahşere sevkedilir. (Müsned, 1:155; Buhârî, Rikâk, 45; Müslim, Cennet, 59; Beyhaki, s. 648; Kurtubî, s.226, 237) İlâhî emirler karşısında büyüklük taslayanlar zerreler gibi küçültülmüş olarak mahşere götürülecek, (İbn Kesîr, Tefsir, 2:8) başkasının arazisini haksız yere alanlar da bu arazinin toprağını mahşer yerine kadar sırtında taşımaya mahkûm edile¬cektir. (Müsned, 4:73) Mahşer yeri¬ne gelen insanların gözleri gökyüzüne çevrilmiş halde kırk yıl bekleyecekleri, sonunda Hz. Peygamber'in şefaatiyle he¬saba çekilme işleminin başlayacağı da ha¬dislerde verilen bilgiler arasında yer alır. (İbn Kesîr, 1:267)