Hastalıkla ömür ibadet hükmüne geçebilir

Haftanın hutbesi...

Risale Haber-Haber Merkezi

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم
وَالَّذِي هُوَ يُطْعِمُنِي وَيَسْقِينِ
وَإِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِين (1)
 
Aziz müminler!

Cenab-u Hak biz insanları imtihan etmek ve kendisine karşı hareketlerimizi denemek için çeşitli musibetlerle imtihan ediyor. İşte bunlardan biri de hastalıktır. Hastalık; sabun gibi, günahların kirlerini yıkar, temizler. Hastalıkların günahlara kefaret olduğu hadislerde rivayet edilmiştir. Hem yine bir hadiste vardır ki, "Ermiş ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşer; imanlı bir hastanın titremesi de öyle günahları silker."(2) Demek ki asıl hastalık bedende değil insanın kalp, vicdan ve ruhundaki manevi hastalıklardır, yani günahlardır. Eğer insan bedenindeki hastalığa sabrederek şükrederse, o hastalık vesilesiyle bir çok manevi hastalıktan kurtuluyor. Allah muhafaza eğer kişi Allah’ı tanımıyorsa, ahireti bilmiyorsa, günahları düşünmüyorsa, asıl hastalık budur. Bütün dünyanın hastalığı, musibetleri de başında olsa bu hastalık daha büyüktür. Evet, Allah'ı tanımayanın, dünya dolusu belâ başında vardır. Allah'ı tanıyanın dünyası nurla ve mânevî sevinçle doludur; derecesine göre, iman kuvvetiyle hisseder. Bu imandan gelen mânevî sevinç ve şifa ve lezzet altında, küçük maddî hastalıkların elemi erir, ezilir.

Muhterem cemaat!

Hastalık vesilesiyle ve hastalığa şükrederek, ömür dakikalarımızı birer saat ibadet hükmüne geçirebiliriz. Çünkü ibadet iki kısımdır. Birisi namaz niyaz gibi malum ibadetler. Diğeri hastalıklar, musibetler vasıtasıyla, kişi acizliğini ve zayıflığını anlayıp, Rahman ve Rahim olan Allah’a yalvararak ibadet etmesidir. Evet, hastalıkla geçen bir ömür, Allah'tan şikâyet etmemek şartıyla, mü'min için ibadet sayıldığına, hatta bazı sabreden ve şükreden hastaların bir dakikalık hastalığı, bir saat ibadet hükmüne geçtiği ve bazı kâmillerin bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçtiği, sahih rivayetlerle sabittir.  Bir dakika ömrümüzü bin dakika hükmüne getirip, bize uzun ömrü kazandıran hastalıktan şikâyet değil, teşekkür etmeliyiz. Şifa verenin Allah-u Teala olduğunu bilmeliyiz, hutbemin başında okuduğum ayet-i kerimede de, İbrahim (as)'ın söylediği: "Beni yediren ve içiren O'dur. Hastalandığımda bana şifa veren de O'dur."(3) demeliyiz.
 
Değerli din kardeşlerim!
      
İnsan bu dünyaya keyif sürmek ve lezzet almak için gelmediğine, devamlı gelenlerin gitmesi ve gençlerin ihtiyarlaşması ve sürekli ölümler ve dünyadan ayrılmalar şahittir. Demek insan bu dünyaya yalnız güzel yaşamak için ve rahatla ve safa ile ömür geçirmek için gelmemiştir. Belki büyük bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile, ebedî, daimî bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir. Onun eline verilen sermaye de ömürdür. Eğer hastalık olmazsa, sıhhat ve afiyet gaflet verir, dünyayı hoş gösterir, âhireti unutturur. Kabri ve ölümü hatırına getirmek istemiyor. Ömür sermayesini boş yere sarf ettiriyor. Hastalık ise, birden gözünü açtırır. Vücuduna ve cesedine der ki: "Lâyemut değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni Yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan."(4) İşte hastalığın bu şekilde bizleri ikaz etmesi ve bir nevi bize nasihat etmesi cihetiyle; hastalıktan şikâyet değil daima ve her halimizde şükür etmeliyiz

Hazırlayan: Fatih Aksüt

1-Şuarâ Sûresi, 26/79-80
2-Buharî, Merdâ: 1, 2, 13, 16; Müslim, Birr: 45
3-Şuarâ Sûresi, 26/79-80
4-Lemalar 25. lema

Özel Haberleri