Sağanak sağanak yağan fikir ve düşünce yağmurlarıyla ıslandığımız Abant Platformu’nun sonuna geldiğimizde; dinlendiğimizi zannetmiştik ama aslında yorulmuştuk. Çünkü düşünce ve fikir işçiliğinin yorgunluğu, beden yorgunluğuna asla benzemiyor.
Bu yüzden toplantı biter bitmez, otobana çıkıp İstanbul’un gürültü patırtısına hızla yerleşmek yerine, sefer güzergâhımızı biraz değiştirip; yeşil dağlar, vadiler, ovalar arasından geçerek, tarlasında bağında çalışan insanlarımıza selam verip, hal hatır sorduktan sonra, hiç olmazsa biraz dinlenmiş şekilde İstanbul’un karmaşık hayatına dâhil olalım istedik.
Abant’tan Mudurnu’ya giden yol; kimi yerde yemyeşil dağlar üzerinden, kimi yerde rengârenk çiçeklerle bezenmiş vadilerden uzayıp gidiyordu. Mudurnu üzerinden Göynük’e doğru yolumuzu doğrulttuğumuzda ise bu sefer bir başka Cennet köşesiyle karşılaşmıştık.
Çevremizi seyrettikçe, otomobilde bulunan meslektaşlarımız Bünyamin ve Bedrettin Beyle birlikte hiç farkında olmadan iç geçiriyor ve şunu soruyorduk;
“Belki dünyanın her yerinde böyle güzellikler vardır ama bizim memleketimiz bir başka. Her köşesi, dağı, ovası, vadisi, tarlası, bağı, bahçesi, küçüğüyle büyüğüyle insanı, ayrı bir güven ve huzur veriyor. Böylesi bir coğrafyada yüzyıllar boyu barış içerisinde yaşamış bir milletin torunları olarak, neyimizi paylaşamıyor da sürekli gerginlikler yaşıyoruz.”
Bu sorunun cevapları çok olsa da huzur ve güven tünelinden çıkmak istemediğimiz için yakaladığımız güzelliklerin tadını çıkarmaya devam ediyorduk ki, Mudurnu ayrımından sonra duble yol yapımına rast geldik. Mudurnu Göynük arasındaki ilk yol, Menderes zamanında yapılmış, 50 yıldan sonra devlet ilk defa bölgeye gelerek yol yapımına başlamış.
Yol yapımındaki hummalı çalışmaları seyrederek yine Göynük yakınlarındaki küçük bir Cennet köşesine yolumuz uğradı. “Çubuk Gölü” adıyla bilinen göl ve etrafı, gerçekten de Cennet tariflerine çok uyuyordu. Samimi ve güler yüzlü insanların elinden katkısız ayran içip, tarihi kent Göynük’e çevirdik yönümüzü. Girişte Hacıbayram Veli Hz.lerinin talebelerinden Ömer Sekkin Hz.lerinin türbesini ziyaret edip, Akşemseddin Hz.lerinin huzuruna vardık.
Göynük’ün tarihi sokaklarında kısa bir gezinti yaptıktan sonra yine Göynük’ün yöresel yemeklerini sunan Paşazade Konağı’nda katkısız ve hormonsuz yiyecekleri de tadarak yola çıkmak üzereyken, yol üzerinde “Hatıp Dede” diye bir zat-ı muhterem olduğu, ona selam vermemizin, duasını almamızın iyi olacağı söylenince, “Eyvallah” deyip hareket ettik.
Yurdumuzun hemen her yerinde “Hatıp Amca,” Hatıp Dayı” ve “Hatıp Dede” isimleriyle bilinen insanlar vardır ve bunların hepsi de kendi yaşadıkları devri doğru anlatan ve dini bilgileri yerli yerinde olan insanlardır. Gerçek adları başka olsa da insan ilişkileri ve hitabetleri güçlü olduğundan genelde “Hatip” derler ama insanımız; “Hatip” ismini, zamanla “Hatıp” olarak diline yerleştirdiğinden, o kişinin adı hep “Hatıp” olarak kalmıştır.
Yolumuz üzerindeki Hatıp Dede’nin yanına vardığımızda gerçek adının ne olduğunu sormaya fırsat bulamadık. Çünkü bizi bahçesinde karşılar bulduk. Elini öptük, hal ve hatırını sorduk. O da bizim kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi sormadı. “Sizi bize Allah gönderdi, sohbet nasibimiz var, içecek ayranınız var, nasibinizi alıp yolunuza gideceksiniz” dedi ve hemen şu soruyu sordu;
“Akşemseddin Hz.lerine uğradınız mı?” Öyle bir soruş şekli vardı ki, “Akşemseddin’e uğramadan Göynük’ten çıkılmaz” demek istedi. “Uğradık” cevabını alınca pek memnun oldu ve “Dünyanın geçici bir konak olduğunu, önemli olan bu konakta geçirdiğimiz ömrümüzle, Allah’ın huzuruna çıkıp çıkamayacağımızdır” dedi.
Hatıp Dede’nin bütün sözleri, bütün düşüncesi, Dini İslâm üzerineydi. Öncelikle İslâm’a ihanet edilen dönemden kısa bilgiler verdi. Ardından bugüne ve yarına dair umut dağıttı. “Ben askerdeyken besmele çekmesini bilmeyen insanlar vardı, onlara besmeleyi öğretmiştim. Şimdi Elhamdülillah kimsenin böyle bir derdi yok. Müslüman olmak namaz kılmaktır. Namazı boş vermeyin. Namaz, namaz, namaz” diyerek, Hatıp Dede sözlerini tamamladı ve bizleri uğurladı.
Aracımızın kaptanı Bedrettin Bey’in; “Namaz Müslümanların gündem maddesinde birinci sırayı almalı, aksi takdirde diğer gündem maddelerinin birinci madde olmadan bir önemi yok” ifadesiyle yolumuza devam ettik.
Vakit