Bismihi...
Her nefesinin emanet olduğunu bilerek yaşadığın hayatın son yıllarında böyle bir "kare" ile karşı karşıyasın. Büyük dağların kışı misali... Ne kadar okudun 25. Lema'yı biliyoruz ki sayısını sen de unuttun. Asrın ve kıyamete kadar da telifleri okunacak Üstadımızın yanında yöresinde peşindeydin adım adım. Sen demek... bir anlamda Said Nursî demekti. içercesine okudun Risaleleri. Her bakışın Üstadımız gibi Esma okuyordu. Aynalara yansıyan hizmetin aynaları tebessüm ettiriyor. Oturup kalktığın yerler istedin ki senden memnun olsun. İstedin ki insanlığın -hele de gençliğin- yolu Nur'lu olsun. İnsanlığın b/akışı körleşmesin, kulakları s/ağır olmasın, adımları dolaşmasın, kalpleri taşlaşmasın, ruhları daralmasın. Yani... ne ki... yaşadıklarının farkında olsunlar diye... diyar diyar gezdin. Bazen çok ağır hastayken bile... Cömertlik böyle şeyler işte ki hayatını bizi insan edecek nur kelimelerin kalbine gömdün. oradan hep bahar nefesler koklayacak ruhunuz.
Senin yattığın yerin yakınındayım. Doktorlar haliyle müsade etmiyor. Yanda birileri ağlıyor. Bir yakınları ölmüş olmalı. Ölümün "gerçek" yüzünü onlara anlatsaydınız sizi pürdikkat dinleyeceklerdi eminim. Hıçkırıkları beni de bir tuhaf etti. Ah, oh sesleri arasından süzüyorlar hayatı. Müsait olsalardı ben de gidip konuşmak isterdim. Sizi anlatmak isterdim. Sizlerden öğrendik hakikatlerin yeri geldiğinde adreslerine postalanması gerektiğini. Üstadımızın hayata ve ölüme o zengin, engin, sonsuz, renkli bakışlarından dem vurmak dem tutmak isterdim. Sizi hapislere attılar; "kelime" taşıdığınız için! "Kelime kaçakçılığı" yapıyor diye... Hayatı kaçak göçek yaşayanlar; hakiki yaşayanlardan "rahatsız" olurdu; oldular.
Ziya Paşa:
"Erbab-ı kemali çekemez nâkıs olanlar; rencide olur dide-i huffaş ziyadan" diyor ya... sizin yaydığınız ziyadan, nurdan, huzurdan, sükûndan "rahatsız" oldular. Gözleri gönülleri, şatafatlı hayatları kamaştı.
Şu an 17. 11. 2012... Yoğun bakım ünitesindesiniz. Hep yoğun bakımdayız, gibi şeyler duymuştum dostum Doktor Senai Demirci'den.
Hep onun taht-ı tasarrufunda, yoğun bakımdaki bir âlemde yaşadığınızın farkındaydınız.
Hep farkında idiniz hayatı ve ölümü her şeyi Veren'in. İşiniz ve hep işiniz Risale-i Nur idi. Nice yerleri ezberden okuyordunuz!
Sevgili Ağabeyim, hakkınızı helal edin.
Sizi görünce Üstadımı hatırlıyorum. Yanınızda konuşmak bana ağır geliyordu. Sizi konuşurken de susarken de dinlemek güzeldi. Bizim haklarımız -varsa- helal olsun. Sizlerden aldığımız Nur emanetini nefeslerimiz oldukça taşımaya kararlıyız; müsterih olunuz. Ağlamak istiyorum. Fırtınalı hayatını düşünüyorum. Tarifsiz haller doluyor içime. O ne gayret öyle! Üstadı görenlerde bir başkalık oluyor demek ki! Şâfi-i Hakiki'den 25. Lema'yı şefaatçi kılarak dünyevî ve uhrevî şifalar diliyorum. Siz zaten insanlığın reçetesi Kur'an'dan süzülen Risale-i Nur'un ebedî şifa olduğunu biliyordun. insanlığa ebedî şifayı sunanlara da ebedî şifalar diliyorum. Rahmetli Ali Mutlu ağabeyim de bir gün telefonda kendi ömründen size vermesini istemişti Rabbimden. İşte seni böylesine sevenler var. Siz ömrünüzü hiçe sayıp insanlığın temel ihtiyacını nefes nefese taşıdınız. Saatlerce sizi yazmak, konuşmak isterim. Sizi Allah için seviyorum. Allah'a emanet olunuz.
Selâm, muhabbet, dua ile...
Ali Hakkoymaz
Kasım hallerinden bir hal
Sonbahar serinliği
Sizlerin baktığı gibi bakmaya çalışarak