Hafızamız olmasaydı hayatımız nasıl olurdu acaba? Geçmişi hatırlamadan, geçmiş yaşananlardan bugüne hiçbir şey aktarmadan yaşamak hayatın anlamını büyük ölçüde değiştirirdi şüphesiz. Her insan için hatıralar önemlidir değil mi? Unutulmak istenen hatıralar vardır. Ya da medet umulan hatıralar. İnsan hatıralarıyla birlikte yasar. Ufak birer geçmiş zaman makinesidir hatıralar.
Nur talebeleri için de hatıralar önemlidir. Bir bakıma cemaatin magazinidir hatıralar. Belli oranda onlardan da faydalanmak gerekir elbette. Ancak uzun bir süredir neredeyse hatıraların, Risalelerden daha ön planda olduğu bir durum yaşanıyor. İçtimai ölçüler Risalelere göre değil de, hatıralara göre şekillenir oldu. Adeta bir hatıra nurculuğu akımı ortaya çıktı.
Bizler maalesef tefekkürü olmayan bir milletiz. Bediüzzaman’ın bu topluma kazandırdığı en önemli şeylerden biri de tefekkürü hayatımızın merkezine getirmesidir. Tefekkürü unutmuş bir millete Risale-i Nur gibi tefekkürün en üst mertebesinde olan eserleri hediye etmiştir.
Bu toplumun en çok tefekkür eden, fikir üreten insanları olması gereken Nur talebelerinin, tefekkürü değil de, hikâye tarzı hatıraları daha çok tercih ediyor olması, şüphesiz bir kolaycılıktan ileri geliyor. Zira kendi kafamızla düşünmek güçtür. Metin Karabaşoğlu, Risalelerin dilinin ağır olduğunu iddia eden düşünceye karşı, ‘Risaleler mi ağır, biz mi hafifiz?’ diye sormuştu. Gerçekten de, bizler ancak hatıra, gezi yazıları okuyabilecek hafiflikte miyiz? Kendimizi kandırmayalım. Belki de öyleyiz. Zira ülkemiz dünyanın en çok TV izleyen ülkelerinin başında geliyor. Günün 3–4 saatini TV başında geçirip, hipnotize bir hale gelen insanların fikir seviyesi de ancak roman, gezi, hatıra okuyabilecek bir seviyedir. Belki bunların okunduğuna bile şükretmek gerekir. Ama özellikle Nur talebelerinin böyle bir lüksleri olabilir mi?
Bugün Risale-i Nur’ların ve Bediüzzaman’ın kapalı bir dille adeta 'nurcunun nurcuya propagandası' şeklinde anlatılması ve hatıra nurculuğunun revaç bulması, Risale-i Nur’ların önündeki en büyük engellerden biridir kanaatindeyim. Basında bir tarama yapsak, Risale-i Nur üzerine yapılan fikir çalışmaları mı, yoksa Üstad ve talebelerinin hatıra, gezi, vs nakilleri mi daha çok karşımıza çıkar? Benim internette gördüğüm kadarıyla, ikinci kısım yazılar, fikir çalışmalarından çok daha fazla maalesef.
Oysa unutmamak gerekir ki, Bediüzzaman, kendi Tarihçe-i Hayat’ı yazılırken, şahsını ilgilendiren mevzulara dahi izin vermemiş, nazarları her zaman risalelere çekmeye çalışmıştır. Yine kendisini ziyaret etmek isteyenlere, zahmete girmemelerini, kendisini ziyaret yerine Risale-i Nur okumalarını tavsiye etmiştir. Kendilerinden hatıra anlatması istenen Ağabey’lerin ısrarla ‘risale okuyun’ demelerine rağmen ve üstelik neredeyse anlatılmamış hatıra kalmamışken, birçok hatıra birden çok kitapta defalarca yayınlanmışken, Nur talebelerinin önemli bir kısmının halen Risalelerden çok hatıralara ilgi duyuyor olması, bence ciddi bir zaaftır.
Hatıra Nurculuğunun diğer bir tehlikesi de, saff-ı evvel ağabeyleri şeyhleştirmek gibi, onların da asla arzu etmediği ve istemediği durumları netice verme ihtimalidir. Elbette ki, hayatlarını davalarına adamış, bu uğurda nice çilelere göğüs germiş, sahabe mesleğinin bu zamandaki önderleri olan hakikat kahramanı ağabeylerimize hürmette kusur etmemeliyiz. Ancak, Bediüzzaman ‘mesleğimiz tarikat değil’ derken, kendisinin şeyh olmadığını söylerken, bugün bizlerin ‘şeyh uçmaz mürit uçurur’ sözünü teyit edercesine, Üstad’ın talebelerini şeyhleştirmeye, onları kusursuz şahıslar gibi görmeye ne hakkımız var? Bu, en başta o Ağabeylere, sonra da Risale-i Nur mesleğine yapılmış bir haksızlık değil midir? Bu anlayışın neticesi, şahsını hep geri planda tutmaya çalışan Bediüzzaman’ı tabulaştırmaya kadar götürebilir ki, bir fikri yok etmenin en kolay yolu da o fikri tabulaştırmaktır. Üstelik anlatılan hatıraların bir kısmı, Risale-i Nur grupları arasında tefrikaya sebep olmakta ve belki de defalarca konuşulup tartışılmış, çoktan kapanmış meseleleri tekrar gündeme getirerek, ittihat ve uhuvveti sarsacak bir sonuca sebebiyet verebilmektedir.
Üstadı nurculara karşı övmek, onunla veya onun talebelerinin hatıralarıyla ilgilenmek yerine, ne dediğine daha fazla kulak kabartmalıyız. Zira Risale-i Nur’suz nurculuk olamaz. Bizim öncelikle kendimize, sonra da bugünün insanlarına Nur hakikatlerini anlatabilmemiz için, hatıra yazma merkezlerine değil, fikir üretme merkezlerine ihtiyacımız var. Çünkü Nura muhtaç insanları hatıralarla değil, ancak fikirlerle ikna edebiliriz. Dolayısıyla içe dönük hatıra çalışmalarından çok daha fazlasını, dışa dönük fikir çalışmaları için sarf etmeliyiz.
Hatıralar elbette önemlidir. Ancak Risaleler’in önüne geçmemek kaydıyla. Zira hatıralar magazindir. Magazinse ilave olarak verilir. Ektir, asıl değildir. Hatıra Nurculuğundan, müdakkik Nurculuğa geçebilmek, tefekkürü yeniden hayatımızın merkezine getirebilmek ümit ve temennisiyle…