Sadece müminler için değil, bütün insanlar için önemli bir rehber olduğuna inandığımız Risale-i Nur perspektifinden bazı iletişim kodlarını paylaşmakta fayda mülahaza ediyoruz.
İnsanların uhrevi mesuliyetleri bir yana, bu dünyada da huzurlu, barış içinde bir hayat sürmeleri için asgari müştereklerde uzlaşmaları şarttır.
Hayatı zehir eden ihtilaf noktaları değil, dünya hayatını bir nevi cennet hayatına çeviren ittifak noktalarına bakmak, toplumlar için olduğu kadar bütün bir insanlık camiası için de büyük önemi haizidir. Bu yazımızda özellikle memleketimizin içinde bulunduğu ihtilafları ittifaka, şikakları vifaka, iftirakları ittihada çevirecek birer anahtar hükmünde olduğunu düşündüğümüz bazı hususları kısa maddeler halinde arz edeceğiz:
a) Kardeşlik bağlarını güçlendiren az güzel olanla iktifa etmeliyiz.
“Hak ve güzel olan bir konuda ittifak, bundan daha hak, daha güzel olan alternatif bir konuda ihtilaf varsa, hak ve güzel olanı daha hak ve daha güzel olandan çok daha hak, çok daha güzel olur.” O halde, asgari bir müşterek olarak doğru kabul ettiğimiz ve güzel bulduğumuz bir fikirde ittifak edip uzlaşabiliyorsak, bunu göz ardı etmek ve bize göre daha doğru daha güzel, ancak ihtilaflı olacağı belli olan bir fikirde ısrar etmek doğru değildir. Böyle bir durumda ittifakı sağlayan doğru bir güzellik çok güzel hükmünde olduğu gibi, ihtilaf çıkaran çok güzel ise çirkinlik damgasını yemekten kurtulamayacaktır.
-Bu şaşmaz ölçü, bize şunu ders veriyor ki, ruhsatlardaki ittifak, azimetlerdeki ihtilafa tercih edilir. Bu aklın da gereğidir, dinin de gereğidir, insanlığın da gereğidir.
b) Tavır ve duruşlarımızda sevgiyi esas almalıyız.
Bu perspektifi kazanmak için, sevgiye değer bulduklarımız ön plana çıkarmalı, adavete hak kazanan hasletleri geri plana itmeliyiz.
“Adavet etmek istersen, kalbindeki adavete adavet et; onun ref'ine çalış. Hem en ziyade sana zarar veren nefs-i emmarene ve heva-i nefsine adavet et, ıslahına çalış. O muzır nefsin hatırı için, mü'minlere adavet etme. Eğer düşmanlık etmek istersen, (İslam’a Kur’an’a, dine, imana düşmanlık eden) kâfirler, zındıklar çoktur; onlara adavet et. Evet nasılki muhabbet sıfatı, muhabbete lâyıktır; öyle de adavet hasleti, her şeyden evvel kendisi adavete lâyıktır” (Mektubat 265 ).
Bu nurani reçeteden alacağımız ilaçlar şunlardır:
-Düşmanlık vasfı, insanlık bakımından arzu edilmeyen bir haslettir. Bu sebeple, mümkün olduğu ölçüde bu düşmanlık hastalığının içimize girmesine fırsat vermemek gerektir. Bu virüse bulaşmamak için, “Allah için sevmek” düsturunu esas prensip edinmek, koruyucu hekimlik metodu çerçevesinde kin ve nefretin kalbe girmesine izin vermemek, bilakis, “Yaratılanları yaratandan ötürü sevmek” şuuruna ermek gerekir. “Allah için buğzetmek” düsturu, hem arizi olup tali derecede ehemmiyet arz eden, hem kişilerin şahsına değil, yaptıkları kötü eylemlerine yönelik bir prensiptir.
Bu konuda Bediüzzaman hazretlerinin “mezhebim” (yani yolumun asıl rotası) dediği, şu ifadeleri bizim için oldukça aydınlatıcıdır. “Benim mezhebim; muhabbete muhabbet etmektir, husumete husumet etmektir. Yani dünyada en sevdiğim şey muhabbet ve en darıldığım (nefret ettiğim) şey de husumet ve adavettir.” (Münazarat, 77)
c) Asıl düşmanımız olan cehalet, ihtilaf ve yoksullukla savaşmalıyız.
Dünya hayatında barış, huzur ve mutluluğumuza kasteden ortak düşmanımız olan cehalet, ihtilaf ve yoksulluğa karşı hep birlikte mücadele etmek zorundayız. Zira bindiğimiz gemi bir tanedir ve aynıdır. Bu gemi batarsa hepimiz batarız.
Bu konuda Bediüzzaman hazretlerinin şu tavsiyeleri önemlidir:
“Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı; san'at, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz." (Divan-ı Harb-i Örfi, 15)
- Dünyada ülkemizin onurlu bir yere sahip olması, uluslar arası camiada sözüne itibar edilen, uygar ülkeler nezdinde saygın bir yeri ve güvenirliği olan bir seviyeye ulaşması için ihtilaflı noktaları bir kenara atıp ittifaklı noktalarda uzlaşmak gerekir. Uzlaşmak gerekir; çünkü en büyük düşmanımız olan tefrikayı, cehaleti ve yoksulluğu yenmek ancak bununla mümkündür. Zira bu düşmanlara karşı zafer kazanmak için ittifak, sanat ve marifet/bilgi silahına sahip olmak gerekir. Bütün enerjimizi bu üç silahın üretimine sarf etmemiz gerekir. Dini, dili, mezhebi, milliyeti ne olursa oldun, binmekte olduğumuz bu geminin rotasından çıkıp alabora olmaması için, ne pahasına olursa olsun mutlaka ilim, irfan, sanat, ittifak silahıyla ortak düşmanımız olan cehalet, zaruret ve ihtilafı bu geminin dışına atmak için gayret etmek şarttır.
d) Hiç kimse başkasının suçundan dolayı sorumlu tutulamaz.
Medeni hukukta olduğu gibi, İslam hukukunda da mesuliyetin şahsiliği esastır. Bir suçlunun yakınlarını -ailesi de olsa- cezalandırmak büyük bir suçtur, onarılmaz bir zulümdür.
“De ki: “Allah her şeyin Rabbi iken ben O’ndan başka bir rabmı ararım? Herkesin kazandığı, yalnız kendisine aittir. Hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez. Sonunda hepiniz dönüp Rabbinizin huzuruna varacaksınız. O da içinde bulunduğunuz ihtilafın içyüzünü, işin gerçeğini size bildirecektir.” (Enam:164)
e) Toplumsal iletişim karşılıklı saygı-sevgi hattı üzerinden olmalıdır.
Toplumun fertleri arasında iletişim hattı karşılıklı saygı ve sevgi hattı olmalıdır. Prensip olarak her insan mükerremdir. Bütün varlıkların üzerinde bir payeye sahiptir, çok onurludur, pek saygıdeğerdir.
Başta İslam dini olmak üzere bütün hak semavi dinlerde koruması emredilen beş temel hak-hukuk olan “canın, aklın, ırzın/şeref ve haysiyetin, neslin ve malın korunması”nın hepsinin de insanın eşref-i mahlukat mertebesinde, her türlü saygı ve sevgiye layık bir varlık olduğunun göstergesidir. Öyleyse;
-..Eğer muhabbet, (örneğin iman bağıyla) kendi esbabının rüchaniyetine göre bir kalbde hakikî bulunsa, o vakit adavet mecazî olur; acımak suretine inkılab eder. Evet mü'min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır. Onun için nass-ı hadis ile: "Üç günden fazla mü'min mü'mine küsüp kat'-ı mükâleme etmeyecek.” (Mektubat, 263)
f) İmkânsız bir iyilik istemek, fenalık istemekle eşdeğerdir.
Olması mümkün olmayan bir iyiliği, güzelliği istemek, ömrünü bu muhal şeyin geçekleşmesi yolunda harcamak, hayat boyu kendine kötülük yapmak demektir.
-Örneğin bir arkadaşımızın, bir dostumuzun, bir insanımızın, bir cemiyetimizin, bir tarikatımızın, bir cemaatimizin, bir hükümetimizin, her yönüyle mükemmel ve kusursuz olmasını beklemek, imkânsız bir şeyi istemek manasına gelir.
Bu gerçeği Osmanlı döneminin son zamanlarında mevcut hükümeti topa tutan kimselere cevap veren Bediüzzaman hazretlerinden dinleyelim:
“ Muhali talep etmek, kendine fenalık etmektir. Zerrâtı günahkârlardan mürekkep bir hükümet tamamıyla masum olamaz. Demek nokta-i nazar, hükümetin hasenatı, seyyiatına tereccuhudur. Yoksa, seyyiesiz (günhasız/kusursuz) hükümet muhal-i adidir. Ben öyle adamlara anarşist nazarıyla bakıyorum. Zira onlardan birisi—Allah etmesin—bin sene yaşayacak olsa, adeta mümkün hükümetin hangi suretini görse, hülya ile yine razı olmayacak. Şu hülyanın neticesi olan meylü’t-tahrip ile o sureti bozmaya çalışacak... Bunların meslekleri ihtilal ve fesattır.” (Münazarat, 17)
Hülasa: herkes şunu iyi bilmeli ve hazmetmelidir ki, “Eski hal muhal; ya yeni hal ya da izmihlal!”