Yatağa uzandım, gözlerimi kapadım. Rüzgâr sızabileceği yerleri kendine düdük etmişçesine ıslık çalıyordu… Fıtri montajlı havadaki görüntüler ve sesler, rüzgârın kuvvetli esmesine homurdanarak: Bizdeki intizamı bozamazsınız; İlahi kudret öyle bir formül koymuş ki hiçbir kasırga kayıtlı görüntüyü ve kayıtlı sesleri yok edemez! Der gibiydi. Dış müdahale ile çekirdeğin ağaç senaryosu bozulabilir ama hava zerrelerindeki kafiye; muhteşem kayıt asla bozulamaz ve silinemezdi…
Rüzgârın ıslığı devam ediyordu ve ben gözleri kapalı odamdaki sesleri, görüntüleri düşünüyordum… Belki de hava zerrelerinin ruhu da sesler ve görüntülerdir. Yalnız bile olsak, bizden edepli davranmamızın istenilmesinin bir sebebi de; o görüntü ve seslerin içinde yeryüzünün güzel ve mübarek insanlarının sesleri ve görüntülerinin olabilmesidir.
Evet, havadaki atomlar, Allah’tan başka ilah olmadığını ilan eden sarsılmaz, bozulmaz birer delildir. Her zerresi Allah’ın birliğine dair çok ince manalar taşıyan havayı soluyup, inkârcı olmak, insan ruhunu karbondioksite çeviriyor... O ruh da sağlıklı bir hayat yaşatmaz, huzur vermez ve neticede temizlenmesi gerekir.
Havadaki sesleri, görüntüleri muhafaza eden ve en sağlam şekilde taşıyan zerreler insanı büyülüyor. Evet, tavırdan tavra geçen nutfe ve toprağın çeyiz sandığı çekirdek, iman etmeyi gerektirecek büyük bir gerçek ama Hüve Nüktesi göze flaş çakar gibi muhteşem bir hakikat. Her geçen gün daha iyi anlıyoruz; Üstad’ın kıymetli talebesi merhum Sungur Ağabey neden çok severdi Hüve Nüktesi dersini?
Allah korusun; Risale-i Nurların başına bir şey gelmiş olsaydı, elde sadece Hüve Nüktesi kalsaydı, anlattığı atomlar – hava zerreleri bir çekirdek misali ruhlarda inkişaf ederek, Risale-i Nurların baştan sona îman ve tevhid hakikatlarını izah ve ispat eden ders olduğunu anlamaya ve hayal etmeye yeterdi… Ve yine sadece Hüve Nüktesi Bediüzzaman’a hayranlık duymaya, aşk ile şevk ile talebesi olmaya gayreti sağlardı.
Tekrar etmek gerekirse; kısa ama uzun metrajlı tevhid dersi olan Hüve Nüktesi insanı tefekkür asfaltında uzun bir seyahate çıkarıyor, üniversite görmeden hava mühendisi yapıyor… Eğer Müslümanlar, özellikle bilim ehli, bu ders için bir kürsü açsa ve uzun uzun kafa yorsa, yeni buluşlara ışık tutar ve Müslüman ilim insanları sıfırdan yepyeni patent sahipleri olurdular…
Birden fazla sıfatları hak eden, zerrelerden yıldızlara hayali mekik yapan Bediüzzaman, Hüve Nüktesi’ni okuyanları hava mühendisi etmekle kalmıyor, zerre gibi kul olma istediğini de arzulattırıyor… Kısa bir metin olan Hüve Nüktesi’inde Sevgili Psikoloğum Bediüzzam, uzun metrajlı bir hakikat anlatmakla bilimin şerefini de kurtarmıştır… Hele şu misal hüve hakikatinin en büyük sahnesi; “Evet, meselâ bir nokta beyaz kâğıtta iki üç nokta konulsa karıştığı…” misalidir. Ama zerrelere yüklenen sesler, görüntüler birbirine karışmıyor, hep birlikte vahdaniyetini ilan ediyorlar…
Bazen düşünüyorum; ya biz Allah’ın çok şanslı kullarıyız Nur Reçeteleriyle tanıştık, ya da çok daha ağır hasta olacaktık ve belki bulaştıracaktık, Allah merhamet etti; elimize eserler geçti.
Sanki havadaki sesler, görüntüler ve havanın birden fazla vazifeleri, şüpheleri, pürüzleri yok edip, ortam seslerini, nefsin itirazlarını yok edip, ayarlamalar yapıp, yepyeni bir montajla imanda saadete kavuşmaya vesile oluyor. İnşallah; hava zerreleri gibi davamıza sahip çıkıp, taşıyabiliriz. Hiçbir fırtına ve kasırga taşıdığımız davanın elimizden kayıp gitmesine sebep olmaz.
Belki bir gün, tüm insanlık, hayal laboratuarında, şuurun, o görüntü ve sesleri ortam gürültüsünden, parazitlerden temizleyerek, temaşa etmeyi sağlayacaktır. Zerredeki deşifre edilmesi gereken ilâhî kudret için secdeye varacaktır…