Havadan sudan sohbet boş lakırdı yapmak olarak bilinir.
Buradan maksadımız ciddi bir mevzu üzerinedir.
Havadan sudan bahsetmek çok mühim tefekkür vesilesidir.
Havada o kadar harika şeyler oluyor ki, ülfet perdesinden görünmüyor.
İnsanın yaratılış gayesi “Hâlık-ı kâinatı tanımak, O’na iman edip ibadet etmektir.”
Yaratılan her şeyde yaratıcının ilim, irade, kudret gibi isim ve sıfatları tecelli etmektedir. Tarif ediciler açısından bakınca üç ana başlıkta ifade edilebilir.
Rabbimizi bize tarif eden üç büyük, küllî muarrif, tarif edici vardır:
1-Kur’an-ı mu’cizil beyan
2-Hâtemü'l-Enbiyâ Aleyhissalâtü vesselâm
3-Kur'ân-ı Azîmüşşan
Kâinat kitabında görebildiğimiz ve göremediğimiz her şey Allah’ın (cc) ayeti olarak biliyor, inanıyoruz.
Her şey O’nun isim ve sıfatlarının tecellisidir. Kelam sıfatıyla Kur’an’da emirlerini bildiriyor, kendini tanıtıyor.
Kâinat kitabının zerreden yıldızlara kadar her şey üzerindeki yapma, yaratma ve yaşatma fiilleriyle de kendini bize tanıttırıyor.
Allah’ın bilebildiğimiz bin bir ismi var diyoruz ama gücü ve kudreti sonsuz olunca isimleri de sonsuzdur. Her şey insanın ıttılaına, bildiği, gördüğü, fark ettiğine münhasır değil.
Hayat, ilim, irade, kudret, kelam, sem, basar sıfatlarının tecellisinden okuyabildiğimiz, anlayabildiğimiz kadar tanıyoruz.
Esma isimler demek. Esmanın tecelli ettiği makama arş diyoruz.
Azami tecelli ettiği dört büyük arş;
1-Emir ve iradenin arşı hava
2-Hafız ve ihyasına arşı toprak
3-İlim ve hikmetin arşı nur ve nar
4-İhsan ve Rahmetin arşı su
Şimdi gelelim havadan sudan sohbetimize…
Hava unsurun emir ve iradenin arşı oluşunun telsiz haberleşme teknolojilerinin hizmetinde muazzam mucizeler var.
Keza elektrik başlı başına mucizeleri gösteren arş-ı âzam tecellilerindendir.
Havada seslerin naklinde birbirine karışmama hikmetinin sır olarak duruyor.
Bilindiği gibi elektrik akımı atomun dış yörüngesindeki elektronların atomdan atoma geçişi olayıdır. Bu geçiş öyle sessiz sedasız olmuyor. Geçerken çok şeylere vesile oluyor. Elektrik akımı Nur oluyor, ışık oluyor, ısı oluyor, ses oluyor, görüntü oluyor, mekanik güç olup hareket enerjisine tahvil oluyor.
Peki atomda hangi ilim ve irade var ki onun gözle görünmeyen, elle tutulmayan, çapı, boyu, ağırlığı ölçülemeyen elektronda olsun?
O elektron ki, etrafında yaydığı manyetik alan, dalga daha bir derin sır.
Kuantum fizikçileri atomun ve onu meydan getiren nötron, proton, elektronun mahiyeti, hareketleri, işleyişindeki ahengi çözememişler.
Fizikçiler ikiye ayrılmış. Albert Einstein’in (1879-1955) başını çektiği klasik fizikçiler ile Neils Born’un (1885-1962) baş rol oynadığı Kuantum Fizikçileri.
Elektronun hareketi, etrafına yaydığı manyetik alan, manyetik alanın bir dalga hareketi olup frekansa büyüklüğüne göre belirli frekanslar arasında gözle görülebilen ışık diğer bantlarda manyetik alan olarak hareket etmektedir.
Işık olarak yayılan manyetik dalgalar foton denilen tanecikler yaymaktadır. Şiddetli ışıkta gözümüzün kamaşması bu fotonların tanecik özelliği göstermesindenmiş.
Yüksek frekanslı manyetik dalgaların tanecik özellik gösterdiği teknolojide, medikal cihazlarda kullanıldığı bilinmektedir.
Klasik fizikçilerle kuantum fizikçileri arasındaki tartışma konusu elektronun etrafındaki manyetik alanın dönüş yönünün belirsizliğidir.
Niçin sağa ve ya döner? Ne zaman dikey veya yatay döner? Yani elektronun sağı solu belli olmuyor ama muazzam bir ahenk içinde hareket ediyor.
Akıl erdirilemiyor. Elektronun sağı solu belli olmayışı yanında bir ışımada elektronların uyum halinde senkronize hareket etmesini izah edemiyorlar. Bir ışımanın çıkışı ile vardığı yer arasında mesafe milyarlar ışık yılı mesafe de olsa elektronun dönüşü belirsiz ama kendi aralarında anlaşmış ahenk içindeler. Kuantum fizikçileri bu hareketin üzerinde bir üst dalga daha var var biz tespit edemiyoruz. Buna Fizikçi Erwin Scröndinger (1887-1961) belirsizlik ilkesi diye bir isim koymuş.
Albert Einstein kuantumcuların belirsizlik ilkesine “tanrı zar atmaz” itiraz diye itiraz etse de kuantumcular “gerçek fizikçilerin bildiklerinden ibaret değildir, bilmediklerimiz de gerçeğin içindedir” diyorlar. Bir üst dalganın kontrolünden bahsediyorlar. Ama ölçülemiyor. Tesiri de inkâr edilemiyor.
Atomu, atom altı parçacıkların mahiyetini tam olarak keşfedemeyen fizik dünyası çok ince detaylara inip “doğa kanunu, kendi kendine oluyor” tezlerinde artık duvara tosladıklarını itiraf ediyorlar. Bir üst dalga enerji falan diyerek gevelemenin sonunda yarım ağız tırnak içinde “tanrının nefesi” tabiri ile ilahi kudreti kabul ediyorlar. Fizikçiler dünyasındaki bu gelişmeleri tartışmaları ele alan ünlü fizik hocası, Prof. Dr. Cengiz Yalçın’ın Akıl Çelen Kitaplar serisinden “Kuantum, Tanrı’nın nefesi mi? Aklın Sesi mi? Neyin Nesi?” isimli kitapta toplamış. ODTÜ hocalarından olduğunu sosyal medyadan öğrendiğim Cengiz Yalçın hoca kuantum fiziği konusunda bilim dünyasının fizik alanındaki çok farklı tezlerin arasında kuantum olayına özgün bir yorum katmış. Bu alanda yoğunlaşma ve araştırmaların gelecekte teknolojiye damgasını vuracağına da dikkat çekiyor.
Kuantum fiziğinin sadece fizikçileri değil bütün alanları ilgilendirdiğini ifade ediyor.
Felsefeciler, ilahiyatçılar, sosyal bilimcilerin kuantum konusuna eğilmeleri bunun üzerinden yeni yorumlar tezler, prensipler ortaya koymalarını öneriyor.
Kitabın son sözünde “Allah âlim-i mutlak, kadir-i mutlaktır”, hakikatını münhasıran ifade ile bağlıyor. Soru sormak için üniversite diplomöası gerekmez. İnsan her daim soru sormalı, merak etmeli diyor. “Anladıklarına inan, inandıklarını anlamaya çalış” diye nokta koyuyor.
Adı geçen kitap seküler bakış, dine mesafeli duruş hissediliyor. Çıkmaz sokağın sonunda ilahi bir eli, yaratıcıyı kabullenmekten başka yol yok gibi bir noktaya varıyor. Olsun. Çok ben istifade ettim. Mânây-ı harfi penceresinden bakınca istifade edilecek çok şey buldum. Bu kitabı merak saiki ile okuduktan, sonra dönüp, Risale-i Nur’un Sözlerden, Otuzuncu Sözün “Tahavülat-ı Zerrat“ bahsini, Otuzuncu Lem’ânın “İsm-i Kayyum” bahsini, “Nur Aleminin bir Anahtarı”nda Hüve Nüktesini bir daha okudum. Ülfet perdesi aralandı sanki. Yeni pencereler açıldı.
Bediüzzaman Said Nursi,(1878-1960) Tabiat Risalesi’ni yazdığı dönem Barla’da bulunuyor. Einstein ve dönemin fizikçilerinin tartıştığı 1930 yıllara tekabül ediyor.
Sanki 1930 yılında yapılan o kongrede Einstein ile Neils Born arasındaki tartışmaları müşahede etmiş gibi “tabiat yapıyor, kendi kendine oluyor” diyenlere karşı bire bir cevap verdiği görülüyor.
Evet Risale-i Nur sanayi inkılabıyla zenginleşen batının kibiri materyalist felsefesi ürünü inkâr-ı uluhiyet, tabiatperestlik, determinizm akımlarına çok güçlü cevap veriyor.
Aradan neredeyse bir asır geçmiş bilim dünyası kuantum akımıyla hakkı teslim ediyor. Allah var tesadüf yok noktasına varıyor.
Fizik bilgisi olmayanlar fizikçilerin keşfiyle icat edilen teknolojik cihazları kullanıyor ama arkasındaki hikmeti bilmiyor.
Elektrik ve elektronikte istifade edilen cihazlar, bilişim teknolojileri, elektrikle çalışan tüm sistem teçhizatın çalışmasının temelinde atomun elektronunun ve netice-i itibarıyla elektrik akımından istifadedir. Yüzeyden mahiyetini hikmetini merak etmeden “elektrik kuvveti” deyip geçiştirmek ilim değildir, ülfettir. “Ülfet, Cehl-i mürekkebin hemşirezadesidir” Saat vakti gösterdiği fakat kendisinin ne işe yaradığını kendisini bilmeyene benzeyen bilim insanları atomun içinde boğulmuşlar. Halbuki atomun çekirdeğinde yer alan nötron elektrik olmadığı halde elektrik yüklü elektrondan niye ağır olduğunun cevabını bulamamışlar.
Havadan sudan bahis dedik ama daha sudaki rahmet tecellilerine gelmeden yazı uzayıp gitti.
Havadan sudan gündem boş lakırdı değil marifetullah yolunda mertebe kazandıran tefekkür vesilesidir. Havadan sudan konuşalım imanımız artsın.
1.Kuantum, Prof.Dr. Cengiz Yalçın, Akıl Çelen Kitaplar, 2016 Ankara