Risale-i Nur hizmetinde çok önemli bir sistem vardır. Bu sistem, uhrevî hizmetlerde edinilen kazanımların bir havuzda toplanması ve enaniyetini; yani benliğini bu havuza atıp eritenlerin bütün havuzu kazanması anlamına gelen bir sistemdir. Bu sisteme ben kısaca “Havuz Sistemi” diyorum. Bu sistemi, orijinal olarak, Bediüzzaman bulmuştur. Yani patenti Bediüzzaman’a aittir.
Bu sisteme dahil olmak isteyenlerin, “İhlas Risalesi” isimli Bediüzzaman’ın muhteşem eserindeki dört düsturu yerine getirmesi ve ihlası kıran manilerden sakınması gerekmektedir. Ancak bunların içinde Bediüzzaman’ın üstüne basarak vurguladığı en önemli faktör, “enaniyet” faktörüdür. Neden Bediüzzaman “enaniyet” üzerinde bu kadar duruyor? Zira enaniyet insanın benliğini kabartarak sertleştiriyor ve adeta kütük gibi veya sert kaya gibi erimez eritilmez bir kitle haline getiriyor. Bu da Üstadın havuz kültürüyle bağdaşmıyor. Bu tür insanlar havuza girseler de erimiyorlar. Havuzun içindeki kütükler gibi yüzüyorlar.
Bütün bunlardan daha kötüsü de yine Üstadın “ehl-i hamiyeti de müstebit yapar” ifadesinde yer bulduğu gibi, bu tür insanlar, mevkisi, makamı, serveti olan kimseler ise, veya yaşlı başlı insanlar ise, “aman abimizdir, ses çıkarmayalım” veya “ayıp olur, onu öyle kabul edelim” gibi ifadelerle, müstebit davranışları hoş görülüyorsa, ona yapılacak en kötü hareket bu olacaktır. Zira siz müdahale etmedikçe ve böyle bir kimse, yaptığı müstebit ve mütehakkim davranışlarından dolayı tepkiler almadıkça, enaniyeti kabaracak ve fincancının katırlarını ürkütmeye devam edecektir. Tıpkı rahmetli Erzurumlu Naim hocanın anlattığı gibi.
Rahmetli, Hz. Ali Efendimizin savaşlardaki celadetini ve kahramanlığını anlatırken, kendisi de coşar ve el kol hareketleriyle savaşı hararetli bir şekilde canlandırırmış. Hz Ali Efendimiz için, “Mübarek, zülfikârı (Hz. Ali (R.A.)’ın kılıcı) eline alıp geleni kırıp, gideni kırdı, yerdeki kâfirler bitince, hızını alamayıp, gökteki kâfirleri de kırmış” dermiş. Tâbi ben burada sadeleştirilmiş halini yazdım. Naim hoca efendi Erzurum lisanı ile anlatırdı. Yani, bu insanlar, başkalarının müdahale etmemesi yüzünden, insanları kırmayı ve dökmeyi bir gelenek haline getirirler ve sıradan bir işmiş gibi davranırlar. Bu arkadaşları bu hale getirenler, biraz da itaat kültürünü yanlış algılayanlardır. İtaat kültürü, layık insanlara yapılır ve sırf Allah için itaat edilir. Yoksa müstebit insanlara itaat etmek zillettir ve aşağılık insanların bir davranış biçimidir.
Bütün bunları yazarken, aklıma, Erasmus programı çerçevesinde misafir öğretim üyesi olarak gittiğim Almanya Nürnberg Erlangen Üniversitesi’nde görev yapan öğretim elemanı Türkle yaşadığım bir hatıra geldi. Arkadaşım eskiden dindar biri değilmiş. Bir gün bizim arkadaşlar ona Risale-i Nur’dan bir ders okumuşlar. Derste Üstadın “Tükürün o zalimlerin hayasız yüzüne” ifadesi geçmiş. Arkadaş, Üstadın, Anglikan Kilisesinin papazının sorusuna verdiği cevabı ve tükürme eylemini muhteşem bir davranış biçimi olarak görmüş ve Risale-i Nura gönlünü kaptırmış. Yani Üstadın bir tükürük eylemi, tam yerini bulduğundan bir kişinin hidayetine bile vesile olan bir davranış haline gelmiş. O halde, müspet hareket kavramını tekrar düşünmek gerekir. Yine Üstadın tâbiriyle birisi seni yere sermiş çizmesini boğazına dayamış ve seni alçaltıcı bir şekilde taciz ediyor, sen ondan merhamet dilenemezsin, onun yüzüne tükürmelisin. Bu tükürük o zaman müspet hareket olur.
Ben demiyorum ki, patavatsız bir şekilde bu tip insanlara müdahale edelim. Ancak, muktezayı hale mutabakat yaparak bu tür insanları, menfi davranışlarından vazgeçirici tepkiler gösterelim. Emin olun, bu o şahıs için de bir iyilik olacaktır. Belki de o davranışından vazgeçecektir.
Ben dahil hiç kimse sütten çıkmış ak kaşık değiliz. Elbette hepimizin az çok kusurları, hataları var. Bize düşen elimizden geldiği kadar, hatalarımızı görmek ve düzeltmeye çalışmaktır. Üstadın deyimiyle, birisi üzerimizde akrep görüp bizi uyarıyorsa ona itiraz değiş teşekkür etmeliyiz. Elimizden geldiğince enaniyetimizi yumuşatmayı ve başkalarına karşı mütevazı olmayı prensip haline getirmeliyiz. Yoksa kabaran enaniyetimiz bizleri birer yontulmamış kütük haline getirecektir. O zaman havuza girsek bile, havuzda yüzen kütükler haline geliriz.