Bir şeyin varlığını ispat yükümlülüğü, yokluğunun imkân harici olmasının ispatını da içeren bir yöntemi bulmak zorundadır. Bediüzzaman'ın deyimiyle, bir şeyin yokluğunu söylemek için her yer ve zamanı tek tek gezip, yokluğunu bizzat gösterdikten sonra yoktur denebilir.
Bir yerde ya da zamanda varlığını göstermek, varlığının ispatı için yeterlidir.
Allah'ı inkâr yolu bu yüzden sadece varsayım aşamasında kalmış, kanıt olabilecek evrensel karşılıklar hiç bulunamamış ve bulunmasının olası bir temeli de kurulamamıştır. Varsayımın doğruluğu kabul edilip bunun üzerine felsefe inşa edilmiş, hurafelerle karışık (hatta kâhinlere bile başvurularak) safsata ve saçma (hezeyanlar) unsurlarından başka bir veri tabanı oluşturulamamıştır. Bunlar için en büyük basarı işi bir paradoksal duruma yıkmak, kabûl-ü ademden, adem-i kabûle geçebilmektir. Bunun yolları, fantastik masallardan ya da birbirinden kopuk bilgilen(dir)melerden geçmektedir.
Bununla birlikte, Allah'ı bilmek varlığını bilmenin çok ötesindedir (bu noktada tek örnek yeterli olmayabilir).
Allah'ın varlığı bilgisi, O’nu tanımanın (marifet) başlangıcıdır. Aynı şekilde Allah’ı tanımamak da O’nun yokluğu vehminin ilk basamağıdır.
Modern bilim için Allah’ın ne varlığı ne de yokluğu ispatlanmıştır, dolayısıyla ortada çözümsüz bir durum vardır. Her ikisi için bazı veriler vardır, ancak bir ispat disiplini içinde bir bütünlük oluşturulamamıştır. Dolayısıyla bilimin imanı da inkârı da deneyimseldir. Evrensel (kuşatıcı) bir sonuç alınamamıştır. Sadece yanlış örnekler verilerek iman ve inkâr hakkındaki kesinlik kaybedilmiştir. Buradan kaynaklanan seküler zemin bugün batının (ve hatta bazı müminlerin) düşünme yöntemlerini oluşturmuştur.
Hawking'in son kitabında değindiği Yaratıcı'nın varlığına karşı (geliştirilmeye çabalanan) 'aslında bir yaratıcıya gerek yok' yaklaşımı; “bu işi pekâlâ bir iç dinamikle, mesela çekim kuvveti ile çözebilir miyiz acaba?” sorusuyla 'varlığında bir şüphe' denemesi bağlamında düşünülmelidir.
Evren, Bir nokta iken big bangle doğmuşsa dıştan müdahale olmaksızın kendi iç güçleriyle (çekim kuvveti gibi) evren sonsuza dek yaşayabilir. Tanrı’nın dışarıdan müdahale etmesine gerek yoktur. Nasıl olsa var yok olmaz, yok var olmaz; kendi içinde bu anlamda risk yoktur. Dışarıya ihtiyaç da yoktur.
Hâlbuki Bediüzzaman özellikle Tabiat Risalesi’nde Allah'ın varlık ve birliğini iki kere iki dört eder derecesinde (matematiksel kesinlik demektir) evrensel bir ispat disiplini içinde, kesin ispat ettiğini ilan etmiş ve karşı görüşe meydan okuyarak onları hayvandan aşağı bir düzeye mahkûm etmiştir.
Buna karşılık olarak, modern bilime düşen ya kabul ya da aksini ispat; en azından aksi bir örnek ya da veri ile ispatı çürütmek, ya da kullanılan ispat yönteminin geçersizliğini göstermektir.
Allah’ın Yokluğunu ispatlamaya zaten hiçbir şekilde cesaret edilememiştir. (Hiç bir ateistin böyle bir iddiası da olmamıştır) Problem daha çok Allah’ın birliği noktasında, diğer unsurların (tabiat ya da evrenin kendisiyle, iç dinamikleri olan kuvvet ve sebepler ile maddenin kendisinin) fonksiyonu noktasında görünmektedir. Istırabın nedeni budur.
Ayrıca, örnekle yola çıkıp, 'Çiçek var, o zaman Allah var' demekle 'hani Allah nerde' demek günümüz anlayışı için aynı tür davranışlardır. Bunlar Allah’ın varlığı ya da yokluğu ile ilgili anlık deneyimlerdir, yorumlamalardır (tefekkür), bunların bir bütün içersinde mantıksal bir anlamı (dili )ve bir sistematiği bulunursa ancak ispatın yolu açılabilir.
Sübjektif bir sonuç, evrensel bir sonuç demek değildir. Onun için, bir Güç’ün her yerde var olduğunu göstermek için her yere bakmak, olmadığını ispatlamak için de her yerde olmadığını göstermek gerekir. Buna da bir evrensel sistematik içinde bir sonuç olarak ulaşmak gerekir.
Sonunu göremediğin şey sonsuzdur demek değildir mesela, sonsuz olduğunu bir sistematik içinde sonuç olarak göstermek farklı bir şeydir.
Mesela, haşir konusunda İbn-i Sîna bu yola akılla gidilmez, ancak iman ederiz demiş, çünkü haşrin evrensel bir sonuç olarak mantıksal bir dilini kuramamıştır. Ancak Üstad haşrin dünyanın varlığı kadar kesin olduğunu bir evrensel sonuç olarak göstermiş ve bu konudaki iddiasını da delilleriyle açıkça ortaya koymuştur.
Teorik ispatın pratik karşılıkları ve uygulamaları ise risalelerin bütününde ele alınan tefekkür sayfalarında örneklenmiştir (ve de yorumlanmıştır).
Sonuçta İspat yapılmıştır, bundan sonrasında üzerine yeni eklemelerle zenginleştirilebilir (ki bu vazife hususen Nur talebelerindir; bunun için de öncelikle Tabiat Risalesini bir düşünme zemini olarak kullanmak ve buradan bir dil ve anlayış üretmek zorunludur); yol açılmıştır.
Ancak, ehl-i inkâr açısından, bunun aksini söylemek, yeni bir sistematik ve dil üretmek ve bunun evrenselliğini göstermek zorunluluğu vardır. Bu da ateistlerin ya da deistlerin işidir.
Bunu yapmanın yolu açıktır, aksini gösteren varsa ortaya çıkar, hâlâ inkâr etmekte ısrar ederse, kendi sistematiğine uygun başka bir Evren bulmak zorundadır.
Kim bilir, son zamanlarda yoğunlaşan dünyadan kaçış planlarının altında belki de bunlar yatıyordur.