Hawking'in 'ölüm'ü-2 / Haşir ve ispat

Caner KUTLU

Bediüzzaman'ın haşri göstermesi ve ispatı, temelinde evrenin varlığını göstermek ve sürecin ortaya konmasından ibarettir, ki mantık da bunu gerektirir.

Bediüzzaman'ın ispatı, bilimin ispatıdır. Bu hem matematiksel bir dille yazılmasıdır, hem de karşılıklarının gösterilmesini içeren bir bütündür.

Bu yöntemin çıkış noktası ise Kur’an'ın muhteşem ifadeleridir: ‘Şimdi bak Allahın rahmet eserlerine: yeryüzünü ölümün ardından nasıl diriltiyor? Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir; O her şeye hakkıyla kadirdir’ (Rum süresi)... Her şey bu kadar apaçıktır.

Şüphesiz hayat doğrusal bir süreç değildir, eğriseldir. Bu nedenle ölümün içinden bir çok kereler geçtiği bir serüvendir; her gün, her kış, her yıl ve bir ömür boyu ölen ve tekrar diriltilen insanın (ve evrenin) bir yeni gelecek için tekrar dirilmesinin aklen hayatın sonucu olduğu görülecektir.

Işık bile yol aldığında eğrilirken ve hatta evrilirken (kendini yenilerken, ölüp ölüp dirilirken) insanın dosdoğru, dönüşümsüz, kırılıp dökülmesi nasıl mümkün olabilir?

Atom altı zaten yenilenmekten ibarettir, 'varlık' tekrardan oluşturulur.

Makinenin ya da üretimin varlığı gerecin kendisinin geri dönüşüne bağlıdır. Bunu sağlayan bilginin kalıcılığıdır.

Bir gereç bozulduğunda ya da kırılıp döküldüğünde onun bilgisi de yok olmuyor ki... 'bilgi'si yani kaderi onun tekrardan yapılabilmesini mümkün kılıyor.

Bediüzzaman bununla ilgili bir örnek verir; buna göre, eğer ordudaki her bir askerin bağlı olduğu bir padişahı ve orduyu kabul etmezseniz o zaman her bir asker postalı için ayrı bir fabrika; elbisesi için ayrı, silahı için ayrı, teçhizatı için ayrı ayrı fabrikalar içinde bulunmak gerekir, ki bunun imkansızlığı görünen bir şeydir... Ancak tek bir padişaha ve düzenli bir orduya (tevhid) inanılırsa, bir tek hareketle her gereksinme karşılanabilecek, her bir asker için ayrı bir sistem değil, 'hakikatin bilgisi' yani ilmi muhit olan Allah’ın (cc) bilmesi esas olacaktır.


Bu nedenle dağılanı toplamak, (zaten bilgide dağılma, ölme, yok olma yoktur) ilk kez yapmaktan çok kolay ve çabuktur.

Bilgiyi yoktan ortaya çıkaranın onu unutması mümkün olabilir mi?

Her şeyin bir şekilde korunduğunu temel referans alan bilimin ‘ahiret yoktur’ demesi, kendini reddetmesi demektir. Bediüzzaman’ın cehli mutlak demesi bu noktada tam isabet bir yaklaşımdır.

Tecrübenin dahi tarih boyunca kaybolmadığı içindir, ki teknoloji buradan çıkar, temel olan bilginin ve bilimin kaybolması ne kadar saçmadır.

Her potansiyeli değerlendirmek ve adeta sineğin yağını çıkaracak kadar gelişmiş bir teknolojiyi üreten insanin kendinden bir cennet ağacı (ya da cehennem zakkumu) çıkacağını göz ardı etmesi bir akıl durmasından başka bir şey değildir. Ya da ürettiği makineye, fabrikaya, bilgisayara kendini teslim etmenin zavallılığıdır. Bu durumda kendi yaratıcısından da aynı tavrı beklemesi ve istemesi yine Bediüzzaman’ın söylediği zelil bir firavun tavrından başka bir şey değildir.

Makine bilgiye bağlıdır, bilgi makineye değil.

Bununla birlikte, bilgi var olmayı doğrudan sağlayamaz; yani bir şey bilindiği için de var olmaz, var olduğu için bilinir. Bu noktada, 'aslı'nda yaratıcının yaratmasıyla biz varlığı biliyoruz... 'Aslı'nda yarattığı bir cenneti veya tasarladığı bir ahireti biz süreç içinde parça parça yasıyor ve biliyoruz. Elbette kıyamet de tarihin bir parçası olduğu gibi ölümümüz de bizim için bir duraktır. Sonrası varlık olarak bir geri dönüş ve eski bilgilerle yeni bir yaşam formatının düzenlenmesidir. Yani varlığın bilgisi kendi görünen varlığından (ki görüntü de seyir ve temaşa anlamında bir değerdir) çok daha değerlidir.

Bediüzzaman'ın bir şeyin maddesiyle değerinin ölçülemeyeceği, asıl değeri oluşturanın 'bilgi'si ve 'sanat'ı olduğu tespiti bu durumda müthiş bir yol daha açmaktadır.

Modern bilimin gerçekten neyi bildiğini sorgulaması gerekiyor. Basit bir bilgi koleksiyonundan ibaret kalırsa, bilim, kendi kısır döngüsünü aşamaz. Bir arpa boyu yol almak istiyorsa başını kaldırıp olan biteni görmesi gerekiyor.

Dinden ve imandan ayrı bir bilimin anlamsız olduğu ve açmazdan ve saçmadan öte bir sonuç vermediği açıkça ortaya çıkmıştır.

Bu noktada öncelikle bilimsel bir tövbe şarttır.

Kendini geliştirmek, dünyayı bir cennete dönüştürmek için ömrünü geçiren insanın sonsuz bir cenneti kazandıracak bir olasılığa tüm servetini yatırması gerekmez mi? Mülkünü sahibine yeniden satarak yeniden ve ebeden yaratılmayı istemek daha akıl kârı değil mi?

Haşrin ve ahiretin ispatı için bize yıllardır deliller toplayan bilim adamlarının neyi niçin yaptıklarından habersiz olmalarına ya da şeytanın aldatmacalarına fazlaca kanmalarına üzülmekten başka ne yapılabilir ki?

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.