Antropoloğlar ve din tarihçilerinin bir kısmı sanatın kaynağını büyü olarak ifade ederken bir kısmı da sihir ve şiirin yani sanatın birlikte geliştiğini söyler. Bu minvalde Bediüzzaman “şair-i sahir ve kuvve-i hayalden neşet eden sihr-i beyan” tamlamasında karşılığını bulan “şair-i sahir” olarak ifade ettiği sihirci şair (sehhar), kuvve-i hayal ve ondan doğan sihr-i beyan kavramları üzerinde durur.
Hayal gücü
Sözün en mükemmel şekilde dilinde kendisini bulduğu Hz. Muhammed (asm) için isnad edilen sözde kusurlardan biri de onun şiirler söylediği, rüya ve hayal âleminde yaşadığı iddiasıydı. Hâlbuki rüya ve hayal gücü fikre hareket, ruha zaman ve mekân kazandıran şeydir. Medeniyet hayal gücünün etkisiyle gelişir. Çağın Kur’an tefsirini yazan Bediüzzaman uçsuz bucaksız bir hayal dünyasında geziyordu. “Görmediğim şeyi yazmadım” diyerek hayal dünyasının sınırlarını işaret ediyordu. O kâinattan Halık’ını soran bir seyyahtı. Kendi ifadesiyle “sesi gâh kuyu dibinden gâh minare ucundan, gâh seradan gâh süreyyadan” geliyordu. Sözlerindeki sihirsel, büyülü etkiyi onun hayal gücünün kâinatlarda seyahat eden seyyah kişiliğinde aramak gerekir
Sözü efsunluyan sihir
Sihir, “bir şeyi olduğundan başka türlü göstermek, aldatmak, oyalamak, birinin ilgisini çekmek, gönlünü çelmek, büyü, gözbağıcılık, büyücülük, hilekârlık, aldatmak, haktan uzaklaşmak, bâtıl şeyi hak diye göstermek, lâtif ve dakik olan şey, büyü kadar te'siri olan şey, şiir ve güzel söz söyleme gibi insanı meftun eden hüner” anlamlarına gelir.
Dilbilimciler sihir kavramında iki özelliğe dikkat çeker. İlki sebebin yani oluşumunun gizli olması ikincisi latif ve ince oluşudur.
Sihir başkası üzerinde tesir gösterme, hayallendirme, yönlendirme, zanna düşürme, aldatma işlevi görür.
Sihir sözün muhatap üzerindeki karşı konulmaz etkisidir. Sihirli söyleyişle, efsun, efsane veya yalanlarla söze parlaklık verilip karşıdakinin duygu ve düşüncelerine istenilen yönde etki etmek hedeflenir.
Şüphesiz sözün büyüsü vardır. Sesle etkileyerek insanlar istenilen noktaya getirilebilir. Cerbezeli sözlerle karşıdakinin algıları yönetilebilir. Hayal hakikat, hakikat hayal, batıl hak, hak batıl, yanlış doğru, doğru yanlış gösterilebilir.
Şimdilerde algı yönetimi olarak nitelendiren sihirli söyleyişle muhataplar Bediüzzaman’ın ifadesiyle “Ya aklını dağıtır manevi bir divane olur, ya kalbini dağıtır manevi bir dinsiz olur, ya fikrini dağıtır manevi bir ecnebi olur.”
Söz bağlamında sihirin iki çeşidi vardır. Sihr-i helal ve sihr-i haram hakikati bütün çıplaklığıyla, insan yaratılışına uygun şekilde büyüsel bir üslüpla söylemek sihr-i helal olarak ifade edilir. Sihrin ikinci çeşidi olan sihr-i haram, hakkı batıl, yalanı doğru, gerçeği olduğunun tersi yönde göstermektir.
Sihr-i helal pozitif, olumlu; sihr-i haram ise negatif, olumsuz duygu ve düşünceler oluşturur. Başta, peygamberler olmak üzere kutsal kitaplar ve Kur’an tefsiri Risale-i Nur’un büyüleyici sesleri sihr-i helal’den doğmaktadır.
Sihr-i beyan
Beyân, bildirme, söyleme anlamına gelir. Ortaya çıkmak, görünmek, zahir olmak, açıklamak, maksadı ortaya koymak kavramlarını karşılar. Etkileyici söyleyiş güzelliği olarak da ifade edilir.
Rahman süresinde Kur’an’ın taliminden sonra “insana beyanın öğretilmesi” olgusuna dikkat çekilir. “Ona beyanı (düşünüp ifade etmeyi) öğretti” denilir. Sad Suresinde ise sesiyle varlığa ilahi kelamları zikrettiren güçlü bir ses sahibi Hz. Davut’a arzusunu en akıcı şekilde ifade edecek beyan kuvvetinin yani hitabetin verildiğinin altı çizilir.
Beyanda sihir, şiirde hikmet vardır. En özel ilahi sözün kendisine emanet edildiği Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (sav) yanında birisi komşusunu öve öve bitiremez. Ertesi günse tersi istikamette sözler söyler. Arap dilinin inceliklerine vakıf olan Hz. Muhammed (sav) dünkü övücü sözlerini hatırlatınca, “Ya Resulallah! Dün de doğru söyledim, bugün de. Dün aramız iyiydi, güzel hasletlerini övdüm, bugün aramız bozuk olduğu için, kötü olan yanlarını yerdim” diye cevap verir. Bunun üzerine adamdaki söz gücünün farkına vararak “Gerçekten beyanda sihir vardır” tespitinde bulunur. Kendisine en güzel kitap indirilen Hz. Muhammed (asv) bir başka gün, “Beyanın öylesi vardır ki büyüleyici bir tesire sahiptir” buyurarak sözün, beyanın büyüleyici etkisine dikkat çeker.
Hz. Muhammed (asm) bazılarınca boş hayaller kuran bir şair olmakla suçlanmıştır. Oysa O, “Şiirden bir kısmı şüphesiz ki hikmettir” diyerek şiirdeki hikmeti hatırlatır. Bir gün bir bedevi yanında çarpıcı bir üslupla konuşmaya başlar. Sözlerden çok etkilen Hz. Muhammed (asm), “Şurası muhakkak ki beyanda sihir vardır. Şurası da muhakkak ki şiirde de hikmetler vardır” buyurur.
Bir başka gün, “Sihir gücünde olan ifadeler vardır” diyerek ifâdelerdeki büyülü gücü haber verir.
Söz insanlar üzerinde tesîr meydana getiren beyan çeşididir. Söz sultanı Hz. Muhmmed (asm) “Beyan(ın bazısın)da sihir vardır” diyerek beyanın etki gücüne atıfta bulunur.
Bediüzzaman başta Muhakemat olmak üzere bazı eserlerinde “sihr-i beyan” kavramına vurgu yapar. Sihr-i beyanın hayal kuvvesinden doğduğunu belirterek beyandaki kelâm-ı beliğe dikkat çeker. “Sihr-i beyanî bir nevi tenvim eder.” Yani beyandaki sihir, bir çeşit hipnotizma etkisi oluşturarak muhatabını, büyüler ve uyutur.
Nedim gibi bazı divan edebiyatı şairlerini istisna tutarsak sihr-i beyan kavramının edebiyatta çok fazla kullanıldığını görmüyoruz. Bediüzzaman’ın Muhakemat’ında ve bazı eserlerinde atıflar yaptığı, kendi ifadesiyle hamasetiyle meşhur muhalif şair Kahriyat zaman zaman sihr-i beyan kavramına yer verir.
Kutsal kitapların olağandışı bir sözdizimi vardır. Dinleyenleri kendisine celb ve cezbeder. Kutsal sözlere muhalefet edenler onlardaki söz örgüsünü kabul etmişler ama anlam örgüsünü reddetmişlerdir. Bundan dolayı başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere birçok kutsal söz sihirle ve başta Hz. Muhammed (asm) olmak üzere birçok peygamber sihirbazlıkla suçlanmıştır.
1913 yılında İstanbul’da vefat eden Hayret Mehmet Bahaeddin Efendi “Şehrâyin Ve Sihr-i Beyân” isimli bir kitap yayımlamıştır. Bediüzzaman o yıllarda İstanbul’dadır. Bediüzzaman’ın, Mehmet Bahaeddin Efendiyle tanışıp tanışmadığını veya söz konusu kitabını okuyup okumadığını bilemiyoruz ama Muhakemat’ın 1911 yılında yayımlandığını düşündüğümüzde söz konusu eseri okumuş olabileceği düşünülebilir.
Bediüzzaman’a göre etkili söz, söze ruh üflemekle mümkündür. Sihr-i beyan bunu sağlayabilir. Sihr-i beyan manayı, manada beyanı canlandırmalıdır.
Din ve sihir
Her dönem kendi dilini oluşturur. Tarih içinde kavimlerin değer verdiği ölçüler sürekli değişmiştir. Bu değişimlerde hemen her seferinde din öğesi özne olmuştur. Gelişmeler onun etrafında şekillenmiştir. Peygamberler de bulundukları medeniyetin ürettiği kavramlar çerçevesinde konumlanırlar. Mucizeleri de bu nevidendir. Tıp, tarih ve astroloji gibi bilimlerin öne çıktığı dönemler olmuştur. Peygamberlerin mucizeleri olağanüstü olaylar olduğu için çoğu kere sihir, peygamberler sihirbaz olarak nitelendirilmiştir. Öyle ki Süleyman, Salih ve Şuayb, İsa, Musa, nihayet Hz. Muhammed (asm) gibi birçok peygamber sihirbazlıkla suçlanmıştır.
Hz. İsa (as) çağında tıp önemliydi. O mucizelerle ölmeye yüz tutmuşları hayata döndürebiliyordu. İnanlar ona Mesih diyorlardı. Fakat mucizelerine inanmayanlar sihir isnad ediyorlardı. Şiir olanı başka türlü göstermektir. Mesih hayata döndüren demektir. Tarih içinde birçok şair sözleriyle sihirli şekilde ruhlara hayat üflediklerini iddia ederek kendilerini Mesih ilan etmişlerdir. Şair Baki de sözünü sihrin bir üst boyutu olan Mesih’e getirerek, sözlerinin Mesih sözleri olduğunu söyler.
20. yüzyıl savaşlar nedeniyle kitlesel ölümlerin olduğu, teknolojinin gelişmesiyle kitlesel günahlar işlenerek insanların manen öldürdüğü bir dönemdi. Sözün özü 20. yüzyıl manevi olarak ölü doğmuş bir çağdı. Bu dönemde Hz. İsa gibi ölüleri diriltecek, Hz. Muhammed (asm) gibi sırlı bir üst söyleyişle insanlara hitap edecek manevi bir dile ihtiyaç vardı. Bediüzzaman 20. yüzyılın başında bu ihtiyacın farkına vararak dil ve anlam bütünlüğünü dengede tutan, efsunlu, esrarlı, sırlı bugünkü anlamda sihirli, büyülü bir üslupla milyonları manevi ölümden kurtardı ve kurtarmaya devam ediyor.