"Haddinden tecavüz etmiş sanatkarlardır..."
Bediüzzaman, Avrupa'nın dinsiz felsefecilerini böyle tanımlıyor.
**
Dünya ne bir şeytan ne de bir melektir. Dünya aslen nefistir. Herkesin nefsi kendi dünyasıdır.
Dünya ise, neticede bir büyük nefistir. Görünen, yaşanılan, kullanılan, şekil verilen, hareket eden, değişen, batıp giden.. tekrar doğan, dönen, yıpranan, tükenen; doğuran ve elbette ölecek olan...
**
Anadolu irfanının incelikli temsilcisi, Nasreddin Hoca merhumun, meşhur hikayesinde olduğu gibi:
İnsan, kazanın doğurduğuna inanır, yani inanmak ister ya da inanmış gibi yapabilir..ancak her doğan ve doğuranın öleceği gerçeği karşısında ise birden isyan eder.
İnsan, hayalin kurgusunda, elinde makasla istediği yerden süreci kesip hiç ilgisiz bir yerle bağlayabileceği için bu mekanizmayı dünya yüzünde (ve bedeninde) her hayali gerçeğe dönüştürmede de kullanabileceğini düşünür.
Dünya, Bediüzzaman'ın 'her nefis' için söylediği, bir terzinin prova meşheridir... Yapar, bozar değiştirir; bunları da birçok hikmetle birbirine bağlar.
İnsan hayali ise, aklı da peşinde sürükleyerek kafası üzerinde dünyayı gezdirir, (ters dönmüş bir kaplumbağanın uçtuğunu zannetmesi gibi..) yeni dünyalar tasarlar, kaba elleriyle de güya bunları ölçer, biçer. Öyle olur ki, hakiki terzinin elindeki makası (dest-i kudret) kendi ellerindekiyle değiştirebileceğini umar.
**
Nasreddin Hoca'nın hikayesine belki de ilham veren (belli ki ilham veren!) benzer bir olay da İbrahim peygamberin (as) başından geçer:
Bir gün, kimsenin olmadığı bir vakitte putları parçalar ve baltayı da en büyüğünün boynuna asar. Her gün yemek sundukları ve kutsal sayarak taptıkları putlarının bu hallerini gören insanlar.. bu durumun sorumlusunu; (elbette ki!) onların dışında ararlar.
İbrahim peygamber ise, (gafil başlarına tokmak!) mantığın gereği, sorumluluğu en büyük puta vermelerini ister. Onların hayallerindeki (Allah'a eş koştukları) putlarının gerçeklikle olan kurgusunu yapmalarını ister ve orada ipler kopar: "Hem putların kutsal olduğuna inanıyorsunuz, hem de onların (birbirlerini öldürecek) bir gücü, iradesi, aklı ve fiili olduğuna şiddetle karşı çıkıyorsunuz" diyerek uçurumun kenarına getirir, bırakır.
**
İbrahim peygamberin açtığı yol, imanın gözle görülür ve dünyada yaşanır ve akılla bilinir bir soyut olduğunu ispat ediyor; haddi aşanların, hayalin elinde bozulmuş aklın yardakçılığıyla kurulan dünyalarının bir gerçeklik kurgusu üretebilmesi imkanı olmadığını açıkça gösteriyor.
Bu nedenle, bütün akıllar, bilimler ve gerçekler, yalnız, imanın hüsn-ü mücerred (temizlenmiş hayal) ve hüsn-ü münezzeh (temizlenmiş akıl) kanatlarıyla uçabilir.
Dünya(lar)nın da meleklerin kanadında uçabilmesi böylece gerçekleşir...
Bir tepeye çıkarak kurulan hayalin kanatları ancak ilk gerçeği görene kadar çalışır... Bir hakikat tanesi, binlerce insanın hayalatını birden söndürebilir... Dünya yüzüne yapıştırır. Haddini aşan her sanatkar bunu tecrübe etmiştir. Felsefecilerin acıları, sonuna kadar getirip, kendilerini tepeden aşağı bırakmaları bunu göstermeye yeter...
**
"Rahman'a evlat isnad etmeleri sebebiyle, neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp çökecektir" gibi pekçok ayetleriyle, Rabb (cc), haddi aşanlara gerçeğin acı yüzünü, böylece yer yüzeyinde nasıl tecelli ettirdiğini anlatıyor.
Bunun böyle olduğunu, şirkin ve dinsiz felsefelerin kişisel tarihleri zaten gösteriyor.