Müminin esas davası ve en büyük maksadı; imanını kuvvetlendirmek ve Allah’ın huzuruna imanını kurtarmış bir vaziyette varmaktır. Eğer iman davasını kaydederse, bu dünyanın bütün saltanatı bu büyük kaybın yetini tutamaz. O halde bu dünyanın eksik ve kayıpları için üzülmeye değmez.
***
Müminin iki dünyası vardır. Bu dünyada meşakkat çekse bile ebedi saadet için Allah'ın rahmetinden her zaman ümitvardır. Oysa küfür ehlini bu geçici ve meşakkatli dünya hayatından sonra da ebedi bir azap ve sıkıntı beklemektedir. Bu ne kadar da dehşetli bir bekleyiştir.
***
Bu fani dünyanın fena yüzüne sarılıp peşinden gidenlerin ulaşacakları yer ancak hüsrandır. Oysa bu fani dünyayı esas maksadına uygun bir şekilde yaşayıp ebedi bir hayata vasıta yapmak, Allah’ın rızasını en büyük gaye edinmekle mümkündür ve bu da müminlerin en büyük şiarı olmalıdır.
***
Mümin, helal ve haram konusundaki hassasiyetine özenle ve dikkatle devam etmelidir. İmanı muhafaza etmek için bu şarttır. Bu hassasiyetlere dikkat etmeyen bir müminin kalbi ve ruhu kararmaya başlar. Böyle bir durumun devam etmesi, imanı büyük bir tehlikeye maruz bırakabilir.
***
Süratle geçen ve elimizde maddi hiçbir varlığı bırakmayacak bir dünya hayatı için harama ve yalana tenezzül etmek, en basit ifade ile akılsızlıktır. Doğru sözlü ve doğru özlü olmak ve geriye böyle bir miras bırakmak, bir insanın bu dünya hayatında arkasından bırakabileceği en değerli mirastır.
***
Hayır ve şerrin karıştığı bir zamanda istikamet içinde olmak, hadiseler karşısında tam istikametle ve imanın gerektirdiği bir vakar ve izzet ile davranmak, çok büyük bir İlahi lütuf ve mazhariyettir. Tam kemale ermiş bir imanın mümine kazandırdığı feraset işte tam olarak bu olsa gerektir.
***
İnsanların büyük oranda alışkanlık haline getirdikleri ve çoğu hiçbir ehemmiyet taşımayan dünyevi ve abes meşgaleler neredeyse bütün hayatımızı kaplamış ve bizleri adeta esir almış durumdadır. Biz bu gereksiz yükleri üzerimizden attıkça rahatlayacak ve ebedi yolculuğu esas maksadına yöneltmenin huzurunu yaşamaya başlayacağız.
***
Hak ve hakikati dava ve hayat tarzı haline getirenler, dünyanın fena ve değişken halleri içinde zaman zaman sıkıntılara maruz kalabilir ve zahiri mağlubiyetler yaşayabilirler. Fakat şu husustan kesin olarak emin olmak gerekir ki, hak ve hakikatin yolcuları, kısa vadede kaybediyor olsalar bile uzun vadede muhteşem bir saadet ve zafere ulaşacaklardır.
***
İnsanların dünyevi meşgaleleri arttıkça, kendi manevi dünyalarına ayırdıkları zaman ve ihtimam da maalesef azalıyor. Bu durum günümüz insanını adeta giderek daha çok robotlara ve kurulmuş makinelere dönüştürüyor. Bundan kurtulmanın yolu, kendi iç âlemlerinden kopup gelen fıtratın sesine kulak vererek gereğini yapmak ve böylece gerçek insan olmaktan geçiyor.
***
İnsanların yükleri ve biriktirdikleri, bazen en çok ihtiyaç duydukları nesneler olduğu halde; hata, ihmal ve gaflet eseri olarak hiçbir fayda sağlamayabilir. Sahip olduğumuz imkânları ve varlıkları, ihtiyaç halinde kullanabilecek cesaret, irade, zekâ ve bilgiye de sahip olmak gerekir.