Ateist’in gözünde hayatta yaşanan her şey tamamen maddi ve bayağı. Gördüğü, tanık olduğu nesneler herhangi mistik bir şeye işaret etmezler. Dağ dağdır, taş taştır, gerisi kupkuru bir yalandır. Mistik ve manevi eğilimler yani metafizik diye anlatılan her şey insan muhayyilesinin bir uydurması. Anlam arayışı insanın merak güdüsünden kaynaklanır, hayvanlarda bu güdü olmadığından onlar için anlam söz konusu değil. Zaten insan hayvanın daha gelişmiş ve olgunlaşmış bir şekli. Aradaki tek fark konuşma. O da sıradan ve adi bir şey. “İnsan konuşan bir hayvan.”
Tanrı insanın bir yaratığı, asıl tanrı insanın kendisi. Ateist derviş Nietzsche’nin deyişiyle her insan bir tanrı adayı. (Süperman) Sığınma ihtiyacı daha doğrusu dürtüsü sığınılacak hayali bir şey ortaya çıkardı o da tanrı. İnsan yaşamının özeti şu: yokluktan geldi, belli bir süre varlık denen diyara uğradı, tekrar yokluğa gidecek. “Din ezeli bir uyuşturucu veya aşağı cinsten berbat bir votka.” (Lenin) Egemenlerin tahakküm için kullandığı en eski aynı zamanda en etkili silah. Dini/mistik öğretinin tek bir amacı var: İnsanları sinsi ve karanlık emellerine kukla yapmak.
Mistiklerin tanrının varlığını kanıtlamak için kullandıkları “kozmolojik kanıt” azıcık inandırıcı ama biraz daha yakından bakıldığında oldukça dayanaksız ve çürük çünkü delil olarak gösterilen nesnelerin (dağ, ağaç, yıldız, çiçek, hayvan) varlığı açık ve kesin ancak onların işaret ettiği sanılan görünmeyen varlık yani tanrı açık ve kesin değil. Budistler Buda’ya, Hindular Brahmaya, Zerdüşiler Ehriman ve Yezdan’a, Yunanlılar Nemesis gibi bin bir parçalı küçücük tanrılara, Hıristiyanlar Kutsal Ruh’a, Yahudiler Yehova’ya, Müslümanlar Allah’a nispet ederler. Böylece nesnel gerçeklik olan bilimsellik, yerini her tarafa doğru çekilebilen sofistike, elastiki ve kaygan bir teolojiye (tanrı-bilim) bırakır.
Darwin her ne kadar kendisini agnostik (bilinemezci) olarak tanımlarsa da geliştirdiği bilimsel teori mistiklerin iddialarını bir daha dirilmemek üzere çürütmüştür. Yani bilim onlardan yana. Akıllı tasarım, mistik eğilimli örümcek kafalı birkaç sözde bilim adamının geçici hevesi daha doğrusu kompleksi. Ciddiye alınacak bir tarafı yok. “Teleolojik kanıt” dindarların çok hoşuna gider ancak sosyal yaşamdaki kötülük ve adaletsizlik yani çirkinlik kanıtına gelince onu mantıklı bir hale getirmek için en olmadık irrasyonel yollara saparlar. Bilimsellik ve objektiflikten uzak bir sürü spekülatif teoloji yığını. Bu kanıtla realiteyi açıklamak için kullandıkları argümanlar hiç de tatmin edici ve mantıklı değil çoğu hamasi ve romantik.
Ahlak sadece dinin bir gereği olmayıp insan doğasının ayrılmaz bir parçası. Ancak mistiklerin dediği gibi evrensel bir bağlayıcılığı yok. Doğru/yanlış, iyi/kötü, güzel/çirkin için tek bir ölçü yoktur her şey olabildiğince rölatif ve görecelidir. İnsanlar topluca bir arada yaşamak zorunda kaldıklarından karşılıklı olarak çıkar anlaşması imzalamışlardır. Devlet denilen kavram bu anlaşmanın eseri. Jean Jacgues Rousseau’nun “Toplumsal Sözleşme” dediği şey yani.
Tarihteki birçok insanlık dışı savaş dinlerin eseri. Dinler insanın içindeki düşmanlık ve kin duygularını körükleyip onları diledikleri yere kaz sürüsü gibi sürüklemişler. Günümüzde hala medeniyetler arasındaki katı hisarlar ve duvarlar bu anlayışın bir uzantısı. Her inanç mensubu kendisini ve inancını evrenin merkezine koyar, yeryüzünün tek efendisi olarak kabul eder, diğer din mensuplarını potansiyel birer düşman olarak görür. Ortaçağ boyunca yürütülen haçlı seferleri ve kutsal cihat hep bu hastalıklı bakışın bir ürünü. Biricik genel/geçer din Amin Maalouf’un da ifade ettiği gibi insanlığın onuru yani hümanizm. Diğerleri yine Maalouf’un tabiriyle birer “Ölümcül Kimlik” sadece. Bütün idealist ülküler de öyle.
Ölüm korkulacak, dehşet alınacak bir şey değil rahat ve sevimli sonsuz bir uykudur. Feryad-ü figan yersiz ve anlamsız çünkü o geldiğinde biz gitmiş olacağız. Dünyaya gelmek doğanın bir yasası olduğu gibi zamanı gelince çekilip gitmek de onun bir yasasıdır. Karşı gelmek yasayı bozmaktır. Öte dünya, ödül ve ceza birer illüzyon. Her şey burada olup biter. Tabiatın bin bir sesli senfonisi anlamsız ve sıradan. Doğanın kendisinde herhangi bir anlam bulunmaz ona anlamlar yükleyen insan zihni. Mistiklerin dediği gibi insan mucizevi bir donanıma sahip değil o da oldukça sırada ve bayağı. Yeme/içme, yatma/gezme, cinsellik/üreme gibi şeyler onun en itici aynı zamanda en çekici tarafı.
Sanat, insanın en eski bir eğlencesi ve oyuncağı olup maddenin daha değişik ve belirsiz bir görüntüsü. İnsanın içindeki sonsuzluk özlemi, yaşama sevinci ve yokluk korkusunun değişik tezahürleri olan şiir, musiki, resim, heykel özetle sanatın her türlüsü bir çeşit yanılsama. Estetiğin kaynağı olarak kabul edilen ruhun varlığı bilimsel olarak oldukça şüpheli zaten en gelişmiş laboratuvarda izine rastlanmamış onun. Bütün mistik temayüller bir nevi sapma asli ve temiz insan doğasının bozulması ve parçalanması. Başlangıçta bütün insanlar saf ve temizdi dini/mistik düşünce onları bozdu, tanımsız bir hale getirdi. Şiirsiz, şikayetsiz, iniltisiz bir hayat, işte gerçek yaşam!
Biz içimizdeki sapmayı ve hastalığı maddeye yansıtırız, onu görmek istediğimiz gibi görür, öyle kurgularız. Gerçekte yaşamın tek ve gerçek bir yüzü var: madde ve onun bin bir motifli değişik yansımaları. Gözyaşı, tebessüm, matem, destan topyekün bütün insanlık maddenin tezahürü. Yani bir Dante ile bir kedi, bir Shakespeare ile bir karga, bir Kant ile bir maymun, bir Mevlana ile bir papağan arasında biyolojik birkaç özellik dışında herhangi bir fark yok. Mistiklerin yaptığı gibi hayret etme, varlık karşısında ürperme, vecd ve huşu anlamsız birer psikolojik hastalık. Yani senelerce çile içinde kıvranan, sancılanan, beyin patlatan bir Pascal, bir Tolstoy ile endişesiz, kedersiz ve sancısız yaşayan herhangi bir hayvan arasında fiziki birkaç gelişmişlik dışında pek bir fark yok. İkisi de aynı ve eşdeğer. Fark ve ayrımı ortaya çıkaran dindar insanın yanlış bakış açısı.
Bilimsel dünyada her şey uyum ve ahenk içinde bütün farklılığı ve kaosu doğuran dindar insanın yaklaşımı. Evrendeki akıl almaz kozmik tasarım adi ve sıradan çünkü mükemmellik, düzenlilik insan zihninin bir ürünü. Bir hayvan ve ağacın böyle bir derdi yok, onun dünyasında kaos-kozmos diye iki zıt alan yok çünkü. Evren büyük bir makine içindekiler onun küçük birer parçası, önemli olan makinenin kendisi, parçacıkların hiçbir önemi yok. Tarihin diyalektik işleyişi hangi yöne doğru akıyorsa tek gerçek odur. Üstün insan (süperman) kendisini bu akışa kaptıran, itiraz etmeyendir. Kısacası “din halkların afyonu”, onu çağrıştıran bütün düşünce ve eğilimler aynı karakterdedir. Biricik kurtuluş: din-dışılık yani ateizm.