Hayatımız ve şükrümüz

Nur KABADAYI DEMİR

Hayatın o engebeli yolundan kaç kere geçtik. Kaç kere tepelere ulaşmamıza rağmen tekrar dağın eteklerine doğru bir taş gibi yuvarlandık.

Kimi zamanda yukarıdan aşağıya bir kuş gibi süzüldük, kimi zaman da bir rüzgâr gibi estik.

Her ne şekilde olursa olsun hepimiz aynı zamanlarda o yola çıkmasak da kimi yerde buluştuk. Hiç ummadığımız anlarda ve hiç ummadığımız yerde birbirlerimizi gördük.

Kimimiz daha hayatta değilken tırmanılan hayat yokuşunun en dönemeçli köşesinde yıllar sonra hayata adım atanlarla o dönemeçlerde tanıştı, görüştü, kaynaştı ve kimileriyle de tekrar ayrılıklar yaşadı.

Ama hiç vazgeçmedik hayat dağının zirvesine çıkarken. Yürümek için hiçbir zaman emeklemekten vazgeçmeyen bebekler gibi olduk.

 

Hayatımızın her döneminde, bebekliğimizdeki gibi emeklemeden sonra yürüyüş başarılarımızı örnek aldık…masumca…

Hayat dağından aşağılara düştüğümüz ve tekrar azimle tırmanmaya çalıştığımız zamanlarda;

Korkup kabuğumuza da çekildiğimiz oldu,

Yorganı başımıza çekerek hıçkırıklarla ağladığımız da,

Sessiz inleyişler içerisinde Yüce Yaratıcı’dan yardım bekleyişlerimiz de,

Hatalarımızın pişmanlığının verdiği ağır yükle secdelerde af dilediğimiz de,

Hiç ummadığız yerden bize ikram edilen nimetler karşısında sevinçten çığlıklar arasına Elhamdülillah dediğimiz de,

Yaratılan harikalıkları görerek hayretten Sübhanallah zikirlerini çektiğimiz de,

Acziyetimizi bilerek, şu koskaca kâinatı bize musahhar yapan Yaratıcı’nın huzurunda korku ve sevgiyle Allah-u Ekber dediğimiz de,

Ailelerimizle iyi vakitler geçirdiğimiz de oldu, olumsuz anlarımızda,

Uzakların yakın olduğu zamanlarda oldu, yakınların da uzak olduğu anlar,

Hastalanarak yataklarda Şafi-i Hakiki olandan ağlayarak şifa dilediğimiz de oldu,

Nimete kavuştuğumuzda nankörlük ederek Hâlıkımızı unuttuğumuzda,

Fakirlik yaşayarak sabır içinde kanaat ettiğimizde oldu,

Ganiyyi Mutlak’ın ikramı ile zengin olduğumuzda,

Bir tebessüme ihtiyacımız olduğu günlerde oldu,

 

Tebessüm ederek etrafımızda sevgi zincirleri kurduğumuzda,

Sevdiklerimizin dertleri için kaygılandığımız da oldu,

Her duaya cevap veren Allah’tan c.c. onlar için yardım istemek için zamanın ve mekânın ötesine geçtiğimiz de…

Her ne olursa olsun, bize hangi musibet isabet ederse etsin şunu anladık ki; bu güzel nimetleri ve ardından musibetleri ve onun ardından hayırları gönderen ve bizi dağın en tepesine çıkararak, bizi huzura kavuşturmak isteyen bir Zât var.

 

Ve bu Zât (c.c.) yarattığı her güzelliği ve her hayrı biz “İnsanlar” için yarattı.

Ve yarattığı her şeyin üzerine ve içine kendisinden güzellikler ihsan etti. Cemal’inden bir yansımayla nurlu akıllara gösterdi.

Bizlerde, Allah’ın bize ihsan ettiği; nurlu akıl, kalp ve ruhla bunları görebiliyoruz. Ve Allah (c.c.), sonsuz nimetlerinin arasında bizden istediği çok kolay ama bizleri insanlığın arşına çıkarak bir şey istedi.

Allah c.c. dik yamaçlı hayat dağını yarattı ve bu yamaçlara ve dönemeçlere musibetler yerleştirdi ama bizi buralarda hiç unutmadı.

Kâinatta bizi başıboş bırakmadı ve bizleri yalnızlık çukurlarına itmedi.

Cennete has duygular var etti ve bu duygulara cevap verecek nimetler yarattı. Bizler nimetin sahibini kimi zaman unutarak nimetin varlığı içinde yok olsak da musibetlerle bizi uyandırdı.

Ve dünya hayatında ahreti kazanmak için Kuran-ı bize kılavuz, Peygamberini bize rehber, âlimlerini bize önder olarak gönderdi.

 

Onlardan öğrendiğimle bitirmek istiyorum yazımı;

“Ey insan! Aklını başına al. Hiç mümkün müdür ki: Bütün envâ-ı mahlûkâtı sana müteveccihen muâvenet ellerini uzattıran ve senin hâcetlerine "Lebbeyk!" dedirten Zat-ı Zülcelâl seni bilmesin, tanımasın, görmesin?

Mâdem seni biliyor, Rahmetiyle bildiğini bildiriyor; sen de onu bil, hürmetle bildiğini bildir.

Ve kat'iyyen anla ki: Senin gibi zaîf-i mutlak, âciz-i mutlak, fakir-i mutlak, fâni, küçük bir mahlûka bu koca kâinatı musahhar etmek ve onun imdâdına göndermek; elbette hikmet ve inâyet ve ilim ve kudreti tazammun eden hakikat-ı Rahmettir.

Elbette böyle bir Rahmet, senden küllî ve hâlis bir şükür ve ciddî ve sâfî bir hürmet ister. İşte o hâlis şükrün ve o sâfi hürmetin tercümânı ve ünvânı olan “BismillâhirRahmânirrahîm”i de. O Rahmetin vusulüne vesile ve o Rahmân'ın dergâhında şefaatçı yap.” (Lem’alar)

Evet, Rabbimin bizden istediği bu güzel şey; “küllî ve hâlis bir şükür ve ciddî ve sâfî bir hürmet’tir.”

 

“Ya Rabbi! Küçücük ellerimin arasındaki en büyük arzum olan Senin rızanı arayan dualarımla Sana yalvarıyorum, kimin neye ihtiyacı varsa onlara onu ihsan et. Sen kimseye zulmetmez ve her daim şefkat edersin.

Şükürlerimizi katında kabul buyur, sevgilerimizi bâki kıl. Çünkü biz sevmeyi senden öğreniyoruz.”

amin.amin.amin.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (4)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.