Şu Kâinat kurulmadan önce Yüce Yaratıcımızı, sınırsız sayıda melekler kusursuzca tâzim ediyorlardı. Yüce Allah c.c. esmasının birçoğunun tecelli edeceği, NEFİS taşıyan bir mahlûk yaratmayı murad etti. Bu murâdı ilâhi tecelli ettikten sonra, Hz. Âdem ile Havva Cennette misafir edildiler.
Diğer yandan Big-beng aşamalarıyla, altı evrede Kâinat yaratıldı ve insanlık için gerekli olan her şey tefriş edildi. Bilimin ışığıyla da görüyoruz ki; Big Bang’den milyarlarca yıl sonra, galaksiler oluşmaya (daha doğrusu, yüce Kudret tarafından yaratılmaya) başladı. Devâsâ maytap ve havâ-i fişek şöleni gibi parlayarak yayılan galaksilerin içinde, öyle biri vardı ki, bu galaksi bir Güneş sistemine, daha da önemlisi bu sistemin içinde hassasiyetle hazırlanan mavi bir gezegene hamileydi.
Jeolojik takvim Big Band’den 9-10 milyar yıl sonra, bu milyarlı yılları birer saat gibi sıralarken, bu mavi gezegen üzerinde, ölçülü ve hikmetli bir biçimde denizler, karalar, dağlar, çaylar, ırmaklar yaratıldı. Çeşitli bitkiler, hayvanlar, mikroorganizmalar, metaller, madenler, oksijen v.d. gazlar yaratılarak bu mavi gezgenin, yani dünyanın üzerine ve içine depo edildi. Gezegenler, Güneş ve Ay en ideal yerlere, en ideal uzaklıklarda ve en ideal açılarda yerleştirilerek, canlıların ve de özellikle insanlığın hizmetine hazırlandı.
Muradı İlâhi olarak, bazı vesilelerle Hz. Âdem ve Havva atalarımız, Cennet’ten dünyaya indirildi. İnsanın yaratılış maksat ve gayelerini içeren suhuflarla, insanoğlu yüce Yaratıcı tarafından aydınlanmaya, bilgilendirilmeye ve yönlendirilmeye başlandı.
Hz. Âdem as.’dan sonraki her kavim ve her topluluk, nebiler veya Peygamberler kılavuzluğunda, bu geçici dünyada SINANDIĞI, suhuflar ve semavi kitaplarla hep bilgilendirildi. Bu minvâl üzere binlerce (belki de milyonlarca) yılda, 124 000 Peygamberler geldiler, kavimlerini bilgilendirdiler, görevlerini yaptılar ve Âhiret âlemine geçtiler.
Yine murâdı İlâhî olarak ve Yüce Rabbimizin Rahmeti gereği; insanlık âleminin yeterince tekâmül etmesiyle, âhir zaman nebisi ve Hâtemül Enbiya olan Hz. Muhammed s.a.v. görevlendirildi. Yüce Allah, Hz. Muhammed’e s.a.v.’e; Mirac hadisesiyle manevi âlemleri de göstererek, insanlık âlemi için Kıyamete kadar yeterli olabilecek donanımda, her asra ve her medeniyete hitap edebilecek potansiyelde yüce bir kitap olan Kur’ân-ı Kerimi O’na sav. inzal etti.
Ancak, Hz. Muhammed sav.’in vefatından sonraki yıllarda, makul aralıklarla (yaklaşık olarak her asırda) Kur’ânın her asra ve her medeniyete hitap eden âyetlerini ve yönlerini açıklayabilecek donanımda, İslam âlimleri ve din mücedditleri gönderdi.
Bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber s.a.v.: "Allah, bu ümmet için her yüz senenin başında, dini tecdîd edip yenileyecek kimse(ler) gönderecektir" buyurmaktadır.
Bu hadisi şerifin mucibince, daha ilk asırdan itibaren müceddid beklenmiş olup, birinci asır müceddidi olarak Ömer İbn-ü Abdilaziz kabul edilmiştir. Çeşitli şahıslar da, müteakip asırların müceddidi olduğu, ehl-i ilim tarafından hep bilinmiştir.
Bunların; bâzı kimselerce, bir kısım ilim ve hamiyet sahiplerinin (farklı-farklı kişilerin) müceddid bilinmesi, din açısından normaldir. Kınamak, tahkir etmek ve hatâkarlıkla itham etmek yanlıştır. Tarihte vâki olan bu durumun, bundan sonra da devam edeceği de açıktır. Ancak, hiç kimsenin de kesin bir dille: "Bu asrın müceddidi falancadır" demeye, bir başka iddiayı bâtıllıkla itham etmeye de hakkı yoktur. (Prof. Dr. İbrahim CANAN: Kütüb-ü Site Muhtasarı, 14. cilt, s.266)
Bu nedenle her birini sırasıyla saymanın hiçbir önemi yoktur. Sadece kendi asrımızın müceddidini sağlıklı araştırmak ve doğru bilmek zorundayız.
Gâliben ve ittifakla kabul edilen müceddidlerden bir kısmını hatırlayalım.
Ömer İbnu Abdilaziz, İmam-ı Âzam Ebû Hanîfe, İ.Şâfî, İmam Ebu'l-Hasan el-Eş'arî, Ahmed İsferanî, İ.Rabbanî, Celâleddînü's-Süyûtî, İ.Gazâlî, Fahruddîn Razî, Takyuddin b. Dakîki'l-Iyd, İmam Bulkînî, A.K. Geylânî, Mevlânâ C. Rûmî, Hâlid-i Bağdadi, Bediüzzaman Said Nursi Hz.’dir…
Bizler de; 15. hicrî asrın muâsırları olarak ve öncelikle, Bediüzzaman Hz.’ni tanımak, ona kulak kabartmak ve onun açtığı ekolün birer talebesi olmak durumundayız.
Diğerlerini de bilmek ve sevmek elbette güzeldir. Ancak, asrımızın müceddidini iyi bilmek, onu tanımak, ona uymak ve açtığı ekolü yakından izlemek bir zarurettir.
Nasıl ki; İstanbul’un ilk valisinin Esad Bey, ikinci valisinin ise Ali Haydar Yuluğ olduğunu bilmek güzeldir, fakat bugünkü valimiz olan HÜSEYİN AVNİ MUTLU’NUN her sözünü, her direktiflerini, emir veya yasaklarını yakından takip ederek ciddiye almak zorunluluğu vardır. Bunun için de onu, diğerlerinden çok iyi tanıma zorunluluğu vardır…
İşte bunun gibi, asrımızdaki her Müslüman için de Bediüzzaman ve Risale-i Nur çok önemlidir. Bediüzzamanı çok iyi tanımak ve Kur’ân’dan çıkardığı, asrımızı yakından ilgilendiren âyetlerin tefsirlerini ve Yüce Rabbimizin asrımıza ait mesajlarını ve reçetelerini çok iyi anlamak zorunluluğu vardır...
Bilvesîle; Bediüzzaman Hz.’ni kısaca hatırlayalım: Said Nursi Hz. 1878’de Bitlis’in Hizan kazasına bağlı İspirit nahiyesinin NURS köyünde dünyaya gelmiş, yüzyılımızın yetiştirdiği ender mütefekkirlerden, fotoğrafik zekâ gibi birçok farklı donanımlarla lûtfu ilâhi olarak gönderilmiş, en önde gelen İslâm âlimlerindendir. Ancak, tarih şahittir ki; tüm peygamberlerin kavimleri içinden, kendisine isyan eden büyük çoğunluklar olagelmiştir.
İşte bunun gibi; vâris olan tüm İslam âlimlerinin ve müceddidlerin hayatları da çok çetin mücadelelerle geçmiş, hattâ birçoğu zindanlarda tutulmuş veya öldürülmüştür.
Bu durum; insanlık âlemi için bir imtihan meydanı olan şu dünya hayatındaki sınavının bir gereğidir. Aksi vâkî ve bâriz olsaydı, belki de sınav eksik olurdu…
Asrımızın müceddidi kabul edilen Bediüzzaman Hz.’nin de, “sınav gereği” çok çetin mücadelelerle, hapislerle ve zehirlenmelerle geçen, çok ilginç, ibretlik ve çileli bir hayatı vardır.
Şer güçlerin de tahrikiyle, din ve mâneviyat düşmanı ve ceberut yönetimler tarafından, Bediüzzaman Hz.’ne âdeta savaş açılmış olup, tüm şer güçler bu güneşi söndürmek için seferber olmuşlardı. Ancak Allah c.c. NUR’UNU tamamlayacaktı. Güneş balçıkla sıvanamadı. Bediüzzaman Hz.’nin ekolü ve eserleri, bugün 50’nin üzerinde dile çevrilerek her kıtaya yayıldı. Dünyada; Kur’ândan sonra en çok basılan ve okunan eserler olan Risale-i Nurların ışığıyla, her yıl binlerce kişi Müslüman olmakta ve huzûra kavuimaktadır. Dünyanın 6 kıtasında, her zaman, üniversiteler düzeyinde, binlerce bilim adamının ilgilendiği faaliyetler, paneller, konferanslar ve sempozyumlar düzenleniyor…
BU GÜN DE: Yani 18-19 Haziran 2011 Tarihlerinde, Bediüzzaman ve eserleri üzerinde mastır ve doktora yapmakta olan öğrenciler, dünyanın birçok ülke üniversitelerinden 65 genç akademisyen, İstanbul Greenpark Hotel konferans salonlarında İ.İ.K.V.’nın misafiri olarak buluşuyor. Bunlardan, sadece ikisi TC üniversitelerindendir. Risale-i Nur ve Bediüzzaman hakkında çok sayıda makale ve kitapları bulunan uzman ve dünyaca ünlü (özellikle yabancı) profesörler, bu konudaki bilgi ve tecrübelerini, genç akademisyenlerle bu konferansta paylaşacaklar…
Bu güzel gelişmeleri bendeniz de yakından takip ederek, sizlere bilgiler aktaracağım…
Evet sevgili dostlar, NEREDEEEN-NEREYE?! ..Değil mi?... Şükürler olsun…