Mehmed Fırıncı Ağabey’i ancak uzaktan uzağa ismen bilirdim. Benim için özel bir anlam ifade etmezdi bu isim. Ta ki bir akşam üzeri Dost TV’de onu Üstad ile hatıralarını anlatır buluncaya kadar. O kalbî hâl, o sevimli sima, o tecessüm etmiş şefkat, o Üstad muhabbeti, her anını yaşar gibi anlatışı, her anıyı özenle saklaması beni sarıp sarmalamış, ekran önünde çakılıp kalmamı netice vermişti. Daha sonra Allah nasip etti, bizzat tanışmak, sohbetinde bulunmak mutluluğuna da erdim. Her görüşüm, Risale-i Nur hesabına ilgimi muhabbetimi tezyid etti. Fırıncı Ağabeyi tanımak, benim için adeta bir dönüm noktası oldu. Hayatta olan olmayan diğer ağabeyleri de birer birer keşfetmek isteğine yol açtı. Onlarda Üstaddan bir eser, Üstad ile sohbetten tereşşuh eden bir iksir buldum. Cenab-ı Allah cümlesinden ebeden razı olsun, hizmetlerinin neticesini kıyamete kadar sünbüllendirsin inşaallah.
Risale-i Nurlar manevi bir tefsir olması hasebiyle nücûm-u Kur’ana basamaklardır. Kur’anı bu zamanda doğru anlama rehberidir. Tefekkürü, bir ibadet tarzı olarak hayatımıza yerleştirir. Kainatı okuma pratiği sunar. Müntesiblerini esma-i ilahiye okuyucusu yapar. Sünnet-i Seniyye nazarları çevirir, ittibaa iştiyakı ve ihtiyacı artırır. Marifetullah ve Muhabbetullah mertebelerinde gezdirir.
İman ilimleri kuru bilgi ve sadece aklın cevelanı ile elde edilebilecek bir meta değildir. En önemli bir ikram-ı İlahi olan iman, kalb şuuru ile idrak edilebilecek bir şeydir. Akıl, hüşyar ve müdakkik bir kalb kumandasında yol alırsa istikamet bulur. Zira “Nur-u akıl kalbden gelir .“ Kalbi ihtizaza getiren en önemli bir müşevvik ise muhabbettir.
“Muhabbet, şu kâinatın bir sebeb-i vücududur, hem şu kâinatın râbıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır.”
İşte Bediüzzaman’ın hayatını, hatıralarını dinlemek, o müellif-i mübâreke ve onun yol arkadaşlarına, kardeşlerine, çilede ortaklarına derin bir muhabbeti netice verir. Bu muhabbet Risale-i nur hesabınadır, dahası Allah içindir ve Muhabetullahtan gelip Muhabettullaha gitmektedir. Allah için sevmeyi Allah katında en makbul amel olarak nazara veren bir Peygamberin (asm) ümmetiyiz.
Öte yandan bakınca Üstadın hayatı, tabir-i caiz ise Risale-i Nurun laboratuarıdır. O hakikatler nasıl yaşanmış, nasıl yaşanır göstermektir. Risale-i Nurun tesirinin gücü buradan gelmektedir. Üstad, derûnunda hissetmediği hiç bir derdi yazmamış, istimal edip denemediği bir şifayı önermemiş, yaşamadığı bir hakikati yaşatmaya çalışmamıştır.
Evvela lahikalarda 90 seneye yaklaşan bütün o değerli tecrübeler manzumesini bulur, okuruz. Zübeyir Gündüzalp Ağabey dermiş; “Risale-i Nurdaki iman bahislerini okuyan iman-i kamili elde eder. Amel ile ilgili yerleri okuyan takvayı bulur. Lahikaları okuyan Risale-i Nur talebesi olur.”
Hatıralarda ise daha özel misallerle Üstadın meslek ve meşrebinin, iman hakikatlerini nasıl yaşadığının ayrıntılarını buluruz.
Misal;
Üstad “ubudiyet dairesi bütün kuvvetiyle Rububiyet dairesi hesabına çalışıyor” derken ubudiyeti ile göz kamaştırır. Ubudiyetinin ayrıntıları, yanında kalan talebelerinin hatıralarındadır.
Uhuvveti anlattığı aynı zamanda, kendisi aleyhinde konuştuğu bildirilenlerin bile gıybetine fırsat vermediğini, “namaz kılıyorsa kardeşimdir” diye kestirip attığını öğreniriz.
Sünnet-i seniyenin en küçük adabına nasıl müraat ettiğini, bardağın dibinde bir miktar çay bırakan Hulusi Ağabey’e “sen sünnet bilmez?” siteminde görürüz.
“Mesleğimiz şefkat” derken, şefkatin en yüksek derecelerini talebelerine muamelesinde tadarız. Bazen de bîçare bir sarhoşun yakarışlarına dua ile mukabele etmesinde. Karıncadan kelbe, kertenkeleden hamam böceğine kadar can sahibi bütün mahlukata yönelttiği engin şefkatine şahid oluruz hatıralarda…
Tefekkürün kuru bir okuma olmadığını, ancak kainatın ta içinde nasıl yaşayarak tefekkür edilebileceğini onun uygulamalarından öğreniriz.
Bu misaller gittikçe gider.
Hatıra mesleği diye ayrı bir meslek olamaz. Mesleğimiz tefekkürdür, şefkattir, aczimizi kusurumuzu bilmektir. Aynı zamanda aklın idrak etmediği çok hakikatleri kalbin gördüğünü bilmektir. Kalbi işletmektir.
Risale-i Nurları okuyup derinlemesine mütalâa etmek, Üstadın hayatını öğrenmek suretiyle hatt-ı hareketimizi tayin etmek, talebelerini tanıyarak bu hizmetin nasıl fedakarlıklarla bugüne geldiğini ve bugünden sonraya taşınabileceğini görmek hepsi bir bütündür. Birbirinin alternatifi değildir.
Ne eser, ne müellif ne de talebeleri birbirinden ayrı düşünülecek değildir!..
Nasıl ki beden ruhtan, kalb cesedden ayrı olamaz!..