Dünya tarihi “Din öldürülecektir” diyenlerin öldüğüne, dinin ise hayatta kaldığına şahit. Bu konudaki en çarpıcı gelişme Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) dönemi Rusya’sında yaşandı. O dönem Rusya’yı idare edenlerin felsefesine göre din, “insanları, milletlere uyuşturan bir afyon”du ve onlar dini “öldürmeyi” hedef olarak seçmişlerdi. 70 yıl boyunca da bunun için uğraştılar, ama SSCB dağılınca görüldü ki büyük tahribata rağmen din, İslâm hâlâ ayakta ve hayatta. Sadece Rusya’da değil, “din öldürülecektir” diye karar alan başka ülkelerde de böyle olmuştur.
Türkiye’de de bu konularda ciddî sıkıntılar çekildiğine herkes şahittir. Bilhassa ‘tek parti’ devrinde insanların dinlerini gereği gibi öğrenmesine müsaade edilmemiş, sürekli engeller çıkarılmıştır. 1950 öncesi; Ezanı Muhammedînin 18 yıl boyunca “Tanrı Uludur, Tanrı Uludur” diye okutturulması bile bunu görmek için yeterli delil olsa gerek. O dönemde İslâmın icaplarını yerine getirmek isteyenler türlü sıkıntılara maruz kalmış, Kur’ân ve tefsirlerini okumak da suçlanmak için yeterli görülmüştür. Daha da ileri gidilerek kılık kıyafetlere dahi müdahale edilmiştir. Hemen ifade edelim ki “Hayır, böyle şeyler olmamıştır” diyen varsa, canlı şahitlerinin ortada olduğunu hatırlatırız.
Peki, bunca baskıya rağmen kim kaybetmiş? Elbette güneş üflemekle sönmemiş ve insanların Kur’ân sevgisi devam etmiştir. Postmodern darbe olarak isimlendirilen 28 Şubat süreci de Kur’ân öğrenilmesini engellemek için bin dereden su taşımış, çocuklarımızın Kur’ân öğrenmesine ‘yaş sınırı’ getirmiştir. Bugün itibarıyla 5. sınıfı bitirmeyen çocuklarımız camilere gidip Kur’ân öğrenemez! Hâlâ devam eden bu yasağın ilimle, irfanla, iz’anla, insafla, sosyolojiyle, pedegojiyle velhasıl her hangi bir ‘ölçü’ ile izah edilebilmesi mümkün müdür? Çocuklara konulan bu yasak; İslâmın icaplarını öğrenilmesine büyük bir engel değil mi?
Denilebilir ki, “Kâğıt üzerinde böyle bir yasak var, ama bu fiilen uygulanmıyor. Çocuklarımız camilerde Kur’ân öğreniyor.” Bir bakıma doğru, ama kâğıt üstünde de olsa devam eden bu yasak, bir anlayışı, bir yaklaşımı göz önüne seriyor. Türkiye’yi idare edenlerin bu yasağı devam ettiriyor olması da ayrı bir konu.
Diyanet yetkilileri, devam eden ‘yaş yasağı’na rağmen her yıl daha fazla çocuğun Kur’ân öğrenmek için camilere koştuğunu ifade etmiş. (AA, 19 Haziran 2009) Bu haber elbette sevindirici. Bununla birlikte, ‘cami cemaati’nin de yapması gerekenler var. “Yaş yasağı”nı aşarak camilere gelen çocuklara, gürültü çıkarıyorlar diye ‘fırça’ atmaktan gezgeçelim. Onlara camileri sevdirelim ki daha bir istekle camilere koşsunlar. Aksi halde dedbirsizce atılan her ‘fırça’ onların camilerden soğumasına sebep olabilir.
Kur’ân öğrenmenin yaşı yok, ama çocukken öğrenmenin zevki bir başka. Bu bakımdan Kur’ân öğrenmeyi sadece yaz tatilleriyle sınırlı tutmak da doğru olmaz. Okullarımızda da en azından isteğe bağlı olarak Kur’ân öğrenme dersleri konulmalıdır. Mevcud ‘Din Dersi’nde de bu yapılabilir. 12 Eylül ihtilalinden önce günedeme gelen bu konuları bugün konuşmak bile kimilerince ‘garip’ karşılanıyor.
12 Eylül ve 28 Şubat gibi darbe ve süreçlerin Türkiye’yi ne kadar ‘geri’ götürdüğünü varın siz hesaplayın...
Yeni Asya