Hayrettin Karaman Hocam, 25 Temmuzda Yeni Şafak Gazetesinde Said Nursi ve İslam Devleti ismiyle güzel ve özet bir yazı yazdı. Yazı doğru ve güzel; fakat sekiz noktada eksiği var. Şöyle ki:
1) Laik demokrasi ile dindar demokrasi farkını açmamıştır. Aslında bu iki kavram ve bunların yanında sekülerizm kavramı izah edilmeden bu gibi konularda bir şeyler yazmak daima eksik oluyor.
Mesela konumuz olan Said Nursi, Meyve Risalesinin Hatimesinde ve Lahika Mektuplarında din için ve dinin sağlıklı uygulanması için; dine saygılı ve tarafsız bir laik düzen, meşrutiyet ve seçimle gelmeyen bir şeriat düzeninden daha faydalı olabilir, diyor. İstibdat yapan bir din devleti halkı münafık yapar veya dini siyasete alet eder. Bu ise küfürden çok daha zararlıdır, diye uyarır.
2) Devlet ve millet ilişkisi sosyal sözleşmeler ile tanzim edilir. Bu kontrat ve sözleşmenin ismi anayasadır. Hocamın yazısının konusu olan Bediüzzaman Said Nursi Münazarat’ta bu noktaya dikkat çeker. Artık Müslümanların Gayr-ı Müslimlerle ve laik kesim ile ilişkisi yeni bir muahede ve anlaşmadır. Bundan böyle onlara zimmî muamelesi yapamayız, diyor. Ve bu muahede dinidir; dini uygulamanın bir çeşididir, diye ilave ediyor.
3) Bediüzzaman, milliyet ve devlet şekli kale ve ambalajdır; din öz cevherdir. Bu ikisinin ilişkisi fayda ve zarar yani hikmet çerçevesinde değerlendirilmeli, diyor 26. Mektupta. Demek Hayrettin Hocamın devletin şeklini dini bir emir gibi görmesi tam dinî bir anlayış değildir.
4) Hocamın İslam âlemindeki meşrutiyet ve demokrasi eksiğini görmemesi; onun o güzel yazısını somut bir karalama müsveddesine çeviriyor. Hocamın bu alıntıları ile geçenlerde İslam’da kanun önünde eşitlik yoktur, diyen bir kısım çevrelere karşı yazdığı yazısı birbiriyle çelişiyor.
5) Hocamın fıkıh uzmanı olmasına rağmen; bir içtihad kurumu olmadan, murur-u zamanla zedelenmiş olan Şeriat-ı Ahmediye ihya edilmeden şeriatın uygulanamayacağını görmemesi büyük ilmî bir eksikliktir.
Medyada ateistlerin ve laiklerin aktivitelerinin dindarlarınkinden çok daha etkin olduğunu görmemesi siyasi ve sosyal öngörü eksikliğidir. Ki Türkiye’nin kahir ekseriyeti Müslümandır, diyebiliyor. Kalite ve kantite farkını göremiyor.
6) Bütün bunlara rağmen bugünkü Anayasayada Osmanlınınki gibi devletin dini din-i İslam’dır, ibaresi geçmiyorsa da Devlet Laik olduğu halde 90 senedir; Türk-İslam Sünni geleneğini esas alıyor, diyebiliriz. Hocam neden bu fiili durumu göremiyor; sormak lazım.
7) Hocamın Risale-i Nurdan yaptığı alıntıların bir kısmı konu ile alakalı değildir. Mesela Lem’alar 22’de Bolşevik Sosyalizme karşı söylediği söz, şeriat ve İslam devleti kavramı ile ilgili değildir.
Emirdağ Lahikasından yaptığı alıntı asayiş ile ilgilidir. Laiklik ve şeriat ile ilgili değildir. Tam aksine Bediüzzaman’ın kimsenin göremediği önemli bir tesbitine parmak basmaktır. Bediüzzaman burada açıkça diyor ki: Eğer bir yerde asayiş ve emniyet yoksa orada dinden, şeriattan ve dinî devletten bahsetmek zulüm ve cinayet olur. (12. Şuanın sonuna bakın)
“Günahlara dalmak, sarhoşça ve kanunlara aykırı yaşamak Hürriyet değildir” sözünü Said Nursi din devletini istiyor, diye yorumlamak da yersizdir. Ayrıca o sözün tarihi 1911’dir. 12. Şuanın tarihi ise 1944’tür.
8) Her ne ise biz değerli Hayrettin Hocamın kapalı olarak verdiği o güzel sözlerin üç parçasını şerhli olarak verelim ki mesele biraz daha aydınlansın. Şöyle ki:
Ey vatan evlatları! (İttihadçıların) getirdiği Hürriyeti yanlışa yormayın. Ki elimizden kaçmasın ve (Sultan Abdulhamid’in) kokuşmuş eski esaretini başka bir kapta bize içirmekle bizi boğmasın. [1] Zira Hürriyet kanunları ve ahkâmı uygulamak, din ve şeriatın edebiyle edeplenmek ve güzel ahlak ile ancak gerçekleşir ve gelişir. ” (Metnin Aslı için bkz: Divan-ı Harb-ı Örfi)
… Hürriyet adalet ve ceza yasasından başka kimsenin baskı yapmamasıdır. Herkesin şahsi haklarının koruma altına alınmasıdır; herkes meşru (yasal) davranışlarında bir padişah kadar serbest olmasıdır. ” (Metnin Aslı için bkz: Münazarat)
Geçmişte sosyal hayat bağları, yaşamak için lazım olan şeyler ve medeniyetin faydaları çok olmadıkları ve dallanmadıkları için birkaç adam devleti idare etmek için yarı yarıya yeterli idi. Fakat şimdi bu zamanda sosyal ilişkiler o kadar çoğalmış ve hayatın gereksinimleri o kadar çeşitlenmiş ve medeniyetin faydaları o kadar bilimselleşmiş ki ancak, milletin kalbi hükmünde olan mebuslar meclisi ve ümmetin düşüncesi makamında olan dindar demokrasi ve medeniyetin kılıç ve kuvveti olan fikir özgürlüğü devleti taşıyabilir; idare edip geliştirebilir.. ” (Metnin Aslı için bkz: Divan-ı Harb-ı Örfi)
Bir Ek:
Bu defaki küçük müdafaatımda demiştim:
"Risale-i Nur'daki şefkat, vicdan hakikat, hak, bizi siyasetten men etmiş. Çünkü mâsumlar belâya düşerler; onlara zulmetmiş oluruz. " Bazı zâtlar bunun izahını istediler. Ben de dedim:
Şimdiki fırtınalı asırda gaddar medeniyetten neş'et eden hodgâmlık ve asabiyet-i unsuriye ve umumî harpten gelen istibdadat-ı askeriye ve dalâletten çıkan merhametsizlik cihetinde öyle bir eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdadat meydan almış ki, ehl-i hak, hakkını kuvvet-i maddiye ile müdafaa etse, ya eşedd-i zulüm ile tarafgirlik bahanesiyle çok bîçareleri yakacak; o hâlette o da azlem (daha zalım) olacak ve mağlûp kalacak.. Çünkü mezkûr hissiyatla hareket ve taarruz eden insanlar, bir iki adamın hatasıyla yirmi otuz adamı, âdi bahanelerle vurur, perişan eder. Eğer ehl-i hak, hak ve adalet yolunda yalnız vuranı vursa, otuz zayiata mukàbil yalnız biri kazanır, mağlûp vaziyetinde kalır. Eğer mukabele-i bil-misil kaide-i zâlimânesiyle, o ehl-i hak dahi bir ikinin hatasıyla yirmi otuz biçareleri ezseler, o vakit, hak namına dehşetli bir haksızlık ederler.
İşte, Kur'ân'ın emriyle, gayet şiddetle ve nefretle siyasetten ve idareye karışmaktan kaçındığımızın hakikî hikmeti ve sebebi budur. Yoksa bizde öyle bir hak kuvveti var ki, hakkımızı tam ve mükemmel müdafaa edebilirdik.
Hem madem her şey geçici ve fânidir ve ölüm ölmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor. Ve zahmet ise rahmete kalb oluyor. Elbette biz sabır ve şükürle tevekkül edip sükût ederiz. Zarar ile icbar ile sükûtumuzu bozdurmak ise, insafa, adalete, gayret-i vataniyeye ve hamiyet-i milliyeye bütün bütün zıttır, muhaliftir.
Hülâsa-i kelâm: Ehl-i hükûmetin ve ehl-i siyasetin ve ehl-i idarenin ve inzibatın ve adliye ve zabıtanın bizimle uğraşacak hiçbir işleri yoktur. Olsa olsa, dünyada hiçbir hükûmetin müdafaa edemediği ve aklı başında hiçbir insanın hoşlanmadığı küfr-ü mutlak ve dehşetli bir tâun-u beşerî ve maddiyunluktan gelen zındıkanın taassubuyla, bir kısım gizli zındıklar şeytanetiyle bazı resmî memurları aldatarak evhamlandırıp, aleyhimize sevk etmek var. Biz de deriz:
Değil böyle birkaç vehhamı, belki dünyayı aleyhimize sevk etseler, Kur'ân'ın kuvvetiyle, Allah'ın inâyetiyle kaçmayız. O irtidatkâr küfr-ü mutlaka ve o zındıkaya teslim-i silâh etmeyiz!
(12. Şuadan)
Said Nursî
[1] Nitekim Cumhuriyet ismiyle bize çok kötü bir esareti içirdiler, diye kendisi 1955’te dipnot düşmüştür.
BS