Allah kainata bir tertip ve sebep sonuç bağlantısını yerleştirmiştir. Hiçbir şey sebep sonuç kuralının dışında tertibe aykırı bir şekilde gelişemez. Mesela, bir elmanın kızarıp yenme kıvamına gelmesi için, sebep sonuç evreleri vardır. Bu evrelerin biri eksik olduğunda neticeye varılamaz. Onun için elmanın kızarıp kıvamına gelmesi için o evreleri sabır ve itina ile bekleyip, gereklerini yapmamız gerekir. Yoksa asla o elmayı elde edemeyiz.
Aynen bunun gibi İslam’ın gönüllerde, hayatlarda ve devletlerde hakim olabilmesi, sebep sonuç ve tertip kuralına bağlıdır. Bu da süreç ve zaman gerektirir.
İşte Mehdi'nin (ra) ahir zaman fitnesinde kaybolan İslamî değerlerin yeniden gönüllerde, yaşamlarda ve devletlerde diriltilmesine vasıta olma vazifesi ve evreleri iman, hayat ve şeriat olarak tabir ve tespit edilmiştir.
İMAN, HAYAT VE ŞERİATTAN HEM DAHA ÖNEMLİDİR
Şimdi bu kavramları tek tek izah edelim:
İMAN: İslam’ın inanç sistemidir. İslam’ın esası ve temelidir. Buradaki az bir kusur ve şüphe, İslam’ı tamamen kişinin aleminde yıkar. Bu yüzden iman, hayat ve şeriattan hem daha önemlidir, hem de onlardan önce gelir. Bir nevi binanın temeli, ağacın kökü gibidir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi bu yüzden bu maddeci ve inkarcı asırda bütün mesaisini iman için sarf etti ve eserleri olan Risale-i Nur tamamen iman üzerine yazıldı. Zira hayat ve şeriat tamamen iman üzerine bina olunan şeylerdir.
İmansız hayat ve şeriat düşünülemez. Peygamber Efendimiz (asm) de İslam’ı ilk olarak iman temeli üzerine yerleştirdi. Mekke dönemi tamamen iman, küfür mücadelesi olarak cereyan etti. İşin en sıkıntılı ve mücadele isteyen aşaması iman aşamasıdır. Onun için heves ve hevanın hakim olduğu genç tabakası bu aşamaya tahammül etmezler. Bu gibi genç tabakanın hissiyatı okşayan, hevaya kolay gelen şeriat aşaması daha çok caziptir. Zaten bir takım bidat ve siyasi yapılanmalar da bu hissiyattan yararlanıp gençleri teröre bulaştırıyorlar. Halbuki iman evresi tamam olmadan, bir sonraki evreye geçmek âdetullaha aykırıdır.
ALLAH’IN EMİRLERİNİ UYGULAMA EVRESİ
HAYAT: Sağlam ve tahkiki imanı elde ettikten sonra, İslam’ın kişinin hayatında hakim olması evresidir. Yani iman ettiği şeylerin gereklerini hayatında tatbik etme aşamasıdır hayat. Bu da süreç içinde ikinci önemli aşamadır. Bir nevi iman ile hayat bir bütün gibidir. Bir birinin lazımıdır.
Mesela, Allah’a iman dersini tahkiki bir şekilde Risale-i Nur'dan alan bir Nur Talebesi Allah’ın marziyat ve emirlerine lakayt kalamaz. İşte Allah’ın emirlerini hayatında uygulamaya hayat evresi denir. Bu birey için böyle olduğu gibi, toplum için de böyledir. Binanın temeli, ağacın kökü olan iman üstünde, kat ve gövde gibidir hayat. Gövdesiz kök, katsız temel olmaz.
KİMSE DİĞER İKİ AŞAMA GERÇEKLEŞMEDEN BUNA GÖZÜNÜ DİKMESİN
ŞERİAT: İslam’ın siyasallaşıp devletleşme evresidir. İmanlı ve imanının gereğini hayatına yansıtan bir toplum, herhalde ecnebi bir devlet sistemi ile yönetilmeyi arzu etmez. Bu toplum, imanın ve hayatının gereğine uygun bir devlet yapısını talep eder. Ve bütün Müslümanları bir güç, bir siyasal iktidar yapılanma altında olmasını ister.
Bu şeriat aşaması binanın çatısı, ağacın meyvesi gibidir. Bugün dünyada Müslüman coğrafyasının çektiği sıkıntı ve zulümler hep bu çatının olmayışından ileri geliyor. Yani İslam alemi siyasi ve ekonomik bir güç olamadığının tokadını çok feci bir şekilde yiyor. Bu aşama diğer iki aşamanın bir sonucu, bir neticesi olmasından, hiç kimse diğer iki aşama gerçekleşmeden bu aşamaya gözünü dikmesin, beklentiye girmesin; zira bu kainat içindeki sebep sonuç bağlantısına aykırı bir beklenti ve girişim olacağından sonuç alınamaz. Bunun örneklerini yakın tarihimizde gördük. Mısır'da siyasi bir yapılanma ile hareket eden İhvan-ı Müslimin hareketi devrin firavunu mesabesinde olan Cemal Abdül Nasır tarafından feci bir şekilde katledilmişlerdir. Ve arkalarında duracak bir halk desteği olmadığından, sonları hüsran olmuştur.
Demek bu tarz hareket, kainatın ve sosyolojik gerçeklerin rağmına olduğundan, çok feci neticelenmiştir. Şayet Üsta Bediüzzaman, iman ve hayat evrelerini tamamlamadan, üçüncü evreyi hedeflese idi, muhtemeldir ki o da mazlum şehitler sınıfında anılacaktı ve nur hareketi başlamadan bitecekti. Çok insanlar, iman ve hayat hizmetinden mahrum kalacaktı. Onun için iman başta, hayat onun neticesi ve şeriat ise uzun bir evreden sonra netice olarak inşallah ikram olunacak.
Bizim vazifemiz iman ve hayat evresindedir. Biz bu vazifeyi terk edersek, şeriat neticesi de asla gelmez. Tıpkı ağacın lazımı olan hizmetler yapıldıktan sonra, yapacak bir vazife kalmayınca, mütevekkilane bir şekilde neticeyi beklemek misüllü biz de iman ve hayat aşamalarındaki şahsi görevleri yapıp, neticeyi Allah’tan beklemeliyiz.
Mehdi de bir insan olduğuna göre, onun yaşı asla bu üç evreyi göremez. Böyle olunca, o en önemli evreyi, yani iman evresini hakkı ile tamamlayıp, geri kalan evreleri de nurani cemaatine bırakmıştır. Zaten iman hayata, hayat da şeriata hamiledir. Bunlar sırası ile birbirlerini doğuracaktır. Yoksa, elinde olağanüstü işler yapacak sihirli bir değnek olan mehdi anlayışı realite ve âdetullaha zıt, hayali şeylerdir.
Sorularla Risale