Bir köyde, köy halkıyla sohbet ettik. Onlara dedim ki, “Bakınız, bu köy açık hava fuarı gibi. Şunlar tavuk, şunlar at, şunlar koyun… Çok beğeniyorsunuz bu hayvanları.
Neden? Çünkü işinize yarıyor. Peki bu hayvanlar kitap okur mu? Hayır. Namaz kılar mı? Hayır. Sadaka verir mi? Hayır. Çünkü hayvanlar dinden anlamaz. Hayvanların dini yoktur. Yeryüzü büyük bir kitap. Büyük bir müze. Buralarda gezerken bu hakikatleri de görmek lazım.” Bir şahıs çıktı dedi ki, “Aman ağabey, biz seni buraya çağırdık ki, iki tane ayet, bir tane hadis okuyasın; cennete mi gideceğiz, cehenneme mi anlayalım. Sen kalkmış tavuk diyorsun, yumurta diyorsun. Ne oluyor böyle?” “Kardeşim”, dedim, “Canımızın istediği gibi yaşarsak, biz de böyle hayvan gibi bir şey oluruz.” Bakınız hayvanlar kitap okumuyor, namaz kılmıyor.
Bu meseleleri düşününce Amerika’daki günlerim gelir aklıma… Öğrenci olarak Amerika’da bulunduğum sıralarda, Amerikalı öğretim üyesi ne emir verirse onu yapıyorduk. Mesela diyor ki: “Şu cihazı öbür barakaya götürün veya dışarıya çıkarın.” Kocaman cihaz, dört kişi zor taşıyoruz. Düpedüz hamallık yani… İtiraz yok. Tek başına götür dese, “Nasıl götüreyim, gücüm yetmez.” diyemeyiz. Hemen, “Yes, sir.” diyoruz. “Kabloları irtibatlayın.” İrtibatlıyoruz. “Cihazı çalıştırın.” Çalıştırıyoruz. “Ölçmeleri yapın.” Yapıyoruz. Bunlar öyle kolay işler değil. Adam tepemizde dikilip emir yağdırıyor. Biz de baş üstüne diyoruz.
Allah Allah… Amerikalıya böylesine itaat edeceğim, gözlerimi yaratan, tahsil için bana akıl veren, ellerimi, kollarımı, ayaklarımı veren, bana sağlık veren, hayat veren Rabb’ime itaat etmeyeceğim? Olur mu ya? Müdür emretti diye işime zamanında başlayacağım amma namazımı kaçıracağım? Olur mu? Olmaz. Böyle terslikler benim aklıma yatmaz. Şimdi bir Müslüman’ın düşünmesi lazım? Ben en çok kime itaat ediyorum, en çok kimin sözünü dinliyorum, kimin gönlünü yapıyorum? Hah işte onu, bulacak, diyecek ki, “Ben falan kişiyi razı etmeye uğraştığım gibi, Allah’ı da razı etmeye uğraşıyor muyum? O’na itaat ediyor muyum?”
Sonra bir koyunu yakaladım. Tabii köylüler de saygıyla benim yanıma gelmişler. Koyunun başını okşuyorum. Bu koyun, bu koyun, ah bu koyun, hiç namaz kılmaz bu koyun… Gördünüz mü vaziyeti? Bu koyun istediği gibi gezip tozuyor, istediği kadar uyuyor. Ne derse gider, ne kitap okur, ne ibadet eder. Bu koyunu acaba ne yapsak? Sonra koyunun gözlerini öptüm, “Sen masumsun.” dedim, “Sen alınma, hakkını helal et.” Adamlara döndüm, onlar başlarını sallıyor. “Hocam çok sert bir ders verdin.” diyorlar. Hakikat bu kardeşim. Allah’a şükür, bak Allah bizi insan yaratmış, insanlar içinde Müslüman yaratmış. Müslümanlar içinde bizi şuurlu Müslüman yapmış. Ne kadar büyük nimetler iç içe... Böyle bir nimetin şükrü gerekmez mi?
“Efendim, ibadet etmek zorumuza gidiyor.” diyor mesela… Abdest almak çok zor geliyormuş! Bu zorluklar ne ki? Siz gidin de Avrupa’da, Japonya’da, Almanya’da işçiler nasıl çalışıyor, bir görün. Hiç yoruldum diyen var mı? Çünkü yoruldum diyeni işten atacaklar, nereye yoruluyorsun. Bakınız, üç kuruşluk dünya menfaati için böylesine yoruluyoruz. Peki cennet ucuz mu?
Rahata alışmış insanlar ibadet etmekten rahatsız olurlar. Mesela namaza kalkmayan adam tenperesttir, vücudunu çok seviyor. Aman vücudum yorulmasın, incinmesin, ağrımasın. Allah Allah olur mu kardeşim, biz insanız. Vücudumuz yorulacak, ağrıyacak…
Müslümansak Allah’ın emrini yerine getirelim, Allah ne emretmişse onu yapalım. Çünkü cennet ucuz değil… (2014)