Risale Haber-Haber Merkezi
Prof. Dr. Himmet Uç, Hekimoğlu İsmail'in bir röportajından yola çıkarak yazarlık serüvenini değerlendirdi. Görüşlerini Risale Haber'le paylaşan Prof. Uç'un yazısı şöyle:
Hekimoğlu İsmail‘in yazarlık izlenimleri üzerine
Hekimoğlu İsmail, şartlarımıza göre olmaması gereken bir adamken kaderin sevki ile romancı olmuş. Bizim orta okul ve liselerimizdeki yazma diğer adı ile kompozisyon dersleri ile romancı olmak olacak şey değil. Kompozisyon derslerinin liselere konduğu günden bugüne öğretmenler çocuklara atasözü açıklatırlar, ondan öte geçmez. Öğretmen atasözünü tahtaya yazar, ”Giriş, gelişme ve sonuç bölümüne dikkat edin” der, öğretmenler odasına gider, daha sonra getirir notları verir.
Türk dili hocaları icad edildiğinden beri öğrencilere özne, yüklem, tümleç öğretirler. Ders anlattığı notların alt kısımlarında ellerinin lekesi ile siyah bir iz kalmış yeniliğe kapalı öğretimler ile nerden romancı yetişsin? Yıllardır üniversitedeyim, sanattan anlamayan sanatlı cümle kurmasını bilmeyen hocalar öğrencinin başına "ilah kesilip" kuramadığı cümlelerin yorumunu yapar. Toplum ve eğitim sistemi sanatçı yetiştiremeyen bir şekilde ayarlanmış. Bizde kimi yazar olmuş, çocukluğunda yabancı dil eğitimi almış varlıklı aile çocukları, özel okullarda okumuş, ellerindeki yabancı dil ile Avrupa edebiyatı ile tanışmışlar. Sonra sosyalizmle tanışmış, ya itilip kakılmışlar, ya hapse girmişler, dillerinin ve tecrübelerinin itmesiyle yazar olmuşlar. Kemal Tahir hapse atılmış romancı olmuş, Nazım hapiste şair olmuş, Necip Fazıl’ın şiiri hapiste kıvam kazanmış. Mubarek dersen hapishane kırtasiye dükkanı oraya giren kağıt kalem ve arkasından yazar olmuş. Bediüzzaman büyük eserlerini çile yıllarında hapishanelerde yazmış. Allah birilerine yazar yapmak için ya hapse atıp cehennemden yazar olarak çıkartmış, ya da kendi cehennemini hazırlamış yazar.
Orhan Pamuk dar bir koridorda geçen hayatından bir romancı olarak çıktığını söyler. Cevdet Bey ve Oğulları romanını yazdığında bastıracak yer bulamaz. Sonra kitap şöhret olur. O dar bir koridoru benimseyerek kendini kazanmış. Her gün bir yerde, okumadan , yazar olma sevdası imkansız bir şey. Peyami Safa “müsvettelerim kamyonlar dolusu olur” demiş. Flaubert , mide krampları geçirerek yazar. Beş yüz sahifelik dünya romanının teknik devi Madam Bovary‘i beş yılda yazmış. Şimdi bizim camia yazar yetiştirmek istiyor. Doktora, doçentlik, profesörlük, ondan sonra gelir. Şeker, arkasından tansiyon, yazar olmak mümkün mü? Her gün kırk sahife Kur’an okumasam kendimde ne okuyacak, ne anlatacak ne de yazacak bir motivasyon bulamıyorum. Çamur gibi olsan, kemiklerin çekilmiş, et gibi yere yığılsan, Kur’an oku yeniden beton olur iraden. Hele Bediüzzaman’ı daha başka başka kitapları okursan zaten kendini ifade etmek için bahane ararsın. Ünlü bir eleştirmen ”iki gün okumasam konuşma zevkimi yitiriyorum“ der. Terk gerekir, sıradan hazları, sıra üstü hazları. Bu kapı terk ile açılır, rahat döşeğinde kimse hiçbir şey olamaz. Başarmanın zevkini yaşamayan yaşamış olmaz.
Mahallesindeki eskicinin ağladığını gören Hz Üftade, “Ne ağlıyorsun be eskici?” der. “Efendim bizim hanım beni dışarı attı, hacı eşi olmak istiyormuş, ben nasıl haca gideyim kırık dökük paralarla, ona ağlıyorum.“ Hz Üftade adı üstünde düşkün, düşkünlerin arkadaşı, yoldaşı. “Sen de haca gitmek ister misin?" der. "Olur mu efendim, iki gün var kurban bayramına.“ "Sen söyle ister misin?" "Evet efendim." Hazreti Üftade eskicinin omuzuna elini vurur. ”Bismillah haydi güle güle” der. Eskici kendini Kabe’de bulur. Bir müddet sonra Kadı Mahmut Efendi bir davayı görmektedir. Bir kadın derdini anlatır ona, “Efendim bak bu benim adama, bayrama iki gün kala evdeydi, birkaç gün yok oldu, sonra birgün geldi ki ben hacı oldum, işte zemzem işte hurma, artık bahtıma vurma oldun hacı karısı“ der. Olur mu kadı efendi, bu adam kendine bir de birkaç yalancı şahit bulmuş, bunu çözer misin, Kadı Efendi. Bu adamdan ayrılmak istiyorum, böyle bir sahtekarla yaşayamam.“
Kadı düşünür taşınır, içinden çıkamaz, ama adamı da boşamaz. Sonra eskicinin dükkanına gider. Merhaba eskici, anlat bana neler oldu. Eskici”Bir şey yok efendim" der. Kadı zorlar, eskici sırrını vermek istemez. Üftade’ye ihanet etmek istemez. Ama o kadar baskı altına girer ki anlattığımız hikayeyi anlatır. Kadının başına taşlar düşer kalmaz hayatının tadı, Hz Üftadenin kapısına o da bir düşkün, üftade olarak gider. “Efendim bir eskici sizin himmeti aliniz ile haca gitmiş gelmiş, ben bir deryaya düşmüş biçare şaşırdım kaldım. Size peyk olayım, pervane olup etrafınızda yanayım, Efendim.“ Hz Üftade Kadıya bakar ve der, ”Yok Kadı Efendi yok, sen büyük adamsın, şanın var şöhretin var, koca İstanbul 'a namın erkanın var. Bu kapı düşkünlerin gariplerin, terk etmişlerin, ilahın kapısında ondan başka kimsesi olmayanların kapısı, senin her şeyin var ama bizim dünyamızdaki gibi bir ilahın yok. Sen de olanlarla mağrur, bizim herşeyimiz O. Sen git işine, biz işimize bakalım.“ Efendi Hazretleri, “Benim size pervane olmam, terk ile mi olur, terk mi edeyim o debdebeyi. Sen bilirsin Kadı Efendi. Soyunmayan giyinemez.“
Kadı Mahmut Efendi, kapıdan ağlaya ağlaya çıkar ve ertesi gün vilayete bir istifa dilekçesi verir, kadılıktan istifa eder. Üftade Hazretlerinin peyki, yamağı, yaranı, dostu olur. Deli Kadı diye anılır. Daha sonra o da olur “Aziz Mahmut Hüdayi.“
"Ehli dünya dünyada
Ehli ukba ukbada
Her biri bir sevdada
Bana Allah’ım gerek" der.
Bediüzzaman “der tarik-i nakş-i bendi lazım amed çarı terk, terki dünya, terki ukba, terki hesti, terki terk” der.
En büyük hastalık dünyevileşmek, menfaatperest olmak. Bunlarla bir şeyler olunur, ama voltajı düşük bir lamba gibi yaşanıp gidilir.
Risale Haber'de Hekimoğlu İsmail'in yazarlık hayatının satır başları yayınlanır. Kitap olmayan bir evden yazar olarak çıkmıştır, Allah’ın sevki ile, yönlendirmesi ile. İstemiş ama ciddi istemiş önüne kapılar açılmış. Hugo’nun Sefiller romanı, Zola onda yazmak ve romancı olmak istidadını harekete geçirirler. İşte bizim yazar olmak isteğimiz güzel ama yazmak yok özellikle okumak ve hahiş, batılı terimle patos yok. Kitap rafta, insan yatakta bu kadar uzak bir dostluktan yazar doğmaz. Çoluk, çocuk, ceket, kocuk başka ne olsun. Minyeli Abdullah’ı Hekimoğlu İsmail diye yazar, asıl ismini kullansa beş yıl hapsi boylayacağını söyler. Ben o zaman lisede öğrenci idim, kitap Türkiye‘yi çarpmıştı, ticaret lisesinin salonlarında aşağı yukarı okudum kitabı. O gün evden kaçmış, kömür sobalı bir evde birkaç yaran ile üftade olmuştum. Huzur sokağını da o yıllarda okudum ama o günkü hislerim bir dava adamının bir genç kızın potasında erimesine rahatsız oldu ama başkaları da ondan etkilendi. Hekimoğlu, Şule Yüksel, edebiyat mahşerinin kadim iki atlısı. Bir de Yavuz Bahadıroğlu. Onun Şirpençe ve Buhara Yanıyor’unu okudum. Bahadıroğlu, kitap fuarında bizim Ahmet Kutsi beş yaşında Bahadıroğlu'nu görmüş “Baba bu adam padişahlarımıza benziyor” diyor. Dedim "oğlum padişahlardan bize bir o kaldı.” Ölünce onların vakanüvisti olarak kalkacak, inşallah, ama Üstad bırakırsa tabii. “Onlardan sonra onlar kadar etkileyici kimseler gelmedi, yazarlar geldi ama sıcağı yok, çilesi yok. O günlerin tadı başka idi, itilmiş, kakılmış, kovulmuş, anlaşılamamışlık ama bizi Allah anlasın yeter demek ne güzel şeydi. Necip Fazıl gibi, " Beni Allah tutmuş kim eder azad" diyorduk.
Sayın Ömer Okçu, hedefini bulmuş, yazar olmuş. Ruhların hekimi olmuş. Kitap kataloglarını takib ediyor hala okuyor. Bizim kalburüstü tavırlı ve ünvanlı arkadaşlara anlatamadığımız okumak, Bediüzzaman’ı tanımış olmak yeter ama yetmez, bu iş onunla bitmez. Dünyanın cazibesi okuma hevesini engelliyor, hele bir de yazmak söz konusu ise okumak son derece fazla olmalı. Bütün büyük adamlar okumuşlar. Bediüzzaman, okumaları ile Bediüzzaman olmuş, Van hayatını anlatan çok çıkan kitapta Bediüzzaman doksan kitabı okur. Anlatır ”Ben bir zaman Tahir Paşa’nın konağında kalırken uzun geceler bana yetmezdi. Her gece bir kitabı hafızamdan tekrarlayarak doksan günde doksan cilt kitabı okurdum. Onları tekrarlaya tekrarlaya Kur’an-ı Kerim’in manası bana açıldı. Kitapları devretmem, Kur’an’a çıkmaya bana basamak oldu.“ (İhsan Atasoy, Molla Hamit Ekinci s. 30) Demek okumak gerekiyor, gerekmenin ötesinde bir gereklilik lazım.
Kataloglardan beğendiği kitapları aldırıp okuyor, en çok felsefe ve sosyoloji ilgisini çekiyor. Her gün en çok risale okuyan adam durmadan başka kitapları da okuyor, okuyor ve yazıyor. Risale-i Nur’a entelektüel muhitlere açmak ancak dışarıdan bakabileceğimiz eserler ile mümkün, bu da kitap iptilası ile olur. Ömer Okçu hala Faust ve Sefiller gibi bir şahaser yazmak ister. Ömrünün sonbaharında hala azmi ve isteği bitmemiş. Bu yazar hem de abid bir insan, “İstanbul’un camilerinden namaz kılmadığım az cami kalmıştır” der. Şu sözü de önemli “Helal dünyanın adamı, haram dünyanın adamlarına bakıp hızını almalı.“ Hekimoğlu, bütün dehalar gibi saf bir adam, bütün dehalar saftır. Dünyevi işleri başaramazlar. Dünya işleri ellerine dolaşır.
Ne kadar azimli? Askerlikten atılırım düşüncesiyle ek bir iş için elektronik cihazları tamiri öğrenir, her zaman atılmaya hazır hale gelir. Ne kadar farklı bir dünya. Hekimoğlu, Bediüzzaman ve Risale-i Nur hayranı ama batıyı da okumuş, romanları okumuş hala okuyor, başarısı hem nurları hem de başka eserleri okumakla olmuş.
Fethullah Gülen Hoca, Erzurum’da Kurşunlu Medreselerinde okurken dersin dışında Balzac’ı okurmuş. Bu da bir ilahi sevk, Balzac’ı bir molla adayı nasıl okur dersen okumuş. Allah onu Balzac gibi dünya nesrinin bir devinin rahlesine oturtmuş. Biz bunu anlayamıyoruz işte ben “Entellektüeller“ diye bir kitabı okurken, bir arkadaşım, böbürlenerek, “ruha bir kemal-i ilmi veriyor mu“ dedi. Onun adına ne kadar üzüldüm. Üstad ”Ecnebilerden alınan ilim sanata, terakkiyata dairse alınır, yoksa alınmaz” diyor. Bizi geri bırakan Bediüzzaman’ı anlamamaktır, onu anlamamak yüzünden geri kalmak ve topluma açılamamaktır. Şu an porfesör olan iki arkadaşım dershaneden başka kitap okudukları için atılmışlar. Ne garip değil mi? Bu gün olmuş hala insanlara, arkadaşlara okumayı telkin edemiyoruz, başka dünyaların insanları onlar. Altı ayda doktor, daha sonra falan filan. Okumak da ne imiş der gibi.
Kendinin kahramanı Minyeli ile kısmen de olsa bütünleştiğini söylüyor. Filme döndürülmesi onu memnun etmiş. Menan Cinleri isimli eserinin sahneye konmasından memnun olmuş. Ömer Okçu yazar ve nur talebesi olmanın en ideal modeli, prototipi. Onun hayatı yazar arkadaşlara örnek olabilir. Bu arada Baudelaire'den bir cümle nakleder. “Çalışmak gerek, şevkle olmasa bile.. Hatta umutsuzluk içinde bile olsak çalışmalıyız. Zira gördüm ki çalışmak eğlenmekten daha az can sıkıyor.“ Sonra Gorki’yi okumuş Ömer Okçu, o bir ateist ama onu da okumuş, ben de onun Ana romanını okumuştum, daha sonra Portrelerini okudum, Lenin’i anlattığı yerde onun idelistliğine hayran oldum. Gorki demişki “Uygun dediğiniz zaman gelmez. Bugün ile o gün arasında fark olmaz. Hemen hareket etmek lazım.” Hekimoğlu, Bodler ve Gorki’ye aferin der. “Aferin Gorki, Aferin Bodler, çalışanlar Allah’ın sevgilisidir” diyen peygamberimize yaklaşmışsınız.“
Üstad da yazma konusunda anlatılamaz bir adam. Elhüccetül Zehra'yı son derece hasta iken yazmış. Meyve, Esma-yı Sitte risaleleri Münacaat hep z or şartlarda yazılmışlar. İşaratül İcaz savaşta yazılmış. Bize en büyük yazma örneği Bediüzzaman.
Hekimoğlu bizim yazma konusunda ağabeyimiz. Onu örnek almalıyız. Yazar olmak isteyen, işi ileri götürmek isteyenler için. Çünkü başarılmış bir örnek var önümüzde. Bir de şunu okuyor bunu okuyor diye ilkel bir şekilde kimseyi suçlamayalım. Hizmeti yürütenler kendilerini işin gereği sınırlasınlar ama herkes, dershanede değil, artık hayat var.