Röportaj: Abdurrahman Iraz-Nurettin Huyut / RisaleHaber
(Röportajın 1. bölümü için TIKLAYINIZ)
İYİ BİR ŞEY YAPMIŞSAK BU BEDİÜZZAMAN VE RİSALE-İ NURUN VERDİĞİ EĞİTİMLE OLMUŞTUR
Biraz da sanayicilik hayatınıza bir göz atalım, fabrika kurduktan sonra sizin bir helikopter projeniz var. Savunma sanayine bir girişiniz var, yani sadece bir giriş mi? Şimdi ben bunu söyleyince okuyucularımızda da merak uyandıracaktır. Siz önce Elimsan diye bir şirket kurdunuz bu şirketten bahseder misiniz?
1980’e kadar sosyal aktiviteler içerisinde bulunduk. Benim bulunduğum yerde Sakarya’da bu söylediğim kurumları kurduk, yani gençlik teşkilatıydı, dergiydi, vakıftı birçok hizmetleri ilkel seviyeden aldık üst seviyeye gelmesi için planlar yaptık, birçok konuda da başarılı olundu. Bunların hepsi Risale-i Nurlar sayesindedir. Biz iyi bir şey yapmışsak bu Bediüzzaman Hazretlerinin ve Risale-i Nurun bize verdiği eğitimle olmuştur.
Gençlik yıllarında -1985 yılında- iki arkadaşımla beraber ülkenin bir konudaki teknolojik boşluğunu doldurmak üzere bir müessese kurduk. Bu kurumun sermayesi sıfır idi fakat bunu yapabilecek, bunu faaliyete geçirecek güven duygusu ise maksimum seviyedeydi. Yani biz davamıza inanmıştık, bir davaya inanarak yola çıktık. Dediğim gibi zahiren kasamızda para yoktu. Fakat imanımız zirvedeydi. İman derken şunu kastediyorum. Bunu Risale Haber okuyucularına da söylemek istiyorum ki, para dediğiniz şey izafi bir kavramdır, yeni tabirle sanaldır, hayaldir. Yani para dediğimiz şey tuttuğunuz kağıttan farksızdır. Ama Merkez bankasının matbaası bu beyaz kağıdın üzerine mührü bastığı vakit TL olarak çıkıyor. Ne değişti? Değişen nedir hiçbir şey… İtibarlı bir insan beyaz kağıdı alır altına bir imza attığı vakit o beyaz kağıt para yerine geçer. İşte para bu demektir. Yani sadece para dolar değildir ben bu işi yapacağım, bu fiyata satacağım, bu kadar para kazanacağım, kazanacağım parada bana açtığın kredi, verdiğin malın karşılığını ödeyeceğim işte kağıda taahütle bir imza ettim mi iş bitmiştir. İşte sermaye budur arkadaşlar.
Biz böyle bir inançla sanayide yola çıktık. Ülkemize hizmet için, niyetimiz halisti, inancımız kuvvetliydi. Allah da bu iman ve inanç ve iyi niyetimize karşı yardım etti. 1980’de başladık, ülkede evvela çok cüz’ i miktarda ürettiğimiz cihazları had safhada ürettik ülkeyi yabancıların kontrolünden kurtardık, 1990’lı yılların başında, kendimiz arazi, binaları alıp tam kapasite ile üretime geçtik, Türkiye’nin dünya çapında ismini duyurduk. Eskiden Türkiye’de bu cihazlar yapılmazken elektronik, mekanik sanayide tamamen yabancıların hakimiyetinde iken Türkiye bu yabancıların hakimiyetinin karşısına geçecek bir yerli firma kurduk.
HELİKOPTER ÜRETMEK İSTEDİK İKAZ ALDIK!
Ne üretiyordunuz?
Orta gerilim ve yüksek gerilim şalt cihazları… Yani büyük santrallerde üretilen enerji nakil hatlarının iletilmesi, şehre dağıtılmasında vazife gören büyük şalterler yapıyorduk, bunlar daha evvelden Avrupa’nın, Japonya’nın, Amerika’nın dışında başka ülkelerin üretmediği cihazlardı. Bunları gelişmiş ülkeler, G7 dediğimiz ülkelerin dışında ilk üreten ülke biz olduk, bu tekeli kırdık. Hem Türkiye’ye, hem dünyaya satar hale getirdik. Bunu da dediğim gibi bir şeyi kanıtlamak, bir şeyi ispat etmek için yaptık. Yani “Nur talebeleri devletine, milletine böyle faydalı işler yapar” dedirtmek için yaptık. Biz devletten bir teşvik almadık. Kredi almadık. Ama yaptığımız işle istihdam meydana getirdik, ülkemizi teknolojik bakımdan esaret zincirlerinden kurtardık. Örnek bir çalışma yaptık.
Bu çalışmayı yaptıktan sonra ikinci bir hamle olarak dedik ki, bu çalışmanın paralelinde, benzerini savunma sanayinde de yapalım, savunma sanayine el attık, ülkenin ihtiyacı olan helikopter konusunu ele aldık. Bu konuda ülkemizin ihtiyacını çözeriz diye devreye girdik. Türkiye o gün, bizim devreye girdiğimiz günlerde batı tarafından, Amerika tarafından ambargoya tabi tutulmuştu. Bu ambargoyu kırmak üzere ve ambargodan bağımsız olacak bir şekilde hareket etmesi için bir helikopterin yapılabileceğini kanıtlamak üzere kolları sıvadık. Alternatif ülkelerden, Rusya’dan, dünyanın en gelişmiş helikopterini, kendilerini ikna ederek Türkiye’ye getirdik, 6 ay elimizde kaldı, Ankara’da, İstanbul’da gösteriler yaptık bu helikopteri Türkiye’de yapabileceğimizi yetkililere ilettik. Fakat Türkiye ağır bir ambargo altında olduğu için bu konuda bize yeşil ışık yakmadı. Hatta yetkililer tarafından, bizi seven ve koruyan yetkililer tarafından bu işi fazla kurcalamamamız hususunda ikaz aldık. O nedenle geri çekildik.
Halbuki o günkü şartlarda o getirdiğimiz helikopterin sivil versiyondan on tanesini satmış olsaydık bu işi başarırdık. Helikopterlerin bakımı ve revizyonu ile alakalı orduda iyi yetişmiş, 40 yaşında emekli olmuş başçavuşlarımız var, değerli subaylarımız var, bu subaylardan bir kadro oluşturup hemen faaliyete geçebilirdik, bunun için hatta temel bile attık törene zamanın Savunma Bakanı Mehmet Gölhan da geldi. Fakat akabinde pazar konusunda bize bir takım olumsuz sinyaller gelince vazgeçtik.
Olumsuz sinyaller geldiğini söylediniz. Birçok insan var, bunları zan altında bırakmamak, okuyucularımızın da merakını gidermek için isim vermeden bildiğiniz şeyleri anlatabilir misiniz?
Şu anda bu konuda bir şey söylemek uygun olmaz. Sadece şunu söyleyebilirim. Devletin üst düzey yetkililerinden bizi sevenler “bu işi fazla kurcalamayın” dediler, “bu işin adresi bellidir, helikopterlerin nereden alınacağı bellidir. Türkiye helikopter ihtiyacını ne şekilde tedarik edecektir o da bellidir, bu değişmez” dediler. “Bunun için alternatif şeyler getirmeyin.” O günden bu güne Türkiye birçok alternatif şeyler denedi, dener, ama planlanmış şekilden ve helikopter tedarik etme konusunda daha önce alınmış kararların dışına çıkmazlar. Başka firmalara da asla gitmezler.
Türkiye’nin açtığı helikopter ihalesine birçok firma girer. Ama şu kadarını söyleyeyim bir Amerikan firmasının ne edeceğini onlar bilirler. Avrupalı firmalar var, diğer firmalar var iştirak etmiyorlar. Niye? Çünkü Türkiye’de oturmuş olan bir zihniyet var. Amerikan helikopterlerinden alma kararı kesindir. Bu değişmez… Sadece bunları sıkıştırmak ve pazarlık yapabilmek için alternatif olarak diğer firmaları gündeme aldıkları aşikardır. Bunu herkes bilir. Bugün böyle yarın ne getireceğini bilemeyiz.
TÜRKİYE’YE HER ŞEY GELİR AMA İLERİ TEKNOLOJİ ŞEYLERİ GELMEZ
Başka tekliflerde bulundular mı size? Mesela “Bu işi yapma da şunu yap” gibi?
Öyle bir teklifte bulunmadılar. Ama biz ülkemize hizmet edelim istedik. Bir boşluğu kapatalım düşüncesi ile dünyanın yönelmiş olduğu teknolojiden birisini ülkemize getirmek için gayret sarf ettik. Ama olmadı. Çünkü hakikaten bu söyleyeceğim şeyler çok mühimdir. Türkiye Cumhuriyeti devleti sınırları itibariyle sanki camdan duvar içinde ambargo vardır. Türkiye’ye her şey gelir ama ileri teknoloji şeyleri gelmez, onlara karşı görünmeyen engeller vardır. Mesela, bunlardan birisi Hidrojen teknolojisidir. Bu teknoloji bütün dünyada hızla gelişir, Türkiye’de bu konuda en ufak bir çalışma olmaz. Yoktur.
Hidrojenden önce siz savunma sanayi ile giriş yaptığınızı söylemiştiniz?
İşte bu helikopter işi o konu ile ilgili.
Helikopter işinden başka şeyler yok mu?
Başka şeyler de var, hepsini gördük. Gördüğümüz gerçek şu ki, savunma sanayi tümüyle yabancı firmaların kontrolünde.
O zaman sizin bu hidrojen aşkınıza gelelim, onu anlatın isterseniz?
Hidrojenle ilgili çok hızlı gelişmeler var, neden hidrojen? Oysa kendisi bizzat enerji kaynağı değildir. Nedeni şu: Çünkü kainatta hidrojen serbest olarak bulunmaz, hidrojeni elde etmek için mutlaka başka bir enerji kaynağınız olacak ki, bu enerjiden hidrojen enerjisi elde edesiniz.
Yani hidrojen oluşturulur...
Ben de onu diyecektim. Hidrojen oluşturulur. Bunu Risale Haber okuyucularının bilmeleri lazım çünkü çok önemlidir. Mesela güneş varken elektrik enerjisi elde ettiniz ama size enerji gece de lazım. Geceleyin de güneş yok ne yapacaksınız? Mesela diyelim ki, rüzgar estiği vakit rüzgar tribününden elektrik elde ediyorsunuz, rüzgar esmediği vakit de elektriğe ihtiyacınız var, ne yapacaksınız? Rüzgar eserken topladığınız enerjiyi, güneş varken topladığınız elektriği, ihtiyacın olduğu vakit kullanmak üzere bir aracı transfere yükleyeceksiniz ki, ihtiyaç olduğunda kullanabilesiniz. İşte hidrojen size bu imkanı sağlar.
Yani, kısacası hidrojen enerji transferinde kullanılır. Yani güneş varken, sudan hidrojen elde edersin, hidrojen depolarsın, rüzgâr varken sudan hidrojen elde edersin, depolarsın, sonra hidrojeni depoladığın tankerleri istediğin yere götürürsün ve istediğin yerde elektrik elde edersin. Dolayısı ile hidrojen böyle bir enerji taşıma aracıdır.
150 seneden beri bu insanlar tarafından bilinen bir teknolojidir. Fakat petrol yakıtlarına alternatif olduğu için, petrol lobileri tarafından adeta bir hücreye hapsedilmiş ve 150 senedir de hücrede hapsedilmiş olarak kalmıştır. Bu gelişmeden insanlığı mahrum etmişler ne zaman ki uzay çalışmaları başladı, uzay kapsüllerinde, dar bir alanda elektrik elde etmek ihtiyacı doğdu işte o zaman buna fırsat verdiler.
Uzay araçlarıyla gelişen bu hidrojen teknolojisi 20 yıl önce ticari olarak serbest bırakıldı. Serbest bırakılınca hızla yayıldı. Hidrojenle çalışan otobüslerden, gemilerden tutun motorsikletler ve bisikletlere kadar, kameralara varıncaya kadar en ufacık cep telefonlarına varıncaya kadar hidrojenle çalışan araçlar yapıldı. Hidrojen bu kadar geniş kullanım alanı olan bir şeydir.
Hidrojen teknolojisi bu nedenle bütün dünyada hızla yayıldı. Ama biz on sene evvel bu hidrojenle tanıştık. Ondan evvel Türkiye’de bu konu ile ilgili hiçbir çalışma yoktu, hiç bir bilgi yoktu. Allah’ın bir hikmeti dünyada tüm hidrojen çalışmalarının toplandığı bir merkez vardır, bu merkezin başında da bir Türk vardır. Biz tevafukken bu Türkün ismini bir broşürde görünce bu zatla internet üzerinden irtibat kurduk, bu zatı Türkiye’ye davet ettik. Türkiye’ye geldi bir konferans tertip ettik bir kereye mahsus, baktık ilgi görüyor, ikinci defa çağırdık, üçüncü defa çağırdık uluslar arası Hidrojen kongresi tertip ettik… Böyle peş peşe 5 tane kongre yaptık Türk halkı da bu teknolojilere alışsın diye.
1980 yılında, ülkemize, milletimize hizmet etmek için kendi kurduğumuz müessese ile bunu yaptık, kendi finansman kaynaklarımızı kullanarak yaptık, yani biz devlete böyle yardımcı olduk. Devletin birçok çalışanı vardır ama hepsi ücretlidirler devleti korurlar Devletten maaş alarak, bugün devlet maaşını ödeyemeyecek duruma girse devletin birçok kurumu görevini yapamaz.
TÜRKİYE’YE İLK DEFA HİDROJENDEN ÇALIŞAN ARABAYI GETİRDİK
Nitekim öyle oluyor. Beyin göçü dediğimiz şey bu değil mi? Devlet onlara istedikleri maaşı vermediği için dünyanın başka ülkelerine gidiyorlar, oralarda çalışıyorlar.
İşte durup burada düşünmek lazım... Bunu ben kendi ismim olarak söylemek istemiyorum, ismimin üzerine bir çizgi çekiyorum, ismimi benim bir tarafa koyun, Bediüzzaman’ın yetişen talebeleri kendi kazandığını devlete verir, kendi emeğini devlete verir karşılığında da bir şey beklemez, beni vali yap, beni milletvekili yap, beni bakan yap böyle bir şey olamaz.
Dolayısı ile biz demin 1980 yılında kurduğumuz müesseseden kazandığımız paralardan bir milyon dolardan fazla parayı Türk İnsanının hidrojen çağına hazırlamak için harcadık. Ben bunları yaparken kendim kiralık evde oturdum altımda arabamda yoktu, şirketin arabasıyla yürütmüş olduk. Ben bunu Türkiye halkının Hidrojen çağına erişmesi için yaptım. O zaman bundan altı sene evvel Türkiye’ye ilk defa Hidrojenden çalışan elektrikle çalışan elektrikli arabayı getirdik İstanbul Spor Sergi sarayında teşhir ettik sayın bakanım da geldi, Hilmi Güler Enerji Bakanıydı. Arabayı kullandı İstanbul Belediye Başkanı arabayı kullandı ben kullandım ilk defa elektrikle çalışan arabayı biz getirttik, Türkiye halkına tanıştırdık. Ama bütün bu yaptığımız şeyler sadece bizim gayretlerimizle oluyor. Burada önemli bir husus var buna dikkat edin tekrar söylüyorum benim burada ne ismim mühim, ne de şirketimin ismi mühim, ama biz Risale-i Nurdan okuduğumuz hakikatlerle milletimize faydalı olmayı bir vazife bildik.
Dersimizde Bediüzzaman Hazretleri vardı. Bakın dikkat edin şimdi Ergenekon davasıyla gündeme gelen Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği var. Bunun okuttuğu talebelere hangi şirketler burs veriyor. Bütün yabancı şirketler, devlete karşı çıkacak insanlara burs veren derneğe yardım ediyorlar. Ama o zaman bizim bu yaptığımız kongrelere sponsor olarak davet ettiğimiz hiçbir yabancı şirketten beş kuruş sponsor parası gelmedi. Yani demin verdiğim örnek gibi Türkiye’nin etrafı böyle görülmeyen cam duvarlarla kaplı, ileri teknolojinin gelmesine engel olan surlarla, duvarlarla örülü.
Dolayısı ile Türkiye’de Türk insanının ileri teknolojiye kavuşmaması için yabancı şirketler elinden gelen gayreti gösteriyorlar. İşte bu surları delmek bu görünmeyen duvarları yıkmak bu eserleri okuyan Nur Talebelerinin işidir. Yani bunun böyle olması gerektiğini Bediüzzaman Hazretleri ders veriyor. Bu iş fiili hareketle, siyasi gerginlikle olmaz bunlar, yani bu tarz hareket, tekrar tekrar söylüyorum müsbet hareket, devleti ve milleti düşünmek ve beraber kalkınmayı, kendi kazandığını, devleti ve milleti hesabına kullanmayı bize Bediüzzaman Hazretleri ders vermiştir.
Bakın bu felsefeye karşı ikinci bir felsefe vardır Türkiye’de. Türkiye’de birçok iş adamları vardır, holdingler vardır bunların amacı, “halkım cahil kalsın fakat ben zengin olayım,” prensibini esas alır. Yani zenginliğini halkının cahilliğinden kaynaklandığına sevinen ve inanan bir felsefe bir anlayış var. Düşünebiliyor musunuz holdingler var Türkiye’de dev holdingler. Amerikan sigara firmalarına ortak olmuşlar, Türkiye’de sigara fabrikaları üretmişler, yani Türkiye’de sigara üretiyor adam benim gençlerden ne kadar çok adam sigara içerse ne kadar sağlığını bozarsa benim zenginliğim o kadar artacaktır. Yani onlar halkın sıhhatiyle, cahilliğinin üzerine basarak zengin olurken Bediüzzaman Hazretleri de kendi talebelerine ülkesinin kalkınması, zengin olması para kazanmasını öğütlüyor. O kazandığı parayla ülkenin, milletin istifade etmesini sağlayacak dersi veriyor. Yani bizim Risale-i Nurdan aldığımız ders budur. Ülkemize milletimize hizmet etmeyi bu şekilde öğrendik.
"İLK DEFA RİSALEHABER’E SÖYLÜYORUM"
Bu hidrojen olayı neden bitti? Nasıl inkitaa uğradı?
Şimdi bu şey bitmez bu tip yapılan çalışmalarda aynı şey demin az evvel söylediğim şey geçerli, helikopter projesinde nasıl bir ikaz geldi fazla karıştırmayın diye Hidrojen konusunda da öyle. Destek ve himaye olmadan bunlar tek taraflı olmaz. Şimdiye kadar bir milyon dolar sarfettim ikinci bir milyon dolar sarfedecek gücüm yok ki. Buna artık devletin sahip çıkması lazım. Kaldı ki devleti yöneten siyasi kadrolar siyasi problemleri çözmekten bu tip meselelere eğilmeğe fırsat bulamıyorlar. Mesela bizim uluslar arası hidrojen kongresini Lütfü Kırdar Salonunda yaptık. O salonu biliyorsunuz İstanbul’un merkezinde, biz orda 1400 yabancı bilim adamını çağırdığımız yerde, Başbakanımız da Cuma namazını kılmak için Dolmahbahçe camisine kadar geldiği halde bizim toplantıya iştirak etmedi. Neden etmedi? O kongrenin olduğunu bilmez ki. Etrafındaki insanlar ona bu konuda bilgi vermeyi uygun görmüyorlar. Siyasi meselelerden dolayı haber vermeyi uygun görmüyorlar. Dolayısıyla onlar bu şeylerde gereken ilgi ve desteği vermedikleri için bu şey beklemeye kaldı. Ama biliyorsunuz Galile dünya dönüyor diye kilise tarafından mahkum edildi. Mahkumiyetinin kaldırılması için tek bir şart vardı. Dediler ki Galile’ye “diyeceksin ki Dünya dönmüyor”, Galile de “Dünya dönmüyor” dedi mahkemeden beraatını aldı ama gitti kapının önünde “siz kabul etseniz de etmeseniz de dünya dönüyor” dedi. Onun gibi şimdi bu söylediğimiz teknolojileri bizim siyasi kadrolar veya devleti yöneten insanlar kabul etmeseler bile Bediüzzaman Hazretlerinin talebeleri ülkenin ve dünyanın geleceğinin bu teknolojide olduğunu görecekler.
Bir de Bediüzzaman Hazretlerinin verdiği bir görev olarak hükümeti, devleti uyandırmak için bu hareketi yaptım, bu gösteriyi yaptım. Dünya şahit ki biz beş tane kongre yaptık, Ankara ve İstanbul’da olmak üzere Uluslararası Hidrojen Kongresi tertip ettik bin dört yüz bilim adamı geldi, bir-iki kişinin organizasyonuyla yapılan şeylerdir. Bunlar kolay hadiseler değildir. Şimdi buna bağlı olarak dünyada gelişmeler var. Bakın ben en son gelişmeleri size söyleyeyim. Dünyadaki Hidrojen gelişmeleri elektrikli araç üretim sektörünü hızla tetikledi, yani hidrojen gelişmesi demek, hidrojenle çalışan araba, elektrikli araba demektir. Bu endüstriyi hızla itti, şimdi dünyada elektrikli araç hususunda hızlı bir çalışma başladı, bu konuşma bir defa sizin o patinajınızı da kamuoyuna açıklamış oluyor. Bunu tüm dünya biliyor. Ama Türkiye de bunu hiçbir yerde, televizyonda gazetede hiçbir yerde göremezsiniz.
İlk defa RisaleHaber’e söylüyorum bunu, mesela dünyada bir çok sektör var, efendim otomobilde Amerika bir numara Japonya iki numara Kore var bir çok yerde, Çin de yeni… Çin ve Hindistan yeni yeni bu konuya girmeye başladılar otomotiv konusuna, mevcut konuştuğum şey petrolle çalışan araba sektörü ama elektrikle çalışan araç konusu olursa onda durum değişiyor. Elektrikli araç, yani hidrojenden üretilen elektrikten çalışan araç konusuna geldiğimiz vakit o zaman durum değişiyor.
İKİ SENE SONRA HER TARAFTA ELEKTRİKLİ ARAÇLARI GÖRECEĞİZ
Nasıl değişiyor?
Bakın nasıl değişiyor. Çin diyor ki “2011 yılına kadar ben ülkemde beş yüz bin tane elektrikli araç yapacağım.” Ekonomist araştırmacılar hesap etmişler Amerika ne kadar araç yapacak, iki yüz altmış yedi bin araç yapacağını ifade etmişler. Yani Amerika’nın iki katı kadar araç üretecekler. Efendim, Japonya, Kore, Malezya ve Hindistan dahil olmak üzere Güney Asya Ülkelerinin de 1,1 milyon araç yapacaklarını belirtiyorlar. Yani toplam elektrikli araç üretenlerin içinde en fazla Çin üretecek. Bir buçuk iki senede hadi iki buçuk sene olsun. Hadi üç olsun. Üç sene sonra elektrikli araç üretiminde Çin “lider olacağım” diyor. Bununla alakalı Türkiye’deki Başbakanın bir bilgisi var mı? Sanayi Bakanlığının bir girişimi var mı? Bakanlıkta herhangi bir çalışma var mı? Bir hazırlık var mı? Ne demek şurada iki sene sonra her tarafta elektrikli araçları göreceğiz, yani petrolle değil de elektrikle çalışan araçları göreceğiz bu sefer her tarafı bunlar saracak. Şimdi bunlarda hızlı bir değişimi beraberinde getirecektir.
Elektrikli araç şu demektir. Petrolle çalışan arabanın motoru var, şanzımanı var vites kutusu var, freni var, debriyajı var, ama elektrikli araçta böyle değil. Elektrikli araçta, akü bataryası, Akü bataryasının yanında hidrojen tankı olabilir elde ettiği elektriği elektrikli aracın tekerleğine koymuşlar dört tane motor, aküden gelen elektrik enerjisini de elektrikle kumanda ediyor, direksiyonun üzerine koyduğu butonlarla idare ediyor. Yani nasıl bir televizyonun kumandasını idare edersin, aracıda direksiyon üzerine konulan tuşlarla idare ediyorsun. Dolayısı ile aracın bir kere motorundan, patlamalı motor, pistonlu motor, grank vs. şarz motorundan bunlardan kurtuluyorsun, vites kutusundan kurtuluyorsun bir mekanik çöplükten elektronik bir cihaza geçiyorsun. Dolayısı ile araba yapımı daha kolay oluyor.
En önemlisi çevre kurtuluyor değil mi?
Çevre evet, bu da çok önemli, bu atılımı niçin yapmak mecburiyetindeyiz diye New York Times araştırma yapmış, ben bu bilgileri adı geçen gazetede okudum, Amerikalı bir gazetenin beyanatı, diyor “iki konuda biz bu şeye geçmek mecburiyetindeyiz”.
Birincisi, nüfusumuz kalabalık olduğu için şehirlerdeki eksoz kirlenmesini önlemiş olacağız. Eğer bu geçişi yapmazsak petrol yakan arabaların eksozundan çıkan havadan halkımız zehirlenecektir.
İkincisi, petrolü kendimiz üretmiyoruz, deniz yoluyla geliyor. Deniz yoları da Amerika tarafından kontrol ediliyor. Bu durum bizim için tehlike addederek elektrikli araçlara geçmek mecburiyetindeyiz diyor.
HİDROJEN DEVRİMİ
Yani Hidrojen enerjisine dönüş sanayinin istikbali mi oluyor?
Devrim oluyor devrim, hidrojen devrimi. Petrolün yakıt olarak kullanımından kurtulmuş olunuyor. Mesela şimdi internete girdiğinizde elektrikli araç konusunda Çin’de kaç tane firma var çalışan biliyor musunuz? Ben baktım bin üç yüz tane firma var. Elektrikli araç yapmak için çalışan, yani düşünebiliyor musunuz? Bir milyar üç yüz milyon nüfuslu, idaresi oldukça zor bir ülkede bu kadar hızlı atılımlar yapılırken, bizler olayların uzaktan yakından hiçbir şeyinden haberimiz yok. Şimdi mesela dikkat edin bir önemli konu daha söyleyeyim. Çinliler elektrikli araç konusu gelişsin diye nasıl bir uygulama yapıyorlar biliyor musunuz? Sen şimdi araba alacaksın, eğer petrolle çalışan değil de elektrikli araba alırsan hükümet sana araç başına 8800 dolar yardım yapıyor. Araç başına. Şimdi bu kadar desteği, ne Amerika, ne İngiltere, ne Almanya veriyor. Hiç bir ülke vermez. O nedenle bu kadar aşırı teşvikin neticesinde elektrikli araç çok hızlı gelişiyor ve “Dünyanın lideri olacağım” diyor ve Çin bu başarıyı sağlarsa öbür petrole dayalı araçların bu sektörün sonunun da geldiği anlaşılır.
Şimdi en basitinden Türkiye şu konuda şöyle bir araştırma yapması lazım, Türkiye, otomobil fabrikası kurma aşamasını yaşıyor, bu fabrikalar Türkiye’de büyük yatırımlarla kurulacak bu fabrikalar daha inşaat safhasında iken belki demode olması söz konusu olabilir. Bu anlattığım gazetede okuduğum haberdir. New York Times’ta okuduğum haber. Aynı zamanda da The Time dergisinde de var aynı haber. Bunlar belki hayal de olabilir ama bunların araştırılması lazım. Yani açıkçası bunun hayali bile korkunç. Yani otomotiv fabrikası deyince bir fabrikayı beş bin çalışanı göze almak bunun yan sanayisi ile işte bujisinden tutunda efendim camına varıncaya kadar bir çok yan sanayisiyle beraber beş yüz bin insan çalışıyor sektörde bunlar tamamen devre dışı kalacak.
(Devam edecek)