Peygamberimiz (s.a.v) buyurdu ki:
“Allah, müminlerin Kostantiniyye ve Romayı tesbih ve tekbirlerle fethini nasip etmedikçe kıyamet kopmaz.” (Ali el-Müttaki, Kenzül Ummal, c, 14, s, 250, hadis no, 38601.)
Peygamberimize -Kostantiniyye mi yoksa Roma mı- iki şehirden en önce hangisi fethedilecek diye soruldu. Peygamberimiz “Önce Herakliyus’un şehri (Kostantiniyye) fethedilecek” dedi. (Müsned-i Ahmed, c, 2, s, 176)
Hicretin beşinci yılında Kureyş müşrikleri toparladıkları 10 bin kişilik bir ordu ile Medine üzerine yürüdüler. Bunu haber alan Peygamberimiz (s.a.v) sahabeleriyle istişare yaptı ve bu istişarede Medine girişine hendekler kazarak müdafaa savaşı yapma kararı alındı. Daha sonra herkese kazacağı yer gösterilerek hummalı bir faaliyet başladı. Hendek kazma esnasında bir yerde büyükçe bir kaya çıktı. Sahabeler bu kayayı kıramadıkları için peygamberimize haber verdiler. Peygamberimiz (s.a.v) hendeğe indi, eline aldığı balyozu kayaya vurunca şimşek gibi bir parıltı çıktı ve Peygamberimiz “Allahu Ekber” dedi. İkinci ve üçüncü vuruşlarda da aynı olay vuku buldu ve her defasında Peygamberimiz “Allahu Ekber” dedi.
Sahabeler taşa vurma esnasındaki parıltı ve Peygamberimizin “Allahu Ekber” demesinin hikmetini sorduklarında, Peygamberimiz birinci darbe esnasında Allah’ın kendisine Kisrâ'nın şehir ve saraylarını gösterdiğini, ikinci darbede Rum ülkesinin kızıl köşklerini, saraylarını gösterdiğini, üçüncü darbe esnasında San'a diyarının köşklerini, saraylarını gösterdiğini ve Cebrailin de, ümmetinin oralara hâkim olacaklarını haber verdiğini söyledi. Daha sonra üç defa “Sevininiz ki; ümmetim, yardıma ve zafere nail olacaklardır!” diye müjde verdi. Bu müjdeye sahabeler çok sevindiler. Çünkü peygamberimiz ne dese, o hakikat oluyor, gerçekleşiyordu.
Tabii bu müjdeye sevinmeyenler de vardı. Münafıklar kendi aralarında konuşurken “Biz Kureyşe gücümüz yetmediğinden hendek kazıyoruz. Muhammed ise bize Kisranın saraylarından bahsediyor. Heyhat bunlar olmayacak şeyler.” Diyorlardı. Kur’ân onların bu sözlerini "Münafıklar ve kalplerinde hastalık olanlar: Allah ve Rasûlü bize sâdece kuru vaadlerde bulundular, diyorlardı." (Ahzâb Sûresi, 12) ayetiyle bildirmiştir.
O günün şartlarında duruma bakıldığında münafıkların gerçekçi (realist) bir bakış açısıyla, Müslümanların ise ütopik, hayalci bir bakış açısıyla konuya yaklaştıkları söylenebilir. Çünkü Müslümanlar o dönemde üç bin kişi idiler ve 10 bin kişilik düşman ordusuna karşı çıkamadıkları için hendek kazmak mecburiyetinde kalmışlardı. Hâlbuki İran, Bizans, Yemen o günün süper devletleriydi. Kureyş’e karşı çıkamayanların bu ülkelere karşı çıkması, onları fethetmesi pek akla, mantığa uyacak bir durum değildi.
Durum böyle olmakla beraber, tarih kimi tasdik etmiştir? Ütopik düşünen Müslümanları mı, yoksa gerçekçi (realist) münafıkları mı?
Hepimizin bildiği gibi peygamberimizin verdiği haber çok fazla değil 15 yıl içinde Hz. Ömer (r.a) devrinde gerçekleşti. Müslümanlar Bizans’ın büyük bir bölümünü, Mısır, Suriye, Irak, İran ve Yemen’i fethettiler. (Bir yüzyıl sonra ise Müslümanlar Afganistan ve Hindistan’dan, İspanya’ya kadar büyük bir coğrafyaya hâkim olmuşlardı. İspanya’nın fethi yalnızca 4 yıl sürmüştü. Müslümanlar bu geniş coğrafyada dünya tarihinin en büyük kültür ve medeniyetini inşa ettiler.)
Sahabelerden Selman-ı Fârisî peygamberimizin haber verdiği fetihler için “Ben bütün bunların vuku bulduğunu gördüm" demiştir. Sahabelerden Ebu Hureyre de "Bu fetihler, sizin için birer başlangıçtır! Ebu Hureyre'nin varlığı kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki; fethedeceğiniz veya Kıyamete kadar fetholunacak hiçbir şehir yoktur ki, şânı yüce olan Allah onların anahtarlarını Muhammed Aleyhisselam’a önceden vermiş olmasın!" demiştir.
***
Allah’ın ve onun Peygamberinin ümmet-i Muhammed’e haber verdiği fetihler yalnızca sahabe dönemiyle sınırlı değildir. Bazı âyet ve hadislerde kıyamet kopmadan önce İslâm’ın bütün dünyaya yayılacağı ve hâkim olacağı haber verilmiştir. Örneğin Kur’ân’da şöyle buyrulur “Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderen O'dur. Şahit olarak Allah yeter.” (Fetih, 28).
Âyette zikredilen “İslâm’ın bütün dinlerden üstün olması”nı bazı âlimler İsa (a.s) geldiğinde bütün dinlerin yok olup, yalnızca din olarak İslâm’ın kalacağı ve bütün milletlerin İslâm’a gireceği şeklinde tefsir etmişlerdir. (İbn Cerir et-Taberi, Camiü’l-Beyan, c, 14, s, 215). Nitekim bu konuda peygamberimiz (s.a.v) de “Bu iş gece ve gündüzün ulaştığı her yere (bütün dünyaya) ulaşacak. Allah azizin izzeti veya zelilin zilleti ile bu dini girdirmediği şehirdeki veya köydeki bir ev bırakmayacaktır. Öyle bir izzet ki Allah onunla İslâm'ı aziz kılacak; öyle bir zillet ki Allah bununla küfrü zelîl kılacaktır.” (Müsned-i Ahmed b. hanbel, c, 4, s, 103)
Peygamberimiz İslâm’ın bu yayılışının İsa (as) zamanında olacağını şöyle ifade etmiştir: “(İsa geldiğinde) insanları İslâm’a davet edecek, onun zamanında Allah İslâm haricindeki bütün dinleri kaldıracak. Allah onun zamanında Mesih Deccalı helak edecek. Yeryüzüne sulh ve selamet yerleşecek. Hatta öyle ki aslan develerle, kaplan ineklerle, kurtlar koyunlarla otlayacakta onlara dokunmayacak. Çocuklar yılanlarla oynayacak, yılanlar onlara zarar vermeyecek.” (Müsned-i Ahmed b. hanbel, c, 2, s, 406).
Aynı zamanda Müslümanlar, Yahudilerle savaşacaklar ve onları yenecekler. Peygamberimiz bu konuda şöyle buyurmuştur: “Müslümanlarla yahudiler harp etmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Müslümanlar onları öldürecekler. Hattâ yahûdi taşın ve ağacın arkasına saklanacak, taş veya ağaç: Ey müslüman, ey Allah'ın kulu, şu arkamdaki yahûdidir. Hemen gel de onu öldür! diyecektir. Yalnız Garkad müstesna! Çünkü o yahûdilerin ağaçlarındandır.” (Müslim, fiten, 82- (2922))
İsa (a.s) geldiğinde mal bollaşacak. Aynı zamanda insanlar kanaatkâr olacaklar. Bu konuda peygamberimiz şöyle buyurmuştur. “Sonra yere “mahsulünü bitir, bereketini tekrar getir!” denilecek. İşte o gün bir cemaat nar yiyecek ve onun kabuğu altında gölgelenecek. Süte bereket verilecek hatta yeni doğurmuş bir deve sütü kalabalık bir insan gurubuna yetecek. Yeni doğurmuş bir sığır insanlardan bir kabileye yetecek. Yeni doğurmuş bir koyun akrabadan bir oymağa kâfi gelecektir. (Müslim, fiten, 110- (2937))
“Mal çoğalıp taşmadıkça kıyamet kopmaz. Hatta adam zekâtını alıp evinden çıkar, fakat onu kabul edecek kimse bulamaz.” (Müslim, Kitabu’z-Zekât, bab, 18, hadis no: 157.)
***
Günümüzde bütün dünya kâfirleri ve münafıkları topyekûn İslâm’a ve Müslümanlara savaş açmış durumdalar. Müslümanlar olarak zor zamanları yaşıyoruz. Fakat Allah’ın vaadinin ve onun peygamberinin vermiş olduğu müjdelerin tahakkuk edeceğine de inanıyoruz. Ümidimizi hâlâ kaybetmedik. Ne zaman olur bilmiyoruz. Geç mi olur, erken mi olur bilmiyoruz. Bildiğimiz ve inandığımız bir şey var ki o da; Âlem-i İslâm’ın gecesi sabaha, kışı bahara dönecektir. Çünkü Allah “Allah'ın nûrunu ağızlarıyla (üfleyip) söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah nûrunu tamamlamaktan asla vazgeçmez. O (Allah), müşrikler hoşlanmasalar da (kendi) dinini bütün dinlere üstün kılmak için Resûlünü hidayet ve Hak Din ile gönderendir.” (Tevbe, 32-33) buyurmuştur.
Amerika’nın, Rusya’nın, Çin’in ve sair kâfirlerin ekonomik ve askeri gücünü, Dünya şartlarını bizden daha iyi bilen realist düşünürler varsın bizim bu inancımızı tenkit etsinler. Varsın ütopik ve hayalci olduğumuz için bizimle alay etsinler. Varsın bazı ükela ve terbiyesizler (veya kâfirlerin maşası mı desek), hadisleri, İsa (a.s)’ı ve Mehdiyi inkâr ederek Müslümanların ümidini kırmaya çalışsınlar. Varsın onlar münafıklar gibi "Allah ve Rasûlü size sâdece kuru vaadlerde bulundu" (Ahzâb Sûresi, 12) desinler.
Biz onlara şairin şu güzel sözünü söyleyelim:
Takdir-i Hüdâ kuvve-i pâzû ile dönmez,
Bir şem'a ki Mevlâ yaka, üflemekle sönmez!
Ve yine diyelim ki:
“Adını
“Bir gün fazla yaşamak” koyduk
Düşmana inat “Bir gün fazla yaşamak.”