Bir nefeslik zaman dilimidir hayat.Dün elimizden çıkıp gitmiştir.Ne yaparsak yapalım boş.Servetler harcayalım geri gelmez.Hatır gönül de işlemez ‘dün’ü geri getirmek için.
Yarın ise mechûl…Çıkıp çıkmayacağımız bizce malum değil.Erişip erişmeyeceğimizin garantisi yok.
O halde ömür dediğimiz şeyin tek gerçeği o an…içinde yaşadığımız bir nefeslik zaman… Varlığımız,irademiz,gücümüz sadece o ana hükmedebiliyor.
Hesaplarımız ister küçük olsun,ister büyük bir gün önümüze gelebilir diye düşünmek lazım.Bir anlık gaflet belki çıkar kaygısı,belki nefsani güdüler ile aldığımız kararlar,gün gelir karşımıza aşılması imkansız bir duvar,telafisi mümkün olmayan kayıp olarak çıkabilir.
O halde plan yaparken de hayrı,hasenatı,güzeli,doğruyu yapmak lazım.Şeytani olanlardan uzak kalmak,her şeyden önce bizim yararımıza olur. Söylediklerimiz ve yaptıklarımız gün gelir bir tokat gibi bizi sarsabilir.
Meşhur sözdür:’Bir fincan kahve ‘ misali…
Ne hatırları yad ettirir.Nice simaları unutturmaz.Türlü anıları taze tutar.
Hiçbir şey olmasa bile,insan olan insan bir fincan kahve hatırına vefalı olabilmeli diye düşünenlerdenim.Değil mi ki,acıyı,tatlıyı,varlığı yokluğu,ezayı sefayı paylaşmış olalım.Değil mi ki,hayallerimize,umutlarımıza aynı pencereden bakmış olalım…Değil mi ki heyecanlarımız,yürek çırpıntılarımızın çıkış noktası aynı olsun…
Bedre’de atılan tohumların yeşermesi dileği ortak noktamız değil miydi?
Dört tarafı duvarlarla çevrili tecridlerde, Yusufvari bekleyişler in tadını,teslimiyet içinde beraber tatmamış mıydık?
İlk beraat,ilk teksir,ilk neşir,ilk radyo ve TV proğramı,ilk konferans,ilk çeviri, ilk… ilk… ilk… müjdeleriyle gözlerimizden kardeş yaşlarını akıtmadık mı?
Nur postalarını beklerken,gaz lambası ışığında yazarken,kibrit kutuları içinde ulaştırılan hakikatleri özlerken,bıyığından,akik yüzüğünden tanıdığımız simalara selam verirken ,’biz’ olmanın,’biz’den olmanın gururunu yaşamadık mı?
Doğudan batıya,güneyden kuzeye,ırkı,dili,memleketi,kültürü,sosyal statüsü,ekonomik düzeyi,ilmi ve mesleki kariyerine bakmaksızın birbirimizi kucaklamadık mı?
Kabiliyeti, şevki, heyecanı, direnci, sabrı, fedakarlığı, aciziyeti, takvası, cesareti, vefası, hizmeti hatırına birbirimizi sahiplenmedik mi?
Dost,kardeş,talebe,hadim olmak basamaklarını beraber çıkmak değilmiydi gayemiz?
Peki….
Ne oldu da kimi zaman bunları unutur olduk.
Bir nefeslik ömür gerçeği ortadan kalktı da,bu dünyada ebedi kalacağımızı mı zanneder olduk.
Bu gün başkalarına acımasızca uyguladığımız ‘bed’ kararların,gün gelir de bizim canımızı acıtacağını hiç mi düşünmedik?
Paylaşamadığımız neydi?
Meşrep veya fikir ihtilafıyla aramıza soğukluk vermek isteyenlerin tuzağına bu kadar kolay düşmek ahdimizde var mıydı?
Metin talebeleri,usandırmakla sarsmak,hassas olan kardeşlerimizi incitmek, tahammülsüzleri evhamlandırmak,Kur’an hizmetinde var olmaya çabalayanların şevkini kırmak,bizi birbirimize küstürmek isteyenlerin ekmeğine yağ sürmek….İşte tüm bunlar Üstadımıza verdiğimiz sözde yoktu…
Dost olmak için yola çıkmıştık…dost kalmak…dost olarak ölmek için yaşıyorduk oysa…
Hep dost kalmak umudu değilmiydi bizi biz yapan…
Aranızdaki fedakarane kardeşlik ,samimi muhabbet sarsılmasın diyen ‘Zamanın Güzeline’ nasıl ters düşebiliriz?
Çok değil,’bir zerre ‘ kadar bile olsa,bize zarar verir…demesine rağmen….’Bizler birbirimize luzum olsa,ruhumuzu feda etmeye’ sözünün rağmına…hala nasıl küs kalabiliriz…halâ görüşmeyiz…halâ birbirimizi dışlayabilir,yok sayabiliriz…
Bir nefeslik ego için değer mi?
Bir anlık şer rüzgarıyla,ebedi hayatı riske etmenin izahı da yok.
Daha fazlasını yazmaya cesaretim de…Daha tehlikeli sözleri burada dillendirmeye annece hissiyatım müsaade etmiyor…
‘Habbeyi kubbe yapmayın’ diyerek,bu konunun hassasiyetini ve hallini hizmette var olanların ‘FERASETİNE’ bırakan aziz Zatın vasiyetine aykırı davrananlardan davacı olmak hakkımı saklı tutarak teklifimi yineliyorum:
‘Hep dost kalmak’ üzerine bir kez daha düşünsek mi?...