O bir gençti. Türkçeyi sonradan öğrendi. Arapçayı sonradan söktü. Resmi bir eğitimi yoktu. Bütün sevdasıyla Emirdağ’a gitmişti. O Üstadıyla beraberdi.
Bütün hayatı boyunca informel dezavantajlarına, elinde olmayan bütün teknik ve fırsatsızlıklarına rağmen 24 saat, zihnen, ruhen, hayalen üstadıyla beraber yaşadı.
Şimdi 27 Aralık 2014, saat 12.00. Şanlıurfa’da şu an öğle namazı çıkış bile mahşerin vicdanına tercümanlık edecek, dolu bir camii ve cemaat var.
Badıllı Ağabey’in, Mutasavvıf ve Mütefekkir Kadiri hulefasından Dede Osman-ı Avni Veli Hazretleri’nin bulunduğu makama Bakanlar Kurulu özel izin ve kararnamesi ile ikindi namazı defnedileceği kabrin hazırlıkları yapılıyor.
Badıllı Ağabey’in kabri, Üstad’ın kabrini Dergâh Camiisi’nin çaprazında görüyor. O hayatında Üstadı ile hep beraberdi. Kabrinde bile yine beraber.
Şair Ekrem Kılıç’ın ifadesiyle: “İbrâhîm Nebî’nin doğduğu makam, bakmaktaydı O’nun merkadine tam...”
İbrahimi makamda bütün hayatı tevhid için, imanı tahkiki için ve her türlü putla mücadeleyle gitmiş bir Bediüzzamna’ın, kendisine sığındığı İbrahim makamında ve Hz. İbrahim’in dostluğundaki haliliyesi ile talebesi olan Badıllı Ağabey’in beraberliği ve Hz. İbrahim’in ruhaniyetindeki tasarrufları gibi ayrı bir manayı barındırıyor.
Badıllı Ağabey, bundan iki ay önce de Mesnevi-i Nuriye’nin Arapça işaretleri ile birlikte basılması için son tashihlerini Gazi Tıp Fakültesi Hastanesi koğuşunda, ameliyat sonrası da dershanede yapıyordu.
Üstad yıllar önce Ankara’da Mesnevi-i Nuriye’yi yazmıştı. Onun işaretli Arapça baskısını ve tashihini yine Ankara’da Badıllı Ağabey hasta yatağında yapıyordu. O yine üstadı ile beraberdi.
62 yılını üstadı ile geçirmiş bir zata, üstada komşu olmak, kabirlerinin bile birbirini görebileceği mekânda ve Hz. İbrahim’in makamında olması ayrı mazhariyet.
Bugün aynı zamanda Nur talebelerinin Ağabeylerine, ailenin büyüklerine gösterdikleri vefanın ayrı bir örneğini görüyoruz.
Sessiz çığlık gibi büyüyen, dünyalık hiçbir şeyleri olmayan ve dünyaya ait olmayan, bütün varlıkları ahrete matuf olan ağabeyler kavramı etrafında kilitlenmiş bu dönemde, ağabeylerin Üstad’tan aldığı mirası taşıdığı bir dönem.
Gariptir ki; 27 Mayıs sonrası o günün devleti ve hükümeti Üstad’ın mezarına bile tahammül edemez iken; 50 yıl sonra bugün devlet ve hükümet tarihin vicdanında özür kabul edilebilecek ve ihlâsın zaferi olarak addedilebilecek şekilde, özel bir yasayla Üstad’ın talebesini aynı mekâna defnediyor.
Kahramanı kabul ettiği Taş Köprülü Sadık Bey asiletinde bey, ağabey olarak şimdilik aramızdan ayrıldın Badıllı Ağabey. Ama seni idrak etmek bizim vicdanımızdır...