"Kalemlerin mürekkebi kurudu ve sayfalar dürüldü. Sen, yakini bir imanla, tam bir rıza ile Allah için çalışmaya muktedir olabilirsen çalış; şayet buna muktedir olamazsan, hoşuna gitmeyen şeyde sabırda çok hayır var." Kütüb-i Sitte, Hadis No: 5836
Sirenleri Taşa Tutun'da okumuştum. Kafka yazdıklarını gösteren bir gence demiş ki: "İçlerinde çok fazla ses ve gürültü var. Çünkü daha çok gençsin." Yaşım ilerledikçe Kafka'yı daha iyi anlıyorum. Yaşım ilerledikçe cümlelerim kısalıyor. Böyle olmasını beklemezdim halbuki. Onlu yaşlarımdayken şöyle olur sanıyordum: İnsan yaşlanır ve cümleleri ağırlaşır. Yükleme gidilmek için daha uzun yollar kullanılır. Daha bir tumtraklı olur ifadeler. Ve/veya sayısı artar. Yahut/veyahut birkaç katıyla çarpılır. İnsan bir noktaya daha muhtaç olmadan bir yazıyı bitirebilir. Hepsini kafasında toplar ve bir anda kusar. Yağmur gibi yağdırır. O kadar güçlüdür yani. Herşeyi bir cümlede söyleyebilecek kadar güçlüdür. Daha çok şeyi beyninde tutabilecek kadar güçlüdür. Bölmeyecek ve bölünmeyecek kadar güçlüdür. Öyle sanıyordum. Fakat öyle değilmiş. Yorgunluk başka birşey. Yavaşlatan, ama uzatmayan birşey. O yavaşlama içinde kısayolları aratan birşey.
Hareketlerin ağırlığı, tecrübenin safrası, bir bıkkınlık dünyayı değiştirememekten gelen; bunlar yazı diline cümlelerin uzunluğuyla yansımıyormuş. İnsan durgunlaştıkça cümleleri de kısalıyormuş. Yaşadıkça görüyorum. Yaşlandıkça yapıyorum. Lokmaları yutmadan önce daha da küçültüyorum. Daha sık nefes alıyorum koştuğumda. Daha çok mola istiyor bedenim. Daha çok mola istiyor fikrim. Daha az kelimeye ihtiyacım oluyor. Kelimeler zihnime yük. Ellerim küçük. Ben acizim. Farkettim.
Yalnız kaldığım araları daha bir özlüyorum. Suskunluk sevdiriliyor bana. Yalnızlık sevdiriliyor bana. Noktalarla barışığım artık. Daha sık uğruyorlar metinlerime. Böldükçe rahatlıyorum. Aczimin bir delilidir bence bölmelerim. Ve aynı zamanda aslımı da ifade ettiğim için böylece, rahat ederim. Kolay olan uyumlu olandır. Kolay olan fıtratına uygun olandır. Kolay olan daha doğru olandır. Her ne ki bölmeye ve bölünmeye muhtaçtır, belli ki özünde zayıf, sınırlı ve muhtaçtır.
"(...) tecezzî ve tekessürden münezzeh ve müberrâ ve kudreti aczden mukaddes ve bîhemtâ olan Zât-ı Zülcelâl..." Bediüzzaman, hem Cenab-ı Hakkın sıfatlarını tarif ederken, hem de onun bir 'Kûn/Ol!' cümlesi olarak yaratılmışları nazara verirken 'bölünmezlik' vurgusunu sık yapar. "Ferdiyet cilvesi, kâinat yüzünde öyle bir sikke-i vahdet koymuştur ki, kâinatı tecezzî kabul etmez bir küll hükmüne getirmiştir. Bütün kâinata tasarruf edemeyen bir zât, hiçbir cüz'üne hakikî mâlik olamaz."
Bu bölünmezliği bugünlerde biraz daha farklı/zengin anlıyorum. Kendi bölücülüğümdeki aczin soluğu, bu bölünmezliği bir 'sonsuz kudret' delili gibi okutuyor. Ve şirkin en büyük düşmanı da yine bu bölünmezlik ilkesi oluveriyor. Neresini kesip başka bir ilaha vereceksin? Hiçbir parçası diğerinden bağımsız değil ki. Her an bir işte olan Allah, ara vermeye ihtiyacı olmayan Allah, zaten bu yüzden Allah.
Bu cümle ezelden yazılmıştır. Bir hadis-i şerifte ifade buyurulduğu gibi 'mürekkebi kurumuştur.' Bütünlüğü Allah'ın ilmindeki kuşatılmışlığının delilidir. Kıyameti bile virgülüdür Onun, noktası değil. Ebeden devam edecek, hiç bölünmeyecek cümlesinin bir virgülüdür. "Evet, ebedînin sâdık dostu ebedî olacak. Ve bâkinin âyine-i zîşuuru bâki olmak lâzım gelir." Sen bölmekle kuşatıyorsun ve rahatlıyorsun diye Allah (hâşâ) öyle yapmaya mecbur olabilir mi? Sendeki kusur O’na bulaşmaya hak kazanabilir mi?
Kendine bakarken, dilediğince aczine delil bul, ama Allah'ı kayıt altına almaya çalışma. Çünkü empati yapmak, kendini O’nun yerine koymaktır, O’nu anlamak değil. O’nun nasıllığını anlamaksa ya O’na sormak (vahyini dinleyerek) yahut eserine bakmakla (kainatı tefekkür ederek) mümkündür.
Ve arkadaşım; insan bölücüdür, akıl bölücüdür, ben/bencillik bölücüdür. Beşer kendi bölücülüğünün zararlarından Allah'a kaçar sağlam kalabilmek için. Sınırlarından kaçar. İmzası olan kusurdan kaçar. Nefsi en güzel olanımızın (asm), nefsiyle başbaşa kalmama duası, hem de göz açıp kapayıncaya kadar bile, böylesi bir korkudan besleniyor. Biz kendi bölücülüğümüzden tevhidin bütünlüğüne sığınırız. Aklımızın erdiğinden teslimiyete sığınırız. İman yalnız 'olanlara' değil 'olabileceklere' de şifadır. 'Zalim' ve 'cahil' bölücülüğümüzden evreni kurtarmanın başka çaresi yok.