Meallerde beşer, insan ve Âdem kelimelerinin birbiri yerine kullanılması durumunda ortaya çıkabilecek yanlış anlamlandırmaya en güzel örnek aşağıda verilen 3 ayet meâlidir:
“Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık” (İsrâ 70)
“Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık” (Tîn 4)
“O, sudan bir insan yaratıp ondan soy sop ve hısımlık meydana getirendir. Rabbin, her şeye hakkıyla gücü yetendir” (Furkân 54)
Yukarıdaki ayetlerin meâline bakınca “insan; sudan ve en güzel bir biçimde yaratılmış ve şerefli kılınmıştır” demek mümkündür.
Oysa sudan yaratılan beşerdir, en güzel biçimde yaratılan (ahseni takvim) insandır ve şerefli kılınan ise Âdemdir.
“Andolsun, biz âdemoğlunu şerefli kıldık”
“Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık”
“O, sudan bir beşer yaratıp ondan soy sop ve hısımlık meydana getirendir. Rabbin, her şeye hakkıyla gücü yetendir”
Halife olan beşer ve insan değil Âdemdir.
İnsan bu dünyaya “olmak ya da olmamak”; “Âdem veya adem/yok olmak” üzere gelmiştir.
İnsan beşeriyeti itibariyle bir damladır, zerredir, küçük bir tanedir; fakat Âdemiyeti itibariye evrenin en son ve kapsamlı ürünü olduğundan sadece tüm evrene değil evrenle birlikte kendisini de yaratan Hakk’a talip olmakta, O’nu istemektedir.
Maddi varlık olarak küçüklüğü ve değersizliği bir yana manası ile varlıklar âleminin hepsini isteyebilmektedir.
İnsan maddesi itibariyle henüz genişlemeye devam eden evrenin diğer varlıklarla en iç içe olan, en sosyal ve etki/sorumluluğu en fazla olan meyvesidir. Beşer olarak başladığı yolculuğu Âdem olarak tamamlamalıdır. Dünyaya gelişindeki maksat ancak bu şekilde hasıl olur.
Manası itibariyle de tüm evrenin mutlak hâkimi ve yöneticisi olan Allah’ın bütün isimlerine ayna ve en büyük/bütün isimlerini kuşatan ismine mazhar olabilen/erişip-şereflenebilen tek varlıktır.
Aslında bütün varlıklar Allah’ın bir ya da birkaç sıfat ve isminin ortaya çıkışına vesile olmakta, bunun manevi hazzını yaşamaktadır.
İhtiyaç ve arzularının sınırsızlığı ile diğer varlıklara ve Allah’ın sıfat/isimlerine en muhtaç ve bu derecede de kabiliyet ve fırsat ile isim ve sıfatlarla buluşma şerefine nail olacak kadar da yücedir.
Sadece insan Allah’ın tüm sıfat isimlerini idrak ve lezzet imkânına sahiptir.
Kâinat sarayının en saygın misafiri ve bu saraydaki diğer varlıklar üzerinde tasarrufa memur ve yüzer fenler ve binler sanatlarla donatılmış en şaşalı ve sorumluluk sahibi yetkilisidir.
Kendini insan bilen insan ancak kendini iyi okur, fark ettiği isim ve sıfatlarda kendini ve diğer varlıkları tanıyınca Allah’a yakınlaşmış olur.
Her bir canlı ilahi bir saray, küçültülmüş bir evren gibidir.
İnsan ise bağlantıları ve ilgi/merak alanları itibariyle değil kendinin ve insanlığın, dünyanın bile yaratılmadan önceki ve kıyametten sonraki anlarını dahi merak eder, hikmeti üzerine düşünür.
Âdem bütün evrenlerin etrafında döndüğü merkezi evren gibidir.
Evrendeki varlıklar Allah’a “Allah’ım sürekli seni anıyoruz ama seni görmek de istiyoruz, ne yapalım?” diye talepte bulunsalar Yaradan belki de onlara “Beni görmeye dayanamazsınız, o yüzden Âdeme bakın” der, belki de demiştir de diğer varlıklar bu yüzden insana bu derece hayrandır, tâbidir.
Dünyaya gelişle beşeriyet başlamakta, insaniyet ile Allah’a muhatap olunmakta, âdemiyet ile de Yaradanın iltifat ve ikramı sayesinde şereflenilmektedir.
Bu farklılıklar insan üzerine oluşturulan ve birbirinden farklı gözüken açıklama ve teorilerin aslında beşer, insan ve Âdem’i açıklayan ve birbirini tamamlayan gerçekler olduğunun da delili olabilir.
İnsan beşeriyeti itibariyle bilinç/şuur/idrak sahibi bir hayvandır.
Beşeri bir vücuda/bedene sahip olmakla kendimizi Âdem olduk sanmayalım. Nasıl ki elbise ile adam/eşraf olunmuyorsa bedenle de insan olunmaz!
Beşerin insan olması için ahlakın ve insani değerlerin içselleşmesi ve sözün ötesine geçerek tavra/davranışa dönüşmesi gerekir.
İnsanın Âdem olabilmesi için de Yunus Peygamberi (asm) yutan balığın vücudunun cam gibi olarak Yunus’a dışarıyı göstermesi, sevk ve idaresini Yunus’a bırakmasına benzer şekilde Ruha tâbi olması gerekir.
Ruhu hapsetmiş ve değil onun emrine girmek, ona söz hakkı dahi tanımayan bir insanın Âdem olması mümkün değildir.
Ruhunun emrine giren insan ise Allah’ın emrine girmiş olur, çünkü Ruh Allah’ın emrindedir[i].
Beşerin, insanın ve Âdem’in ilmi de farklıdır:
Beşerin ilmi idrakli varlıkların ilmi kadardır. Bedenî taklitlere dayanır.
İnsanın ilmi, her biri bir sanat/meslek sahibi Peygamberlerin zahir ve batın ilimlerinin üst üste konmasıyla oluşur/birikir. Âlimliğe ve Arifliğe kapı açar.
Âdem’in ilmini ise ona doğrudan Allah öğretmiştir. Halifelik (kulların birbirine verdiği ya da birbirinden aldığı değil, Allah’ın kuluna verdiği halifelik) lütfu ile hediyesidir. Her Peygamber Âdemdir de aynı zamanda.
Sözün özü; Her beşer suretli/görünümlü insan olmadığı gibi; her insan da Âdem değildir. “Bilene, görene, bize ne” demeyelim, çalışalım.
Gayret bizden, yardım ve yol açıcılık Allah’tan…
i İsrâ 17:85