Aslında bu yazıyı yazmayacaktım. Fakat Faruk Beşer Hocamız bir ay içinde üç yazı yazınca ve yazının birinin sonuna doğru, Bediüzzaman Hazretlerinin bazı talebelerine gösterilen hürmeti kastederek, yersiz bir şekilde "Böyle zevata gösterilen haddini aşmış saygının, Allah'ın hakkından alınıp onlara verildiğine işaret ediyor değil midir?" cümlesini kullanınca yazmak şart oldu. Veminelgaraib. Değerli ilim, fikir, fıkıh ve de koskocaman "İslam'da Sosyal Güvenlik" doktoralı hocamız, acaba Allah hesabına olan muhabbetin, O'nun muhabbeti adına olduğunu bilmez mi?
Değerli hocamızın, bütün kâinatı yutsa tok olmayacak genişlikte ve âyine-i Samed olan kalbe ait muhabbet sıfatını nerede, nasıl kullanırsak bu muhabbet Allah hesabına olur gibi, "fıkh-ı ekberin" bir konusunu bilememesini anlayamadım. Kendisinin fıkıh konusundaki alışkanlığından olacak ki 'fırka' kelimesini yazılarında, sıkı bir ehl-i sünnet müdafiî ve o çizgiden milim sapmamış koskocaman bir camiayı, dalâlet ehlini hatıra getirecek şekilde kullanan değerli hocamıza, muhabbet bahsini tam kavraması ve Allah dostlarını sevmenin Allah'ı sevmek hesabına olduğunu etraflıca öğrenmesi için, âcizane 32. Söz'de geçen "Muhabbet ihtiyarî değil.... Dost ve ahbablarımı severim. Enbiya ve evliyayı severim... Nasıl bütün bu muhabbetleri Cenab-ı Hakk'ın Zât, Sıfat ve Esmasına verebilirim? Bu ne demektir?" sualinin cevabını derinlemesine okumasını tavsiye ederiz.
Değerli Hocam, biz Bediüzzaman Hazretlerinin yakın talebelerini de sizi de severiz. Bu sevgimiz, onların ve sizlerin Allah'ı ve dinimizi sevmenizden kaynaklanır. Onları ve sizleri sevmemiz, Allah'ı sevmemizi artırır, çoğaltır, büyütür. Yani eksiltmez. Allah'ın hakkından alınarak onlara verilen muhabbet cinsinden değildir bu muhabbet. O dediğiniz muhabbet, mecazî muhabbetlerde olur. Onunla da bizim işimiz olmaz. Sırf bu yanlışınızı bile düzeltmeniz için köşenizin en az üç katı büyüklüğünde bir yazı yazmanız ve bu mesele için Nur talebelerinden ve o zâtların ruhâniyetinden özür dilemeniz gerekir.
Mustafa Özsoy ve Hüsnü Bayramoğlu'nun mezarında Risale okundu diye, bu okumayı başka sonuçlara yol açar korkusuyla eleştiriyor ve bunu bir "fırkacılık" olarak gördüğünüzü yazıyorsunuz hocam. Benim annemin mezarında da okunduğu için üzerime aldım bunu. Öncelikle "Yarısı yalan ve yanlış olan cümle, tümü yanlış olandan daha tehlikelidir." Size yalan söylüyorsunuz demekten ar ederim hocam. Ama mezarda Risale okumanın, yansıttığımız gibi olmadığını söyleyeyim.
Evvelâ bu, nur talebelerinin umumileşmiş bir uygulaması değildir. Ayrıca bu okumalar, denk gelir ve maslahat olursa, ara sıra tefekkür makamında yapıldığını müşahede ettiğimiz, birkaç defa olan bir ders niteliğindedir. Sizin yazınızdan anlaşılan, bu nurcular mezarda Kur'an yerine Risale okuyorlar gibi bir mâna. İşin gerçeği öyle mi peki? Değil. Hem de yüz kere değil. Evet öyle olsaydı haklıydınız. Sizin "falancanın fıkhı" diye yazdığınız bir "fırkacılık" cinsinden olurdu. Yanlış anlamalara ve uygulamalara yol açabilirdi. Ama öyle değil. Diğer cenazelerde ne yapılıyorsa o iki abimizin ve benim annemin mezarında da aynı şeyler yapıldı hocam. Önce Yasin-i Şerif ve diğer mutad sureler okundu, dualar edildi, defin bitti, giden gitti. Kalan ekaliyete ise, bir vaaz ve nasihat makamında ölen kişiye bağışlanmak kastı ile değil, ölümden ders ve ibret almak maksadıyla ölüm hakikatini enfes cümlelerle anlatan bir bahis okundu sadece. Bu ezberden de okunabilirdi.
Ben Erzurumluyum ama kırk seneyi geçti Trabzon'dayım. Trabzon'a geldiğinizde isterseniz beni bir sınavdan geçiriniz, okunan bahisleri ezberden okuyabilirim size. Burada da ezberden okunsaydı sıkıntı olmayacak, bir fırkacılık suçlaması da olmayacaktı herhalde.
Yukarıda dediğimiz gibi, bunun her zaman olan ve umumileşmiş bir yönü de yok. O zaman size zor bir soru sorayım değerli hocam. Ben ya da başka bir hoca, sizin yaptığınız gibi "Ahmet Hocanın Fıkhı", "Süleyman Hocanın Fıkhı" diye yazsa, fırkacılık olur mu? "Olmaz diyorsunuz." kabul ederek, ben de diyorum ki Kur'an okunduktan ve defin bittikten sonra, mezarda ölümü anlatan bir bahsin okunması da fırkacılık olmaz. "Bir başkası da "Mesnevi" ya da İmam-ı Rabbani'nin "Mektubatı"nı ya da "Füsus"u okusa, ne olur?" diye sormuşsunuz. Korkmayınız, hiçbir şey olmaz. Ehl-i sünnet usulüne göre defin yapıldıktan sonra, ölüm hakikatinin mahiyetini hatırlatan parçalar, ara sıra tefekkür makamında her yerde her zaman okunur. Bunu tarihte putperestliğe götüren bir uygulamayla kıyaslamak, antika ve ümit edilmez bir cehalet ve cerbezedir. Bu cerbezeyi yapanların geçmişini ben iyi bilirim. Siz müsterih olunuz. Ayrıca bir başkası da "Nutuk" okursa, endişesini paylaşmışsınız. Sizin de anlaşılan benim gibi dünyadan haberiniz yok herhalde hocam. O okunuyor zaten. Adam babasının mezarına mutad olarak gidip onun sevdiği şiir ve şarkıları okuduktan sonra, sevdiği şaraplardan döküp geliyor.
Hüküm ve ithamlarınız bir gareze bağlı değilse, en hafifiyle eksik bilgiye dayanıyor. Onun için, sizden bir tashih yazısı bekliyoruz. Bu çağrıyı da yazınızın sonunda, "Yanlış yapmaktan Allah'a sığınırız" notunuzdan cesaret alarak yapıyorum hocam.
"Büyük Zâtları Örnek Almak ya da Tüketmek" yazınızda da Bediüzzaman özelinde "Kitaplar ve kişiler üzerinden yeni İslamlar oluşturmayalım" cümlesini ve daha benzer cümleler kurmuşsunuz. Değerli fıkıh hocamız, bu cümleleri yan odanızda ya da az ötedeki odada tarihselcilik adıyla bazı hadsiz laflar üretip yurtdışına kapağı atan ya da deizm durağına kadar kayıp böyle ölen hoca arkadaşlarınız hakkında kursaydınız, size çanta taşımak için yardıma dahi koşardım. Fakat bunu İslam'ı i'lâ ve ibkadan başka bir gayesi olmayan bir câmia için kullanmanız, düpedüz bir fırkacılık olmuş. Hiç yakışık düşmemiş. Siz ne Bediüzzaman'ı ne eserlerini ne de onun takipçilerini tanımışsınız. Onları, adına fıkıh methiyeleri düzdüğünüz kişilerle karıştırıyorsunuz.
Size iyilik olsun diye, kısa bir cümle ile "Said Nursi ve talebeleri "Asr-ı Saadeti diriltmek ve yaşatmak gayretindedir" desek belki anlarsınız. Peki "Asr-ı Saadet'te" sıkıntılar olmadı mı? O pak insanlar arasında bazı ihtilaflar olmadı değil. İşte Nur grupları arasında üzüntüyle karşıladığımız ayrılıklar da sizin ifadenizle bir 'dalâlet ve hıyanet suçlaması' boyutunda olmayan, sadece hizmet-i imaniyeyi, daha iyi şekilde yürütme endişesinden kaynaklanan sürtüşmelerdir. Siz bunu kaydetmeyiniz. Körüklemeseniz yeter. Bu noktada bizim yanımızda yöremizde yeterli şimşekler çakıyor zaten. Fakat hezayandan öteye geçmeyen, eksik bilgi ve merdumgirizlik hastalığından kaynaklanan bu tip sanrılar, sadece sahibinin cehaletini bağlar.
Said Nursi kendisini merkeze almamış. Mutlak görmemiş ki biz onu merkeze alalım ve mutlak görelim. Merkez de mutlak da Kur'an'dır, Şeriat-ı İslamiyedir. Onun eserleri ise, Kur'an ve imana hizmet için, önümüzdeki ve elimizdeki en son ve en şamil ve tesirli programdır. Siz programınızı nasıl çok yoklarsanız, biz de öyleyiz. İşte, yazınızda "Herkes birinin kitabını merkeze alırsa ne olur ümmetin hali?" mealinde yakındığınızı da hatırlıyorum. Ah keşke herkes, Kur'an'ı, imanı anlatan kitapları merkeze alsa hocam. Şu dünyevîliğin son sürat aldığı zamanımızda, kim istemez bunu? Korkmayınız, bunlar fırkacılık olmaz. Müspet yarışı fırkacılık diye anlayıp bazı nâehillerin aşırı hareketlerini bütünleyip hizmet insanlarını görmezden gelmek, en hafifi ile kadirbilmezliktir.
Ayrıca kimseyi sahabeymiş gibi haddini aşmış paye de verilmiyor hocam. Muhbirinizi değiştiriniz, yanlış bilgi vermiş size. Hani değerli Hocanız size "Gençlerin yüzde sekseni Risale ile İslam'ı tanımış" demişti ya. İşte o Risalelerin saha-yı vücuda çıkması, gençlere ve muhtaçlara ulaşması için "vücudunu Mucidine feda eden" insanları, yine Allah'ın dinine hizmet hesabına bir başka sever ve sayarız sadece. Size yandan yardım eden bazıları tenkidi hiç sevmez ve kabul etmez ama o zirve fedakâr insanları icabında şefkatlerine itimaden tenkit eder ve bildiklerimizi de hatırlatırız. Bu kadar hürmeti ve sevgiyi de bizden esirgeme hakkınız da olamaz herhalde. Bunlar, adına fıkıh kitapları yazdığınız zatlara benzemez. Sizin öyle paye vererek sevdiğimizi zannettiğiniz bu insanlar, daha çocukluklarını dahi yaşamadan hapishanenin soğuk yüzü ile tanışmış; "Falaka" hikâyesinde anlatılan hayali falakanın gerçeğini yaşamış, içinde birkaç tane şehriye tanesi olan çorbasına kaşık sallarken ve o çorbada bir tane bulduğunda 'buldum' çığlıklar atarak onunla yetinmiş. Sizin belki bihaber olduğunuz fedakârlıkları yaşamış destan insanlardır. Onlar, yıllarca rutubet kokulu ortamlarda tek başlarına kalmış, o gençlerin hidayeti adına, gençlerin sıkça bulunduğu ortamlara girebilmenin hesaplarını ve uygulamalarını yaparak hizmeti ayakta tutmuşlardır. Azıcık hizmeti ve hürmeti hak etmişlerdir herhalde. Ama bu hürmet asla sizin haddini aştığını zannettiğiniz cinsten değil elbette.
Neyse bu hamur çok su götürür hocam. Ama son olarak ehl-i sünnete muhalif yirmi altı meselesinin rahmetli ve değerli Hocamızın eksik bilgisinden kaynaklandığını, yine onun çok yakın talebesi Ahmet Akgündüz Hoca tarafından ifade edildiği için o bayat iddiayı tekraren dinlendirmek istemiyorum. Çünkü bu konuda güya kitap bile yazmış birilerinin bazı hezeyanlarını okuyunca, bu kadar yanlışlığın düzeltilmesini bile lüzumsuz görüyorum. Fakat son aldığım habere göre bir merdumgiriz, biz nurcuları tehdit etmiş. "Sikke-i Tasdik" kitabını size okumayı salık vererek güya aklınca yeni deliller bulunursa, nice olursunuz mealinde laflar serdetmiş. Bu sözlerin sahibi yakında başka şeyler de iddia ederse, şaşırmam hocam. Çünkü herkes tabiatının icabını yapar.
Evet dostlar, hani bir yazımızda bu ülkede lehte ve aleyhte en çok kendisinden söz ettiren Bediüzzaman Said Nursi'dir demiştim ya. Aynı şeye Nur talebeleri de dahil oldu. Elbette onların da ferden hataları ve eksikleri var. Fakat bu konuda yazanlar, o hatalardan ziyade, eksik bilgiye dayanan hususları uluorta dile getirince bize de bazen şeytan taşlamak düşüyor. Yoksa boynumuzdaki akrebi gösterenlere her zaman minnettarız.
Selam ve dua ile.