Gün boyu ne kadar güzel göz kırpıyordu hayata ve tüm canlılara...Batış noktasına geldiğinde koyu bir kızıllık ve arkasından dünyanın öbür yüzüne çekilerek sakladı yüzünü... Ama gecenin ardından sabahın berrak semasına öyle bir doğdu ki, hayata yeniden taze ve canlı göz kırparak gösterdi kendini...
Önce firak vardı, arkasından visalla yeniden buluştu hayatla. Güneş misali insan hayatına doğan ve zamanı gelince çekilen nice dostluklar, beraberlikler, paylaşımlar son bulacak elbet bir gün. Önemli olan hayata ebediyet ve kalıcılık iksirini katarak ayrılmak...
Güz mevsiminde sararan hazan yapraklarının ardından, baharın neşe dolu yemyeşil yaprakları, firaktan sonra yeniden canlanmanın, hayat bulmanın, visale ermenin en bariz örnekleri değil midir?
Her canlıyı diri ve ayakta tutan Hayyu Kayyûm'un fani varlıklar üzerindeki beka mührünü görmek, bekaya ve Bâkî'ye müteveccih kılmak insan oğlunun elinde olsa gerek.
İnsan kırılgan ve nazik bir varlık. Hayatından kopanların ardından mahzun mahzun bakar iç geçirir. Ama bilmez ki, hiçbir şey fenaya, yokluğa gitmiyor. Fena içinde beka, yokluk içinde varlık, firak içinde visal görünüyor.
Geçirilen saat, dakika ve günlerin keyfiyeten hayatına ne kattığı önemli... Elde edilen tecrübe ve kazanımlar, sonunda ayrılık da olsa, artılarıyla hayat karelerinde yerini alacak ve geleceğin inşasında duvar taşı olarak önemli fonksiyonlar icra edecektir.
Çünkü sen ondan, o senden çok manevî dersler aldınız. Kalbin kırık, gözün yaşlı, ruhun telaşlı olduğu demlerde o hep senin yanındaydı. Şefkatiyle okşadı, tebessümle baktı, bir güneş gibi içini ısıttı. Çocuklar gibi gülüştünüz, saatlerce Kur'ânı anlama ve Tefsiri üzerinde fikir teatisinde bulundunuz. Gerçek sevgiler hiç bir zaman kaybolmaz ki...
Her şey mecrasında akıp ebediyete gitmiyor mu? Önemli olan sevgi demetlerini kurutmamak. Gönülde sakladığınız heyecanı enerjiye çevirip sevgi değirmenlerine hep su taşımak...
Allah için yola çıkanlar, hep kutlu kervanlarla birlikte yürürler. Nefis hesabına yol almak isteyenler, dünyasını da, ahiretini de karartmış olurlar. Kabirleri nurlandıracak olan bir Fatiha ve içten okunan dualardır.
Ne gençlik, ne şöhret, ne para ve ne de makamlar insana yar olmuyor. Yalan ve riya kokan tatlı diller seni aldatmasın. Dışına değil, özüne bak, zahirine değil, mâverasına, arka gündemine dikkat et. Bir bakışta kendini feda etmemelisin. Yalancı bir gülüşün esiri olmamalısın!..Çünkü, kabir kapısında terk edip yalnızlığa mahkum ediyorlar insanı...
Yaşanılanların kemiyeti değil, keyfiyeti çok daha önemli.
Öyle ise, batan güneşlerin ardından yeni hayatların zuhurunu beklemelidir. Sararan yaprakların ardından bir bahar şenliğiyle gönülleri ferahlatan yeni dönemlerin müjde dolu rahmet yağmurlarını beklemek gerek. Hüzün ve şikâyetlerimizi, serzenişlerimizi Allah'a havale etmenin derin tevekkülünü ve teslimiyetini yaşamak kadar insanca ve mü'mince bir bakışı yakaladığımız an, ne keder, ne sitem ve ne de ukde kalır insanın içinde.
Gerçek dost Allah Teâladır. O'nun nurlu Nebisinin rahlesinde ve terbiyesinde yetişenlere refakat etmek, tabi olmak, yollarını izlemek ve tüm samimiyetiyle sevmek, cümle fanilere bedel değil midir?
Asrın Mütefekkiri ne güzel söylemiş: ''Fâniyim, fâni olanı istemem. Âcizim, âciz olanı istemem. Ruhumu Rahman'a teslim eyledim, gayr istemem. İsterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim. Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim. Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatı umumen isterim."
Ümitvâr olmak, hatıralarını ve lezzetini her daim unutmayacağımız kaybettiklerimize bedel, ulaşmak istediğimize vasıl olmanın heyecanıyla yaşamak, yâ Vedûd ismine sığınmak en selametli yol olsa gerek.