İnsan olarak biz iyiliğe mi yoksa kötülüğe mi daha yatkınız?
Bu sorunun cevabını, çok ayrıntılı bir araştırma yapmadan da, olumlu duygularımıza ters düşen bir kusur ya da günahı işlediğimizin ardından pişmanlığa benzer bir acıyı duyduğumuzda bulabiliriz. Günah, öfke ve kin duymak gibi olumsuz davranışlarımızın beyin kimyamızla örtüştüğünü pek söyleyemeyiz. Vicdanı tefessüh etmemiş herkes, işlediği en küçük bir kusurdan bile derecesine göre rahatsızlık duyar. Bu rahatsızlık, yapılan olumsuz hareketin bedelidir aslında; içten içe duyulan hem bedeni ve hem de ruhi bir acıdır, diğer taraftan bir tür itiraftır, yani örtülü özürdür. Bunun tam tersi olsa; birine herhangi bir iyilikte bulunulsa, bundan duyulacak olansa haz ve güvendir.
Günah, öfke, kin, düşmanlık ve tüm olumsuz davranışlar, yaratılış olgumuza ters düştüğü için hem bedenen ve hem ruhen bizi rahatsız eder. Her ne kadar insan düalist bir yapıya sahip olsa da, kötülükten çok iyiliğe daha yatkın yapıda olduğu kişisel tecrübelerin yanında yapılan birçok araştırmalardan da anlaşılmaktadır. Diğer taraftan iyiliğin yanında kötülük potansiyelimizin de olması, yaratılışımızın bir gereği olduğu gibi özgürlüğümüzün de bir belirtisidir; aksine insan tekdüzelikten kurtulamazdı, eylemi de ödülsüz ya da cezasız kalırdı.
Bu konuda Batı bilim adamlarınca çok değişik ve yoğun araştırmalar yapılmıştır. Bazı araştırmalardan özet olarak söz etmeden önce, “Güçlü bir devlet olmadan, doğal halimizdeki yaşam, çirkin, kaba ve kısadır; herkesin herkese karşı bir savaşıdır” diyerek, son derece katı ve kuşkucu olan 17. yüzyıl felsefecisi Thomas Hobbes’in konuya ışık tutacak fıkra gibi yumuşak bir yanına ilişkin bir hatıra aktarılır. Bir gün Londra sokaklarında yürürken, gördüğü yaşlı bir dilenciye cömertçe bir sadaka verir. Hobbes’in katı tutumunu bilenlerce, düşkün olanlara yardımla ilgili bir hüküm ve felsefi bir ilke olmasaydı, aynı yardımı yapıp yapmayacağı konusunda kendisine sorulan bir soruya cevabı olumlu olmuştur. Açıklamasında da, sadaka vermek içler acısı durumda olan dilenciyi kısmen rahatlatacağı gibi, kendisini de rahatlattığını söylemişti.
“Her insan başkalarının ıstırabını görmeye katlanamayan bir zihne sahiptir” diyen Çinli Mençyus da, insanın yardımsever yanının ağır bastığını, bundan asırlar önce dile getirmişti. Son zamanda sinirbilimciler, yaptıkları farklı ve detaylı araştırmalarda Mençyus’un bu görüşünü desteklemişlerdir. Bireysel tecrübelerimizle zor durumda olan birini gördüğümüzde, içimizde kopan şeyler olur gibi, ona yardım etme güdümüzün harekete geçtiğini görürüz. Bilim adamları, bu gibi durumlarda beynimizde bir takım merkezlerin devreye girdiğini söyler. Çocuğumuzun ağlaması üzerine, otomatik olarak harekete geçip yardımına koşmuyor muyuz? Aslında bu beynimizde birçok duygusal tepkinin tetiklendiği yer olan amigdalanın cevabıyla anında gerçekleşen bir işlemdir. Birine iyilik yaptığımızda, bedenimizde bir rahatlama ve hatta bir güven duymamız, beynimizin iyiliğe yatkınlığını gösterir. Duygularımızdaki olağanüstü bu gevşeme, iyilik ve yardımda bulunmanın yaratılışımızla ne denli örtüştüğünü kanıtlar. Bu konuyu “Beynimiz daha en başından iyiliğe ayarlanmıştır” diye özetleyen Daniel Goleman, insanın hiç de doğuştan vahşi olmadığına bilimsel bir netlik kazandırır.
Araştırmacı Jerome Kagan, insan doğası hakkında, “iyiliklerin toplamı, kötülüklerin toplamına ağır basar” diye bir hüküm verdikten sonra şunları söyler: “İnsanlar öfke, kıskançlık, bencillik ve haset duygularına, ayrıca kaba, saldırgan ya da şiddet içerikli davranışlara izin veren bir biyolojik eğilimi miras almalarına karşın, özellikle muhtaç olanlara karşı iyilik, işbirliği, sevgi ve şefkat konusunda daha da güçlü bir biyolojik eğilimin varisidirler.” Kagan, bu doğuştan gelen ahlak anlayışı, “türümüzün bir özelliği” olarak kabul eder.
Beynimizin iyilik ve yardım etmeye yatkın bir özelliğinin olması, ahlakları dejenere olmamış insanlarda kötülüğe karşı bir tampon görevini gördüğü açık. Sevdiklerimize, yakınlarımıza daha çok yardımda bulunmakla birlikte darda kalan hiç tanımadığımız insanlara da aynı şefkati gösterebilmemiz Yaratıcı tarafından bize yapılan bir lütuftur. Bir araştırmada, insanlar yuvasından olmuş bir öksüzün yürek burkan hali karşısında ne kadar hüzünlenirlerse, o kadar yardım ettikleri görülmüştür.
İnsan beyninin kimyası hakkında yapılan bunca araştırmalardan sonra, şu soruyu sormadan da edemediler bilim adamları: “İnsan beyni başkasının sıkıntısını hissetmemizi ve yardım için eyleme hazırlanmamızı sağlayacak bir sistem içerdiğine göre, neden hep böyle yapmıyoruz?” Buna sosyal psikolojinin verdiği cevaplar çoktur elbette. Modern hayattan tutun alınan eğitime kadar birçok sebepleri sayabiliriz. İnsan eğitimle istenilen formata sokulabildiğine göre, uysal bir insanı yetiştirmek mümkün olduğu gibi, şefkat duygusundan mahrum bir psikopat yetiştirmek de mümkün. Ama asıl olan salt beynin yardımda ve iyilikte bulunmayı içeren bir sisteme sahip olmasıdır.
Yaratılışımız, yani beynimiz, akıl, kalp ve ruhumuz bizim iyilik etmemize yardımcıdır. Bu yetmemiş gibi biz, Allah tarafından vahiy ve ilhamla da kötü yola girmememiz konusunda zaman zaman uyarılıyoruz. Bu zengin donananımızla, yaptığımız iyiliklerden anında ödüllenmemiz ve kötülüklerden, olumsuzluklardan da cezalanmamızın ne kadar bizim lehimizde olduğu ortadadır.
İnsan öfke, kin ve düşmanlık gibi kötü duygularının etkisinde yaptığı hata ve günahlarla kimyasının bozulacağı hale gelebilir. Öyle bir hale gelir ki, hayvanlarda bile olmayan bir özellik olan kötülük ve zulümden zevk almaya başlar. “İnsan çok zalim ve cahildir” ayetin karşılığına muhatap olur.
İnsan kimyasına ters düşen kötülüklerin başlı başına, huzuru kaçırmasına ve hayatı cehenneme çevirmesine yeterli bir sebeptir. Asrın Adamı Bediüzzaman bu konuda, günahın insan hayatına ne denli zarar verdiğine ilişkin orijinal bir yaklaşımda bulunarak günahtan sakınmanın yalnız manevi yönden değil maddi yönden de son derece önemli olduğuna dikkat çeker: “Evet, günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra, tâ nur-i imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah, istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir manevî yılan olarak kalbi ısırıyor.”