Resmi bir işlem için randevu aldığım devlet dairesine tam zamanında yetişiyorum. İlgili memurun nezaketle işaret ettiği koltuğa oturmuş beklerken, tavır ve davranışlarından, sohbete gayet niyetli bir memurla muhatap olduğumu da anlıyorum hemen. Ve ardından, bu genç memurun nezaketine ve açık sözlülüğüne ayıp etmeme niyetiyle sohbetine de katılmış oluyorum.
Her nasılsa söz kısa sürede yaklaşan seçimlere, demokratik hak ve özgürlüklere, ardından da 'anadilde eğitim' meselesine geliyor bir anda.
O zamana kadar 'standart' konuşmaya çalışan ben, muhatabımın, 'resmi dil dururken anadil diye tutturmanın faydasızlığından ve resmi dili yetersiz olan bir insanın mesleki geleceğinde karşılaşacağı imkansızlıklardan' dem vuran sözleriyle karşılaşınca, bir kez daha o bitmez imtihanımızla, uygun lisanla 'standart' dışında bir şeyler söyleme sorumluluğuyla da karşı karşıya olduğumu anlıyorum sabah sabah.
Meseleyi "fayda-zarar" paradigmasıyla ele almaya çalışan bu görüşe, aynı çerçeveden cevap vermenin daha faydalı olacağını düşünüyorum. Bu nedenle öncelikle pedagojinin, anadilde kelime ve gramer yeterliliğinin ikinci bir dili öğrenmedeki faydalarına dikkat çeken "ısrarcı verilerinden" söz ediyorum öncelikle.
Ve iki dile sahip olan bir gencin, tek dil bilen 'rakiplerine' karşı hem hayatta, hem de resmi ve özel sektörlerde sahip olacağı mutlak avantajı hatırlatıyorum.
Bunlara tamamen hak veren muhatabıma, anadile hürmeti gerektiren daha önemli bazı nedenleri, yani en temel insan haklarından ve Yaratıcımızın takdir kıldığı aidiyetlerimizden biri olduğunu da söyleyerek, sözümü tamamlıyorum.
Genç arkadaş, saygı ve samimiyet yansıtan yüzüyle teşekkür ederken, memnuniyetini ifadeden de geri durmuyor açık yüreklilikle.
O an, bir insana ancak kendi düşünce dilinden ayrı bir dille var olabilme imkanı tanıyan gelir-geçer yasaların, aynı insanın hem iç hem de dış aleminde açacağı geçip-gitmez yaraları mı düşünüyor, yoksa o tip yasa ve uygulamaların geçip-gitmez fıtrî yasalar karşısındaki anlamsızlığını mı, bilmiyorum.
İşlemim bitip gerekli evrakı aldıktan sonra, ayrılırken, konu hakkındaki düşüncemi özetleyerek sunuyorum iyi günler dileğimi:
"Yaşadığımız ülkenin resmi dilini öğrenmek ve bunu yaparken de anadilin yaşatılması gerektiğine inanıyoruz, hepsi bu!..."
Not: Bu olay Almanya'da ve Alman bir memurla yaşanmıştır. Sözü edilen resmi dil Almanca, eğitimi savunulan anadil ise Türkçe'dir. (Belirtelim de, başka bir resmi dil yanında başka bir anadilin veya anadillerin de var olması gerekliliğini savunuyoruz gibi bir mana çıkartılmasın yazıdan. Neme lazım, o zaman durum değişir ne de olsa!..)