Bir zamanlar, camı kırık, penceresi açık, kışın soğuk günlerinde hücresinde ölüme terk edilen pîr-i fâni bir İslâm mütefekkirinin, bir peygamber vârisinin arkasında saf tutmuş, dâvâsına gönül bağlamış milyonları, o günün şartları ve ortamı dahilinde, “ben acele ettim kışta geldim, siz cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz” hakikatına vâkıf O bahtiyar insandan başka kim tahmin edebilirdi?
Evet, bir zorluğun arkasında iki kolaylığı müjdeleyen Zât-ı Akdes’in va’di elbette gerçekleşecekti.
Rahmet-i İlâhiyyenin izi, tozu ve yüzü görülecekti.
Kışın şiddetli soğuğu altında, bahar ve yaz mevsiminin bitki ve çiçeklerinin tebessümü saklıdır.
Atmacanın serçe kuşuna musallat edilmesi, o küçük ve zayıf kuşun kabiliyet ve reflekslerinin gelişmesi adına pek çok maslahata ve güzel sonuçlara vesiledir.
Bedîüzzaman Hazretleri “savletli bid’alar”dan bahsetmiş.
İslâm toplumu arasında yaygınlaştırılmak istenen ve ecnebî gizli zındıka komitesi tarafından ortaya atılan ve bir takım ulemâi’s-sû’ tarafından destek gören mânevî marazlar, hastalıklar, bid’at ve hurâfeler, bünyede derin yaralar açmış, ta’mir ve islâhına çalışan İslâm âlimleri ve hasseten asrın müceddidi Bedîüzzaman Said Nursî (r.a) büyük sıkıntı, sürgün, hapis, baskı ve işkencelere ma’rûz bırakılmıştır.
Kahhâr-ı Zülcelâl, âlemi çalkalandırırken, imân ehlinin sıkıntılara, eza ve cefalara mârûz kalması da imtihan sırrının bir gereği olsa gerek... Bu cüz’î arızalarla birlikte hıfz-ı İlâhî, istikamet dairesinde dîn-i mübîn-i İslâm’a hizmet eden ehl-i imân hakkında devam eder.
Kur’ânı indiren Allah Teâlâ olduğu gibi, O’nu ve O’nun talebelerini muhâfaza edecek olan da O’dur.
Hiçbir güç Kur’ân hizmetine mâni olamaz. Geçici bir kısım arızalar olabilir, ama İlâhî nûr asla sönmez ve söndürülemez.
Üstad Nursî şöyle bir müjde vermektedir:” Ey kardeşlerim! Eğer ehl-i ilhâdın dalkavukları, sizi korkutmak ile kudsî cihâd-ı ma’nevînizden vaz geçirmek için size hücûm etseler; onlara deyiniz: ‘Biz hizbü’l-Kur’ânız. (İnnâ nahnu nezzelnezzikre ve innâ lehû lehâfizûn= Kur’ânı biz indirdik, Onu koruyacak olan da biziz-Hicr sûresi, 9) sırrıyla Kur’ânın kal’asındayız…”(1)
Bu müjdeye layık ve mazhar olabilmek için; Kitap ve Sünnete sarılmak, Sünnet-i Nebeviyyeyi ihyâ edip bid’alardan uzak durmak gerek.
Hak ve hakîkatı kabul edip ona göre davranalım. Hak ve hakîkatın ölçüsü, edile-i şer’iyyedir. O da; Kur’ân, Hadîs, icmâ-i ümmet ve kıyâs-ı fukahâdır.
İçi bid’atla doldurulmuş, hevâ ve hevesi kamçılayan, şirk ve sanemperestlik üzerine müzikal enstürümanlarla bezenmiş papaların uydurdukları muharref bir dinin kokuşmuş görüntüsüne insanımızı feda etmeden, müçtehid imamların, asfiyânın, evliyanın istikametli yolundan tâviz vermeden yolumuza devam edelim.
Bid’atlardan, günahlardan, şerirlerin şerrinden, Kur’ân, Hadîs ve onların mânevî tefsiri olan Risale-i Nurları tahrif etmek isteyen, hevâ ve hevesine göre değerlendiren, yorumlayan, anlayan, anlata, gösteren, tanıtan bir takım gafil ve art niyetli odakların şerrinden rahmet-i İlâhiyyeye sığınalım.
İstikametimizi ve siperimizi terk etmeyelim. Celâl ve kahhâr bir el, bütün âlemi ve özellikle İslâm coğrafyasını çalkalandırırken, en fazla tokatı, istikametsiz, değerlerini koruyamamış, dinin aslına ve özüne sahip çıkamamış, Kur’ân ve Hadîs haricinde bir kısım arayışlara girmesi konusunda aldatılmış olan ehl-i imâna vuruyor. Sezilen bu celalli ele karşı tevbe, istiğfar ve istikametle yeniden Kur’ân etrafında birleşerek tefrikaya düşmeden, düşürmeden, düşürülmeden özürle mukabele edelim.
Mülkün sahibi Allah’dır (c.c). O Mâlikü’l-Mülk, Ebû Hanifeyi, Seyyid Kutub’u, Bedîüzzaman’ı, İskilipli Atıf hocayı ve daha nice iman erlerini,mücahidlerini hapse ve zindana atar, zâlimleri tahta oturtur. Bu işlerin, hikmetlerin aklen açıklanması mümkün mü?
Ehl-i imânın imtihanı zorlu ve meşakkatlidir. Ehl-i dalâletin ehl-i hidâyete üstün gelmesi geçici, muvakkattır. Eninde sonunda galebe, başarı ve zafer ehl-i hidâyetin olacaktır.(2)
Gerçi son asırda yaşanan kırılmalar, yozlaşma ve dejenerasyonlar, hiçbir devirde yaşanmadı.
Müslümanların kafası karıştırıldı. Dinin tamamen tağyîr ve tahrîbe mârûz kalması adına yapılan sinsi çalışmalar, alınan sonuçlar, İslâm toplumlarını tereddüt ve şüpheye düşürdü. Kafalar karıştı. Melek’le Şeytan birbirine karıştırıldı. Süfyanizmin dehşetli eli her tarafa, her yaştan ve meslekten zihinlere kadar ulaştı. İlmî, amelî, edebî sâhâlar bu kara propagandanın tesiri altına girdi. İmân ve Kur’ân nuruyla bakamayanlar kör oldu, sağır oldu, dilsiz oldu.
Ama şükürler olsun ki, sisler dağılmaya başlamış, kara bulutlar semâmızı terk etmeye yüz tutmuş, akıllar ferâseti yakalamış, iz’an ve idraklar yeniden rotasına oturmaya başlamıştır biiznillah…
Suskunluğun, sinmişliğin, sindirilmişliğin, baskının hâkim olduğu İslâm coğrafyasının her karesinde, sayıca az da olsa Kur’ânî sadâ ile ses verenler çıkmış, âlem-i İslâm’ın umudu, sesi, soluğu ve tercümanı olmuşlardır. Kur’âna dellallık yapmış, Hak ve hakîkatı haykırmaktan asla geri durmamışlardır.
Kırılan ümitler yeniden yeşermiş, eğilen başlar vakarla doğrulmuş, gönüller ümit, şevk ve cesâretle yoğrulmuştur.
“Her kıştan sonra bir bahar, her geceden sonra bir sabah olduğu gibi, nev-i beşerin dahi bir sabahı, bir baharı olacak inşâallah. Hakikat-ı İslâmiyenin güneşi ile, sulh-u umûmî dairesinde hakikî medeniyeti görmeyi, Rahmet-i İlâhiyeden bekliyebilirsiniz.”(3)
Allah’ım! Va’dettiğin fütûhât-ı İslâmiyyeyi, neşr-i envârı Kur’âniyeyi ve şeâir-i İslâmiyyenin dalga dalga ihyâsını tez zamanda müşâhedâtla bizlere müjdeni müyesser kıl ve göster. Âmîn…
Dipnotlar:
- Mektûbât, 29. Mektup, 6. Kısım, 2. Desise
- bkz. A’râf, 182-183; Kalem, 44,45
- Hutbe-i Şâmiye)