Kur’an’dan Risale-i Nur Perspektifinde Günümüze Mesajlar (5)
Çoğu hatalar ve sapmalar, insanın, yaratıcısını kendisi gibi tahayyül etmesinden kaynaklanır. Böylesi yanlış bir hareket ve kısır bir tasavvur, insanı şirke kadar götürür. Tarihte yanlış inanışlar hep bu çarpık düşünceden kaynaklanmıştır. Özellikle eski Yunan tanrıları bu tür tasavvurun ürünüdürler.
Yaratan, yaratılana ne zatında ne sıfatlarında ve ne de işlerinde benzeyemez. Aksi takdirde ilahlık vasfı ortadan kalkacağı gibi kâinatın varoluşu da mümkün olmaz. Muhteşem bir pırlantanın mahir bir kuyumcu ustasıyla yakın bir ilişkisi elbette olmalıdır. Ama bu ilişki sanat ilişkisinden öteye geçemez. Pırlantanın kuyumcu ustasının özelliklerini taşıması nasıl olabilir? Usta-eser ilişkisini tam kavrayamayan insan, kâinattaki oluşumları kendi bakış açısından ele alarak değerlendirdiğinde yanlışlardan kendini kurtaramaz. Oysa Yaratıcı bu baş döndürücü âlemin var edicisidir; kâinat o büyük ustanın eseridir.
Kur’an, bu açıdan
Ayet, tevhidin şartı olan Allah tasavvurunu inşaya işaret eder. Allah, ne zatında ne sıfatlarında ne de işlerinde hiçbir şeye benzemez. Başka bir deyişle hiçbir yaratılmış O’nunla kıyasedilemez. Elmalılı da, “Allah’ın misli gibi bir şey bulunmak şöyle dursun O’na benzer bile bir şey yoktur” der ve Allah “ her şeyi işitir ve görür” derken de O’nun işitmesi ve görmesi kullarınki gibi olmadığına dikkat çeker.[3]
Allah’ın zat ve sıfatları bizim tasavvurumuza sığmaz. Bunlara ilişkin yapacağımız yakıştırmalar ya da benzetmeler hiçbir anlam ifade etmezler. O yaratıcıdır ve her şeyi yoktan var etmiştir. Varlık âlemi ise bunun en büyük delilidir. Eserden müessir, yani eseri yapan hakkında kesin bilgi edinmek, bir sanat eserinin sanatkârını ele verdiği gibi pekâlâ mümkündür.
Bediüzzaman, “Hiçbir şey O’na benzemez” ayetini gündeme getirirken, Allah’ın hiçbir şey ile benzerliği olmadığını, yer tutmaktan ve bölünüp parçalara ayrılmaktan uzak olduğunu söyler ve görünen âlemin bir hakikatinin olduğuna “Hakaiku’l-eşyai Sabitetün” diye öteden beri söylenegelen kaideye vurgu yapar. Eşya vardır; esmanın bir cilvesi olduklarından bir hakikati de bulunmaktadır. İnsanın duyularıyla fark edilmeleri dolayısıyla da hayal ürünü olamazlar.
O halde Allah’ın varlık âlemiyle ilgisi nedir? İlgisi yaratıcılık açısındandır. Yani onları bütün ayrıntılarıyla yoktan var eden ve yeniden yaratmaya devam eden O’dur.
Bu konu İslam literatüründe, özellikle Vahdetülvücud tartışılırken gündeme gelmiş ve onların dediği gibi varlık âleminin evham ve hayal olmadığı meselesi herkesin kabul ettiği bir cadde olarak kabul edilmiştir. Görünen eşya Allah’ın eseridir; hem ince sanatı yansıtan güzel isimlerinin tezahürüdür. Her şey O’dur denilmez, doğrusu her şey O’ndandır denilir; yani her şeyi O yaratmıştır, O olmadan da hiçbir şey olmaz.[4]
Allah’ın nasıl bir yaratılışa sahip olduğu ve her şeyi “kabza-i tasarrufu” ndanasıl tuttuğunu kavramak da aklı başında olan herkesin hakkıdır. Elbette O’nun varlığı bizim varlığımıza benzemez ama yaptıkları aklımızla örtüşmektedir. Aksine Allah’a görür gibi inanma olgusunu tevhidin köklü bir tezahürü olarak gerçekleştiremeyiz. İşte bunu da Bediüzzaman’ın dediği gibi, “Demek, mesel ve temsil, şuunat nokta-i nazarında vardır[5]” demek suretiyle Allah’ın vasfına yaraşır örneklendirmelerin tevhit için önemli bir yer tuttuğuna işaret eder. Bunun için de
Allah, bu kâinatı bütün çeşitlilikleriyle bir anda nasıl yaratır ve kayyumiyetiyle en küçük bir zerreyi bile ihmal etmeden sürekli kontrolü altında nasıl bulundurabilir? Hiçbir şey ona ağır gelmez. Her şeye son derece kolay vücut giydirilebilir. Ama insanlar bir yanılgı eseri olarak Allah’ın bu vasfını akla sıkıştıramıyorlar ve “Allah bir anda her şeyin yanında nasıl olabiliyor” diye şaşkınlık gösteriyorlar. Allah’a inansalar bile bu oluşu bir türlü akıl ve duyguları hiçbir kuşkuya neden olmayacak şekilde kabullenemiyor. İşte Risale-i Nur iman kalesini dimdik ayakta tutan özelliğiyle aklı ve duyguları “evet” noktasına getirecek
Mesela der; bir ordunun bütün askerlerinin bir merkezden, bir kanunla, bir kumandan emriyle gerekli olan donanımları yapılsa, bir tek askerinki kadar kolay olur. Öyle değil de her bir askerin donanımı ayrı ayrı fabrikalarda, ayrı ayrı merkezlerde yapılmaya kalkışılsa, bir ordu için gerekli teçhizatlar, sadece bir asker için gerekli hale gelmektedir. Eğer birlik kuralına göre hareket edilse, bir ordu, bir asker kadar kolay yönetilir. Ama birlik olmazsa bu maksimum kolaylık tersine döner, içinden çıkılmaz zorluklara dönüşür.[10]
Allah, hiçbir şeye benzemez; ama güzel isimlerinin cilveleri kainatın her tarafına yayılmıştır. Sıfatları ve kâinatta yaptığı işlerle onun zatı hakkında da herkes kabiliyetine göre bilgi sahibi olmaktadır. Öyle ya kâinat büyüklüğünde görkemli bir sanat, ustasının büyüklüğü, mahareti veyaratmanın en yüce derecelerinde nasıl işler yaptığı kendiliğinden ortaya çıkmaz mı? Eser-usta bağlamında aklını çalıştıranların Allah’ın varlık ve birliği hakkında ele geçirecekleri ipuçları çoktur. İşte Risale-i Nur, baştan sona bu yakinî imanı elde etmek için aklı ve duyguları kabul noktasına getirebilecek yaklaşımlarla doludur.
Allah elbette yaratılmışların hiç birisine benzemez ama onun yaratma konusunda yaptıkları da asla akla aykırı değildir. Güzel temsiller Allah’a ulaşmanın adeta yolları gibidir ve
Risale-i Nur, bu konuda bir yenilikçidir, bir rehberdir, bir iman inşası projesidir. Yalnızca bu özelliğini ortaya koymak için bilimsel araştırmalar yapmak yeridir.
[1] Kur’an, Şûrâ:11
[2] İslamoğlu, M. (2012), Hayat Kitabı Kur’an. Düşün Yayıncılık, İstanbul.
[3]Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, cilt: s: 4226.
[4] Nursî, B.S. , Mektubat, 8. Mektup, İkinci Mesele-i Mühimme, erisale.com
[5]Nursî, B.S. (2005), Sözler, 1. Söz, erisale.com
[6] Kur’an, Rum: 27
[7] Kur’an, Nahl: 60
[8] Nursî, B.S. Sözler, 10. Söz (Hatime), 29.Söz (3.Esas), erisale.com
[9] Nursî, B.S. (2005), Sözler, 10. Söz, erisale.com
[10] Nursî, B.S. (2005), Mektubat, 10. Kelime, (Üçüncüsü), erisale.com