Mesnevi denilince akla Mevlâna'nın eseri geliyor. Doğu ve Batı'da her dinden insanın okuyup istifade ettiği bu eser sebebiyle, Hz Mevlâna için, Mevlâna Câmi "Peygamber değil ama kitap sahibi" ifadesini bile kullanır.
Zamanımızda da Üstad Bediüzzaman Hazretleri, daha sonra yazacağı ve Kur'an'ın nice sırlarını açan Risale-i Nur külliyatının "bir özeti, çekirdeği, fidanlığı hükmünde" dediği Mesnevi-i Nuriye'sini yazmıştır 1920'li yılların ilk yarısında, Arapça olarak yazılan bu 13 bölümlük eserin bir kısmını kendisi; bir kısmını da kardeşi Abdülmecid Nursi Türkçe'ye çevirmişti. Fakat Abdülmecid Nursi hepsini değil de "fabrika-î dimağiyemin bozukluğu" diyerek, üçte birini çevirebilmiştir. 1960'ta üstadın vefatından çok sonra 70'li yılların sonuna doğru, Abdulkadir Badıllı âbi tümünü çevirmişti. Daha sonra ise, yine çeviriler oldu. Fakat şimdi yanımda, yakında İbrahim Kaya kardeşin vasıtasıyla elime geçen, Şadi Eren çevirisi var. Selsebil Yayınlarının 2014 baskısı olan bu eserin, sonradan baskısı yapıldı mı, mevcudu var mı, bilmiyorum. Meraklıları için ısrarla tavsiye ederiz.
Üstad, hemen bütün bölümlerin başında "Kur'an bahçesinden, Kur'an denizinden" diyerek her biri önemli bir hakikatın izahı olan i'lemlerle Mesnevisini dokumuş. İşte aşağıda Şadi Eren çevirisinin "Kur'an nurlarından bir parıltı dediği" Şule kısmındaki bir i'lemde, Cin Suresinin son 28. Âyetinin bir kısmı izah ediliyor. O kısma verilen meal, hem de üstadın hiçbir tefsirde bulamayacağımız yaklaşım ve izahı, nazarlardan kaçabilen bir tefekkür levhasını önümüze koyuyor. İlgili yeri aynen aktarıyorum:
"Bil ki "Ve ahsa külle şeyin adada" (Allah âdet olarak her şeyi tek tek saymıştır.) âyetinin pek çok delilleri vardır.
-Ellerdeki parmaklar,
- Başaklardaki taneler,
- Meyvelerdeki çekirdek sayısı,
-Çiçeklerdeki yapraklar gibi birbirine komşu, birbirine mukabil, ve birbirine benzer şeylerdeki 'sayıca eşitlik, birbiriyle dengede olmak gibi intizamlı vaziyetler' bu gerçeği açıkça ispat eder.
Takdis ederiz o Zât'ı ki âdet olarak her şeyi tek tek saymış ve ilmi her şeyi ihata etmiştir."
"Tek tek her şeyi saymak" nasıl muazzam bir sanatı, dengeyi, muvazeneyi netice veriyorsa; her şeyi kuşatan bir ilmi de açıkça gösteriyor.
İtiraf edelim ki âyetle Rabbimizin bildirdiği bu hakikati müşahede için, ne elimize takılı parmaklarımıza dikkatle bakabiliyor ne de tane, çekirdek veya yaprakları sayabiliyoruz. Ancak böyle dikkatli bir okuma ile bazen farkına varıyoruz belki.
Çekirdek için, yine Onuncu Söz'de geçen "Mucizât-ı kudretin en antikaları, en harikaları, en nazeninleridir" cümlesi levhalık gerçekten. Bir kere, antika. Niçin? Tonlarca ağırlıktaki ağaç, tüm renk ve tonları ile ince bir hat şeklinde küçük bir çekirdeğe sığdırılmış. Çürüyor, çürümesiyle yeni bir hayatın başlangıcı oluyor. Harika, çünkü beşerin daha tam çözemediği, okuyup da bitiremediği özellik ve yapıda. Nazenin, çünkü iki parmağınla ya da küçük bir darbeyle bozulabilecek kadar zayıf.
Dalâlet ehli, bu harika keyfiyetteki çekirdeği okuyamamış; kocaman ağaca, çiçeğe, yaprağa, oduna, ağaca dönebilen ince hattın arkasındaki hafıziyet tecellisini çözememiş. Hepsine birden, "tabiat gereği, kanun icabı" diyerek boğulmuş. İşin garibi, bunları saymaya ve bu sayıda görünen eşitlik, denge ve intizamlı vaziyetlere âcizane biz de dikkat etmemişiz. Tâ ki âyetin bunları nazara verdiğini görene kadar.
Buna benzer, eskiden beri dikkat ve heyecanla okuduğum, Münacaat'ta geçen bir kısımda okuduklarımın aynı mânasını, âyet mealinde de görünce, nurlardaki cümlelerin "âyetin nücumundan (yıldızlarından) süzülen birer katarat" olduğunu, bir kere daha müşahade ettim. Ahkaf Suresinin 26. Âyetinde "Kendilerini kulak, göz ve kalple donattık. Onlara kulakları da gözleri de kalpleri de hiçbir fayda sağlamadı." şeklindeki işaret edilen hakikat, Münacat Risalesinde genişçe izah edilmiş.
"İnsan ve hayvanattan hiçbirisi yoktur ki, cisminde gayet muntazam saatler gibi işleyen ve işlettirilen dahilî ve harici azalarıyla ve bedeninde gayet ince bir nizam ve gayet hassas bir mizan ve gayet mühim faideler ile yerleştirilen âlât ve duygularıyla ve cesedinde gayet sanatlı bir yapılış ve gayet hikmetli bir tefriş gayet dikkatli bir muvâzane içinde konulan cihazat-ı bedeniyesiyle senin vücub-u vücuduna ve sıfatlarının tahakkuna şehadet etmesin."
Âyette geçen 'cealne' kelimesi, 'verdik, donattık' anlamında. Üstad ise, barada 'hikmetli tefriş' ifadesini kullanmış. Ne kadar mânidar bir izah değil mi? "Hikmetli tefriş" yani 'faydalı, maslahata uygun bir tanzim ve yapılış' var. Vücudumuza bir bakalım, yani kendimizi bir okuyalım. Neyimiz fazla veya eksik? Hangisi, dengesiz veya lüzumsuz? Hangisi, bize rahatsızlık veriyor veya yerini beğenmiyoruz? Bedenimize takılanları, sadece bedenimizin süsü olarak bile görsek, ne kadar anlamlı bir tefriş, döşeme, yerleştirme olduklarını hemen anlarız. Mesela, dökülen saçlarımız, kesilen parmağımız, kopan bir kulağımızın eksikliklerinden dolayı bozulan suretimizin tasavvuru dahi, bunların bu yönlerini anlamamıza yeter. Burnunuza, dilimize, kulaklarımıza takılan binlerce görevi aynı anda yapabilen hassasiyetlerini saymıyoruz bile. Ya bu azalarımızın saatler gibi işleyen ve işlettiren keyfiyetleri bize havele edilseydi, ne yapacaktık? Mesela dakikada yirmi defa haberimiz bile olmadan inip kalkan göz kapaklarının idaresi bize verilseydi? Görünürde olanların zâhiri temizliklerini dahi zor yapabiliyoruz. Nerede kaldı haberimizin dahi olmadığı işletmelerine müdahalemiz.
Evet dostlar, hikmetle donatılan ve tefriş edilen insan ve hayvan cesedlerinin bu tanzimine "kendi kendineyi, tesadüfü, kör kuvveti, tabiatı" karıştırmak, bu canlıların fertleri ve belki sayılarını bilemediğimiz çekirdekler sayısınca mümkün değildir. Bunun böyle olmadığının idrâk ve şuurunu bize bahşeden Rabbimize, bu sayılar âdedince hamd ederiz.
Selam ve dua ile.