(Tabiat Risalesi Açılımları 15-FİNAL)
Artık Tabiat Risalesi Açılımları yazı dizimizin final bölümüne geldik. Yazı dizimizin tamamı, etkileyici görseller eşliğinde sunulan ve yarı belgesel tadındaki yedi adet seminerle işlenmiş olup, seminer videolarına yazımızın sonunda yazılı olan internet adresinden ulaşabilirsiniz. “Keşif Yolculukları” ismini verdiğimiz video kanalımız, hakikat arayışında çok ciddî bir kaynak olma mahiyetini taşıyor. Hem kendiniz için, burada yazılı okuduğunuz hakikatleri, sözlü ve görsel bir şekilde izleyerek daha iyi anlama imkânı sunuyor; hem de, etrafınızdaki insanları bu hakikatlerden haberdar etmek için, elinizde kuvvetli bir hizmet aracı oluyor.
Tabiat Risalesi Açılımları’nın, “Olağanüstü Bir Hazinenin Keşif Yolculuğu: Risale-i Nur İzah Metinleri” isimli kitap çalışmamızdan alınmış bir bölüm olduğunu ifade edelim. Kitap çalışmamızın tanıtımının yapıldığı ve örnek metinlerin bulunduğu dosyaya https://yadi.sk/i/sgF3PUoldjNXe adresinden ve aşağıda yazılı facebook adresimizden ulaşabilirsiniz.
"Kâinatın Sırrını Keşfeden Kitaplarla Tanışın!" sloganıyla Risale-i Nur'larla okuyucuyu tanıştırmayı ve bir izah metni eşliğinde asıl metniyle birlikte okutmayı ve Risale-i Nur'u okuyan ve okumaya devam edenlerin ise farklı mana açılımları ile daha iyi anlamalarına vesile olmayı hedefleyen ve çok kapsamlı bir içerik sunan bu çalışmaya dikkatinizi çekmek istiyoruz. Farklı mana açılımları ve çok kapsamlı bir içerik sunan bu çalışma; eserin metni, izah metni, kelime ve kavram açıklamalarını bir arada bulunduruyor ve Risale-i Nur alanında ciddî bir altyapı kazanmak ve kendini bu alanda yetiştirmek arzu edenlere hitap eden kapsamlı bir rehber özelliği taşıyor. Kitap içeriği ilmî, edebî, anlaşılır ve Risale-i Nur'un takip ettiği tarzda bir üslub ile okuyucuya sunuluyor. Aynı tarzda ve kapsamda bir çalışmaya rastlamadığımızdan, önemli bir boşluğu dolduracağına ve özellikli bir ihtiyaca cevap vereceğini hayal ettiğimiz bu çalışmanın sadece "Detaylı Konu Fihristi" bölümünü bile incelemeniz, nasıl bir çalışma ile karşı karşıya olduğunuz hakkında fikir verecek.
Bu çalışmanın bir ön habercisi ve müjdecisi olarak, “Tabiat Risalesi Açılımları” çalışmamızı E-Kitap olarak yayınladık ve ücretsiz olarak kullanıma sunduk.
Google Books: https://books.google.com.tr/books/about?id=aKOtBQAAQBAJ&redir_esc=y (Kitabın tamamı önizlenebilir)
Google Play: https://play.google.com/store/books/details?id=aKOtBQAAQBAJ
E-kitabımızı indirerek veya çıktısını alarak okumak isteyenler için adres: https://yadi.sk/d/5wNfewEadCUTM
Şimdi sizi ilahî teknolojinin detaylarında yaptığımız hayalî ve zihinsel yolculuğumuzun ve heyecanlı maceramızın final bölümüne davet ediyoruz. Lütfen içeriye buyrun!
“Var olan şey yok, yok olan da var edilemez.” şeklinde ifade edilen ve bunun devamında tüm kâinatın oluşumunu mevcut madde parçacıklarının şekil değiştirmesi olarak gören ve yaratıcıyı konu dışı bırakan materyalist düşüncenin bu indirgemeci ateizmini, yani biyolojiyi, fizik ve kimyaya indirgeyerek, canlıları elementlerin biraraya gelmesinden meydana gelmiş şeyler olarak tasavvur etme düşüncesini farklı bir yaklaşımla ele alacağız.
Öncelikle şunu söyleyerek işe başlayalım. Materyalist felsefe konuyu yanlış bir biçimde çarpıtarak takdim etmiştir. Meselenin bilimsel boyutu ise esas itibariyle daha farklıdır. "Maddenin veya kütlenin korunumu kanunu" olarak bilinen ve Fransız kimyacısı Antoine Laurent de Lavoisier tarafından ortaya koyulan bu ifade, “çerçevesi tespit edilmiş kapalı bir sistem içinde var olan çevrimler ve işlemler ne olursa olsun, kütlenin sabit kalacağını” belirten bir kanundur. Yani kapalı sistemlerde kütlenin durumu yeniden düzenlenebilir fakat kütle yaratılamaz veya yok edilemez.
Bu kanunun maksadının maddenin dönüşümleri esnasındaki ağırlıkla ilgili münasebetleri ele almak olduğu çok açıktır. Bununla kâinat içinde devam eden ve gözle görünen bir yaratım faaliyetini inkâr etmek mümkün değildir. Zaten “kapalı sistem” ifadesi bu prensibin her şart altında mutlak bir şekilde geçerli olmayacağı anlamına gelmekle birlikte, “var olan bir maddenin yok olmayacağını ve yoktan da hiçbir maddenin var olamayacağını” deneysel olarak tespit eden kimyacı Lavoisier’in keşfettiği işleyiş prensibine yer verilen ve Amerika ve Avrupa’da ders kitabı olarak okutulan bazı kimya kitaplarında kütlenin korunumu ifadesinin hemen ardından bir kayıt koyularak "...but the God", yani “Allah’tan başka...” denilerek bir istisna koyulmaktadır. Çünkü kâinatı ve içindekileri, kütlenin korunumu kanunuyla yaratan bir yaratıcının, bu kanun dışında hareket edebilmesi kadar tabiî bir şey düşünülemez. Ancak Türkçe çevirilerde bu istisnaya yer verilmediğini görüyoruz.
Risale-i Nur’da, kâinatın varlığını inkâr eden Sofestailerin ve hakikatin bilinemezliğini kabul eden agnostik felsefe benzeri düşüncelerin ciddiye alınmadığını ve pek fazla üzerinde durulmadığını görüyoruz. Gerçekten de gördüğümüz eşya üzerinden çıkarımlar yapmayacaksak başka neyi temel alarak bilim yapacağız? Temelsizliği çok açık bu iddialar hakkında sadece bir iki noktaya değinmek istiyoruz.
Birinci nokta, delilden kaynaklanmayan bir ihtimalin hiçbir kıymetinin olmayacağı düsturudur. Kâinatın olmadığı veya duyu organlarımızla algıladığımız eşyanın görünen şeklinin, hakikatin temel yapısını tamamen ters yüz edecek kadar yanlış olduğuna dair kesin delilller bulunmadığı sürece bu konudaki her türlü şüphe ciddiye alınmaktan uzak olacaktır.
İkinci nokta, Albert Einstein’ın “Kâinatla ilgili en anlaşılmaz şey, kâinatın anlaşılabilir olmasıdır” sözüdür. Bu tespit, kâinatın varlığı ve eşyanın gördüğümüz gerçekliği konusunda bize doğru bir bakış açısı vermektedir. Çünkü eğer böyle olmasaydı, var olmayan veya doğru olarak algılayamadığımız bir şeyi anlayabilmemiz ve düzenli prensiplerle açıklayabilmemiz de mümkün olamazdı denilebilir.
Biz bu sözü bir adım daha ileri götürüp diyoruz ki:
“Kâinatın insan tarafından anlaşılabilir bir özellikte görünmesi, insanın varlık sebebinin kâinatı anlamak olduğuna ve bu kâinatı yapan kişiye anlayışlı bir muhatap olmak maksadıyla gönderildiğine o kadar açık bir delildir ki, en basit zihinli bir insan bile kalbinin ve aklının derinliklerinde bunu tereddütsüz olarak bilir ve derin bir hürmetle bu hakikati hisseder. Sadece içlerinden bazıları bu büyük hakikati bilmezden gelerek ve üstünü örterek veya şeklini değiştirerek inkâr eder ve kendi kendilerine ihanet ederler.”
Tabiat Risalesi’nde, kâinatı inkâr etmeyen fakat içindeki mucizeli oluşumların normal şartlarda meydana gelemeyecek kadar akıl almaz işler olduğunu mecburiyetle gören ve eşyanın kendi kendine veya maddî, tabiî sebeplerle yaratılmasının imkânsızlık derecesindeki zorluğunu fark eden materyalistlerin hiçten, yoktan yaratılmayı inkâr etmek yoluna yönelmiş oldukları ifade edilmiştir. Bu tarz bir yolla eşyanın bütün oluşumlarının, madde parçacıklarının süreklilik arz eden bir biçimde bir araya gelip ayrılmalarından kaynaklandığı kabul edilerek, bir yaratıcının varlığına gerek olmadığı düşüncesine zemin hazırlanmıştır. Eşyanın düzenli hareketi ve sistemli işleyişleri ise, tabiat kanunları ile yani maddenin hareket tarzının ifadesi olan soyut prensiplerle açıklanmıştır.
Tabiat Risalesi izahlarımızın başından beri söylediğimiz temel bir bilgi var:
Tabiat kanunları, kendi kendilerini ve eşyayı yaratabilecek özellikte, maddî gerçekliğe sahip nesneler değillerdir. Herhangi bir olaya kaynaklık edemezler. Hiçbir oluşumun gerçek sebebi olamazlar. Maddenin düzenli hareketi nedeniyle gerçekleşen sistematik bir olayın veya oluşumun işleyiş şeklinin açıklamasından ibarettirler sadece. Yoksa bırakınız eşyayı yaratmayı veya eşyanın hareketine kaynaklık etmeyi, o kanunlar kendilerinin gerçek mahiyetini ve varlık sebebini bile açıklamazlar.
Örneğin bir tepeden aşağıdaki vadiye baksak ve görsek ki, her gün saat 12.00’de, 14.00’de, 16.00’da, 18.00’de ve 20.00’de bir tren geçiyor ve bu düzenli bir şekilde tekrarlanıyor. Bunun aksamaya uğramayan bir kural halinde tekrarlandığını görerek, meydana gelen olayın oluş şeklini, yani trenin geliş hareketinin işleyiş prensibini not defterimizde kayıt altına alsak ve şu açıklamayı yazsak: “Vadide her gün belli saatlerde bir tren geçer. Bu olay, bir kural halinde sürekli aksamadan tekrarlanır.” Bu tespit ettiğimiz gerçekliğin ve trenin her gün hangi zamanlarda ve hangi hızda geçtiğiyle ilgili kural ve kaideye ilgili açıklama notlarımızda şöyle bir isim versek: “Trenin hareket kanunu.”
Acaba biz bu ismi verdiğimiz için, “trenin hareket kanunu” canlanıp maddî bir varlık haline gelir mi ve zamanda geriye gidip, o treni belli saatlerde ve belli hızlarda geçiren şuur sahibi bir güç şekline girebilir mi? Hatta o treni tasarlayan ve yapan olabilir mi? Böyle saçma bir düşünce bilimsel olarak kabul görebilir mi?
İşte tekraren en açık şekliyle ortaya koyuyoruz ki: Tabiat kanunları da aynen böyledir. Siz ortada görünen bir olaya süslü bir isim verdiniz veya o olayın meydana geliş prensiplerini kurallarıyla ortaya koydunuz diye, sizin o açıklamanız ne eşyayı yaratan gerçek bir sebep olur, ne de o olayı gerçekleştiren ve olayın kaynağı olan bir etki edici haline gelir.
Tekrar sadedimize geri dönüyoruz. Bilim yaptığını söyleyerek ve tabiatta meydana gelen oluşumları, tabiat kanunlarına ve doğal mekanizmalara dayandırarak bilimsel kesinlikteki deneysel delillerle ispatladığını ve eşyanın görünen halini, maddenin dağılmak ve bir araya gelmekten ibaret tesadüfî hareketleriyle açıkladığını iddia eden materyalist felsefenin “yoktan var, vardan yok olmaz” diyen kısmının ne kadar gerçeklikten uzak bir iddiada bulunduğuna bakacağız.
Acaba meydana gelen bir oluşumun ve tasarımın parçaları, o parçacıklardan meydana getirilen düzenli şekilleri, canlılığı, duyguları, güzelliği açıklamaya yeter mi? Daha önce hiç ortada olmayan ve mevcut madde parçacıklarında da bulunmayan bambaşka ve karmaşık, düzenli, estetik maddî şekillerin ve türlü çeşit duygularla donatılmış canlılığın, birden bire sebepsiz olarak, mucizeli bir biçimde ortaya çıkıvermesi ve bu türden oluşumların dünyanın her köşesinde âdeta bir sergi yeri çeşitliliğinde ve resmigeçit şaşaasında belirmesi nasıl ve ne türden bir olaydır?
Böyle hayranlık veren bir oluşumu görüp de “Mevcut kâinatta yaratılan bir şey yok, dışardan bir müdahale de söz konusu değil. Olan biten her şey, madde parçacıklarının rastgele veya tabiat mekanizmalarına bağlı hareketleriyle eşyanın muhtelif şekiller kazanmasıdır sadece” diyebilen birinin sözleri, nasıl bilimsel kabul edilebilir? Nasıl gerçeğin ifadesi olabilir?
Hâlbuki özellikle hayat sahibi bir oluşum; planları, programları ve ölçülü şekilleri belirlenmiş ve manevî vücudu perde arkasında mevcut olan bir dizaynın madde sahasına çıktığı andaki maddî görünümünden başka bir şey değildir. Madde üzerinde böyle harika işler gerçekleştiren bir kudret ve irade, elbette maddeyi yoktan yaratan olmalıdır ve O’nun için maddeyi hiçten yaratmak da, yok etmek de çok basit bir iş olmalıdır.
Eşyada meydana gelen oluşumları, madde parçacıklarının rastgele hareketlerine indirgeyerek açıklayabilecekleri düşüncesine sahip olanların kendi ellerinde, eşyayı icad ettiğini ileri sürdükleri tabiatta ve maddî sebeplerde hiçten yaratmak veya yok etmek kudreti bulunmadığından “madde yoktan var, vardan yok olmaz” diye hükmettikleri ve bu hükmü sınırsız bir kudrete sahip Allah için de geçerli saymaya çalıştıkları, Tabiat Risalesi’nde çok çarpıcı bir şekilde ortaya koyulmuştur.
Daha önceden de bahsettiğimiz gibi, yeni ateizm olarak piyasaya çıkan ve Stephen Hawking’in sözcülüğünü yaptığı düşünce, bir adım daha ileri giderek, cehaletin en katmerli noktasında dolaşıyor. Şöyle ki, bu görüş sahipleri eski materyalistler gibi “yoktan var olmaz” demekle kalmıyorlar. Kanunların ve ortaya koydukları teoremlerin kâinatı yoktan yarattıklarını iddia ediyorlar.
Yerçekiminin kökeninin ne olduğu sorulduğunda “M teorisi” diye cevap verecek kadar kategori hatası yapabilen ve kanunların ve teoremlerin yaratma gücünün olmadığını ve kâinattan önce M teorisinin henüz piyasaya çıkmamış olduğunu unutmuş görünen bu düşüncede, henüz yok olan bir şeyin, yok olmaya devam ettiği bir anda, birdenbire bilinmez bir sebeple kendi kendini var ettiğine ve tüm görünen eşyayı oluşturduğuna inanmamız isteniyor. Stephen Hawking’in “Büyük tasarım” kitabını değerlendiren Oxford Üniversitesi'nde matematik profesörü ve “Aramızda Kalsın Tanrı Var” isimli kitabın yazarı ve aynı üniversitede bilim felsefesi dersi de veren Dr.John Lennox’un dikkat çekici tespitlerine fantastik bilim kurgu öykümüzün sonuç bölümünde ele aldığımız beş adet şaşırtıcı hesaplamanın ikincisi içinde yer vermiştik. Bu konuyu oraya havale ederek yalnız ibretli bir hadiseye dikkatinizi çekeceğiz. (Yazı dizimizin bu bölümüne ait ve aşağıda yer alan ikinci videoda buraya alınmayan kısımların tamamı mevcuttur.)
Hawking’in Büyük Tasarım isimli kitabının son sözündeki şu ifadeleri, kendini akıllı zanneden fakat bir yaratıcıyı kabul etmemekte ısrar eden insanların ne düzeyde derin bir cahillik sergileyebileceklerine çarpıcı ve ibretli bir örnek teşkil ediyor. Hawking’in kitaba katkı sağlayanlara teşekkür olarak kaleme aldığı bu satırlar şöyle:
“Evrenin bir tasarımı var, bir kitabın da. Ancak evrenin tersine bir kitap kendiliğinden hiçlikten belirivermiyor. Kitap bir yaratıcı gerektiriyor ve bu görev yalnızca yazarın omuzlarına düşmüyor.”
Biz ise bu söze karşılık sadece “Allah akıl, fikir ve hidayet versin!” temennisinde bulunacağız ve Risale-i Nur’un Onuncu Söz’ündeki şu sözleri tekrarlayarak bu bölümü bitireceğiz:
“Nasılki bir kitab, bâhusus öyle bir kitab ki; her kelimesi içinde küçük kalemle bir kitab yazılmış, her harfi içinde ince kalem ile muntazam bir kaside yazılmış. Kâtibsiz olmak, son derece muhaldir.”
“Öyle de şu kâinat nakkaşsız olmak, son derece muhal ender muhaldir. Zira bu kâinat öyle bir kitabdır ki, her sahifesi çok kitabları tazammun eder. Hattâ her kelimesi içinde bir kitab vardır. Her bir harfi içinde bir kaside vardır. Yeryüzü bir sahifedir, ne kadar kitab içinde var. Bir ağaç bir kelimedir, ne kadar sahifesi vardır. Bir meyve bir harf; bir çekirdek, bir noktadır. O noktada koca bir ağacın proğramı, fihristesi var.”
“İşte böyle bir kitab, evsaf-ı celal ve cemale[1], nihayetsiz kudret ve hikmete mâlik bir Zât-ı Zülcelal'in nakş-ı kalem-i kudreti olabilir. Demek âlemin şuhuduyla, bu iman lâzım gelir. İllâ ki, dalaletten sarhoş olmuş ola...”
Evet, şu kâinatı görmekle Allah’ın varlığına iman etmek lâzım gelir. Tabi gerçeklikten saparak inkârla sarhoş olunmamışsa!
Bu bölümle Tabiat Risalesi Açılımları’nı tamamlamış bulunuyoruz. Kanaatimiz ve inancımız o ki, bu heyecanlı ve maceralı fikrî yolculuğumuzda şuna kesin olarak şahit olduk:
Bir insanın en temel insanî vazifesi olarak, en başta elde etmeye çalışması gereken şeyin ve bir insanı hakikî insan yapan en kıymetli ilmin, iman ilmi olduğunu ve bu ilmin ilimlerin esası, ilimlerin şahı ve padişahı olduğunu ve bu imana sahip olunmadığı takdirde, en büyük bir zekânın ve en yüksek dünyevî ilmin, hakikat noktasında en koyu bir cehaletten başka bir mana ifade etmeyeceğini kesinlik derecesinde gördük.
Allah hepimizin aklını ve kalbini kâinatın en yüksek hakikati olan imana açsın ve bizleri bu kıymetli manevî hazineden hiç ayırmasın ve bu büyük nimetten ebedî olarak nimetlenmeyi nasip etsin.
“KEŞİF YOLCULUKLARI” VİDEO KANALIMIZ
Sizi, gerçeğin arayışında hayalî ve zihinsel bir keşif yolculuğuna çıktığımız video sunumlarımıza davet ediyoruz. Tabiat Risalesi Açılımları Seminerlerimizden alınan, etkileyici görsellerle sunulan ve hakikat arayışında çok ciddi bir kaynak olma mahiyetini taşıyan videolarımızın tamamına ulaşabileceğiniz internet adresi:
https://www.youtube.com/c/EdizSözüer
(Youtube arama bölümüne ‘Ediz Sözüer’ yazarak da ulaşabilirsiniz. Ayrıca görsel ve yazılı tüm çalışmalarımız facebook.com/pages/Ediz-Sözüer-resmi-sayfa/1428147924084559?ref=hl adresinden yayınlanmaktadır)
Yazı Dizisinin Bu Bölümüne Ait Keşif Yolculuğu Videoları:
1-Her Şey İlahî Kudretle Nasıl Meydana Geliyor?
2-Büyük Tasarım ve Her şeyin Teorisi
[1] Evsaf-ı celal ve cemal: Azamet ve güzellik vasıfları, sıfatları, özellikleri.